Hasrete Hasat Bir Aşk
Öğle güneşinin şehre vurduğu canlı renkler ile çarpışan bir sepya tonunda, önüne kâğıdını ve kalemini koymuş olan genç kız, ne yazacağını düşünürken bir yandan da saatin beyni delip geçen tik taklarına topuklarından çıkardığı seslerle mücadele veriyordu.
Bir öne bir arkaya salınan saçları içinde gezintiye çıkarmıştı uzun, ince parmaklı ellerini. Yüzünde hiçbir anlama gelmeyen bir ifade vardı. Mutsuz değildi belli ki, fakat mutlu muydu? Kendi bile bilmiyordu bu sorunun cevabını.
Yazamayacağını anladıktan sonra yavaşça sandalyeden kalkıp pencereye doğru ilerledi. Trafik lambaları, araçlar, koşuşturmaca içinde bir insanlık, ardı arkası kesilmeyen şarkılar, güçlü kahkahalar ve hızlı gözyaşları. Ve işte ilk kez yüzünde bir mimik peydahlandı. Kaşlarını çatmıştı derince. Bu görüntüde büyük bir hata vardı. Bütün gibi görünende büyük bir eksiklik vardı, hiç de farkına varılmayan... Kendisi neden bu kadar yavaştı?
Bir hayat vardı. Kimlerin nasıl ve neden acı çektiğine, insanlar tarafından yok edilmesine aldırış etmeyen. Serkeş bir hayat. Kimi zaman akşamdan kalma, sabah elinde bir şişe ile. Kimi zaman okul sıralarında. Kimi zaman erkeğin kadında aradığı tensel hazda. Ve kimi zaman bir cenaze töreninde merhumun arkasından neden ağlamadığını sorgulayan bir insanın yüreğinde. Peki, hayat kızın şimdi neresinde gizliydi?
Hayatın hızla akıp giden trenine bilet almamıştı bu kez kız. Durup düşünmeyi, soyutlamayı yeğlemişti kendince... Ya da...
Kız ansızın parmaklarını alnına dayadı.
...Ya da hayattan daha muazzam bir şey alıp götürdü onu bu düşünsel kente.
Aşk?
Aşk!
Aşk...
Gözlerine âma olmayı öğretti kız, âşık olduğunda.
Yüreğine ise konuşmayı.
Dünya üzerine gelmiş bütün âlimler, felsefeciler, bestekârlar, şairler, doktorlar, bilim adamları, öyle ya da böyle! , sevdiğini andırıyordu kızın.
Tüm heykellerin gözleri yârinden çalıntıydı sanki!
Yazılmış tüm aşk şarkıları sanki onu fısıldıyor,
Şiirler onu özlüyordu.
Tıpkı kızın sevgilisini özlediği gibi...
Onun için aşk: bir hastane odası kadar sessiz, içten içe çığlıklarla dolu, bembeyazdı.
Yârini ise yüreğine bağlamıştı, serum misali.
Hayattaki tüm beklentileri karşılanmışçasına, ölüme hazırmışçasına gülümsüyordu pembe pembe. Ve sevgilisi, an be an yüreğini doldurup taşırıyordu zehriyle.
Kız ansızın yakıcı bir çığlık bastı. Elleriyle kulaklarını kapamış, kendini yere atmıştı.
Bağıra çağıra ağlıyordu.
Refakatçisi kimdi?
Bu beyaz oda neden üzerine üzerine geliyordu?
Serum koparmıştı kendi kendisini.
Aşk, damarlarında bir tutam, yüreğinde aşırı dozla kalmıştı.
Doktorlar ? Hastayı kaybettik, başınız sağ olsun? diyordu.
Hasrete hasat bir aşktan ölmüştü kız.
Şimdiyse, cenaze töreninde kendisi için ağlamayan bir adamın niçin ağlamadığını sorgulayan yüreğindeydi, hayat ile birlikte.
Kız, yavaşça kalemini masaya koydu.