Hayal Kaldırımı
Bir ses duydu arkasından. Bu onun ilk defa duyduğu bir sesti. Arkasını dönmek istemedi. Dönmemesi kimse için sorun olmazdı, tabii arkasındaki kişi doğrudan onun adını söylemiş olmasaydı.
Annesi faturaları yatırması için yollamıştı dışarıya. 24 yaşındaydı. Hala annesiyle yaşamasının nedeni onun babasıyla boşanmış olması mı yoksa kendi hayatında kimse olmaması mı bilmiyordu. Ya da bunu düşünmemeye çalışıyordu.
Gözlerinin siyahı daha önce hiç leke almamış, ilk günkü karanlığını koruyordu hala. Sanki bunca zaman hiç güneşe çıkmamış, gözbebeklerini hiç soldurmak istememiş gibi. Belki de en basiti hiç aşık olmadığındandı bu temizlik. Birkaç arkadaşı kansız olduğunu söylemişti ona. Hatta annesi de hemfikirdi onlarla. Bu kanıya ellerinin soğukluğundan değil, gözlerindeki beyazın netliğinden ulaşmışlardı elbette. Çünkü bu zamana kadar kimse dokunmamıştı ellerine. Ne kadar yumuşak olduğunu, ya da ne kadar ürkek olduğunu bilmemişlerdi bu yüzden hiç. Sadece gözlerinde hiçbir aşkın kalıntısını taşımadığından berraktı bu kadar siyahının sahip olduğu beyazlık.
9 yaşındayken en yakın arkadaşı kaçırıldığında ve haftalar sonra öldü haberi duyulduğunda bırakmıştı çocukluğunu. Çocukluğu da ölmüştü o arkadaşıyla birlikte. O zamana kadar ölüm kelimesini hiç duymamış olmasına rağmen, sanki ne anlama geldiğini biliyor gibi karşılamıştı o kelimeyi arkadaşının adıyla aynı cümlede geçtiğinde.
Serçenin yağmurda ıslanarak zorla uçma telaşı gibi, bütün hücreleri sırılsıklam ıslaktı Mısra'nın da. Bu yüzden ne soğuk ne sıcaktı o. Sadece ıslaktı.
Geceleri, baharları, susanları, en çok da tarihleri severdi Mısra. Geçmişten beri yaşanan bütün savaşların, bütün antlaşmaların, bütün icatların, bilim adamlarının, kısacası kendine önemli gelen her şeyin tarihini ezbere bilirdi. Tarih konularında iyi olmadığı tek yer, çevresindeki kendini arkadaş çerçevesine sokan kişilerin doğum tarihleriydi. Hepsini kaçırırdı, kutlayamazdı. Çünkü son 15 yıldır olan olayların, doğan insanların ya da ölen insanların hiçbirinin doğum tarihlerini tutmazdı aklında. Mısra için önemli olan tek şey uzak geçmiş zamandı.
Bir kere izlediği filmlerden birinde, 'Geçmiş tarihleri, ve bu tarihlerdeki olayları bilmek, seni hata yapmaktan uzak tutar.' Diye kendisini çok derinden etkileyen bir replik duymuştu. Mısra için bu geçmiş tarih, o çok sevdiği arkadaşı öldüğünde son bulmuştu.
Annesi üzülüyordu Mısra'nın bu yalnızlığına. Onu çok kez tanıdığı arkadaşlarının ya da komşularının oğullarıyla tanıştırmak istemiş, hatta bazen hiç Mısra'ya sormadan onları eve davet etmişti. Agresif bir insan değildi Mısra. Hatta dışarıdan bakılınca şefkat ve anlayış barındırdığı bile düşünülebilirdi. Dolayısıyla rencide etmezdi kimseyi. Çünkü kimseyi kırmak istemezdi isteyerek. Bu yüzden her gelene olabildiğince güzel bir dille hayatında biri olduğunu söyler ve onun bu şekilde kalkıp gitmesini sağlardı.
Yalnız olmak sorun değildi Mısra için. Sorun yalnız olamamaktı.
Adını seviyordu. Adı, şimdiye kadar hiç şiir yazmadığı ya da kendisine bildiği kadarıyla hiç şiir yazılmadığı halde bütün yazılan şiirlerde yer aldığını düşünmesine yol açıyordu.
Şimdiyse arkasında duran kişi, bir silah gibi doğrultmuştu adını sırtına doğru. Gözleriyle etrafa bakındı, yardım ister gibi. Etrafından geçen insanları süzdü hızlıca. Araba süren, bisiklet süren, elinde çantalarıyla oradan oraya gezen, ya da banklarda boş boş oturan insanlar vardı. Biraz daha durdu ve daha çok diğer insanların yardıma ihtiyaçları olduğunu düşündü.
Gözlerini karşısında duran markete dikti. Parasının üzerini almayı bekleyen bir adam vardı. Solundaki mağazaya çevirdi yavaşça. Kaldırıma değdirmemişti hiç bakışlarını. Arkasında her kim varsa kendisinin korktuğunu düşünmesini istemiyordu. Son kez hızlıca düşündü. Sokak ortasında annesini kaybetmiş küçük bir kız gibi bağırıp ağlayamayacağı için, arkasını dönmeyi seçti.
İstemeden de olsa eğdi bakışlarını aşağıya. Belki de uzun zamandır ilk kez korkuyordu bu denli. Bağcıklarına kadar çamura bulanmış bir çift ayakkabı giyiyordu. Sanki çok ol almış, çok aramış gibiydi bir şeyleri. Dokunsa yıkılacak gibi, elini uzatsa tutacak gibi. Öylece duruyordu adam Mısra'nın karşısında. Gözlerini yavaşça kaldırdı Mısra. Dizlerinde ne kadar silmeye çalışsa da hala belli olan toprak izi vardı adamın. Ve gözleri, ayakkabısındakiyle aynı çamur renginde, yaratılıştan gelen mucizevi bir canlılık var gibi bakıyordu Mısra'nın gözlerine. Bütün insanları tek tek gözlerinden çıkarmış gibi.
'Artık geri döndüm Mısra. Senin için. Söz verdiğim gibi. Beni unutmadığını biliyorum. Çok uzaklardan geldim buraya. Çok yorgunum.'
Haklıydı adam. Mısra tanıyordu onu. 9 yaşında, öldüğünü öğrendiği arkadaşının ta kendisiydi bu. ?Ama nasıl olur!' dedi içinden. ?Nasıl burada olabilir? Ya o ölmedi, ya da ben...' devamını düşünmek istemedi Mısra. Elbette ki kendisinin yaşadığına emindi. En az karşısında duran adamı gördüğü kadar. Öyleyse kimdi bu, Bora'yla aynı çamur gözleri taşıyan adam.
'Dediğim gibi buraya çok uzaklardan geldim. Bedenimde yeni bir göçü kaldıracak güç yok. Aslında bir artık bedenim de yok. Bana ihtiyacın olduğunda ne olursa olsun yanında olacağımı söylemiştim. İşte buradayım. Unutmuşum bu kaldırımların ne kadar soğuk olduğunu. Buna alışmam gerek. Çünkü artık hep burada olacağım.'
Bora'nın bu konuşmaları Mısra'nın aklında şimdiye kadar bildiği bütün bilgileri yaktı. Bir süre doya doya izledi küllenen duygularını Mısra. Her şeyin yandığını düşündü zihninde. Bütün tarihlerin, savaşların, barışların, insanlığın...
Kaçıp gitmek istiyordu oradan. Hiç arkasına bile bakmadan ölene kadar koşmak istiyordu. Ruhuna bütün diyarları kaldırabilecek güç verilmişti belki ancak bedeni ruhunu bile taşımamak için direniyordu adeta Mısra'yla.
Eğer bora gerçekten öldüyse, ki ölmüştü, o zaman şu an karşısında duranın ne olduğunu çok iyi biliyordu Mısra. Artık tek korkusu bu gerçeği kendisine itiraf edemeyeceğiydi. Oradan hiçbir şey olmamış gibi arkasını dönüp gidebilirdi de. Peki hiçbir şey olmamış mıydı gerçekten?
Ne olursa olsun yalnızlığına kendi başına çare bulmuştu artık.
'Hadi gel...' dedi elini Bora'ya doğru uzatarak. Bora da hafif tozlu eliyle tuttu Mısra'nın kendisine doğru uzanan elini. İnsanlar Bora'nın içinden geçip giderken, Mısra da ilk defa elini tutan birinin mutluluğuyla yürüyordu hayalin kaldırımlarında.
Peki hiçbir şey olmamış mıydı gerçekten?
Öyküleme dilinizi çok sevdim Kağan Bey. Harika anlatıyorsunuz. Sonuna kadar okutturuyor diliniz satırları. Kaleminiz dert görmesin. saygıyla