Hayallerim Ve Gerçeklerim - 7

İyilik, güzellik, fedakârlık, yüreklilikten geçen yolları karış karış bilirken neden şimdi hiçbirine sapamıyordum. Serdar'a daha yakın olmamak adına insanlıktan uzaklaşabilmeyi göze alabilecek miydim! Nilgün'ün yalvarırcasına gözlerimin içine bakması karşısında utancımdan mum gibi eriyordum. Empati kurarsam mağlup olacağımı bildiğim için kendimden ve doğrulardan kaçıyordum. Yüreğimin bir köşesi 'Nilgün, sen burayı hiç düşünme; annenle ilgilen, büyük geçmiş olsun' dileğinde bulunurken diğer köşesi 'Üzgünüm. Serdar Beyle aramın bozuk olduğunu biliyorsun. Onunla zıt düşüp işimden olamam. Bana anlayış göstermeni umuyorum' diyordu.

Düşüncelerim, kördüğüm olmuş gibiydi. 'Evet ya da hayır' söyleyeceğim tek bir sözcüktü ama o da ses tellerimde asılı kalmıştı. Kurtulsa belki sese dönüşecekti ama öylece duruyordu yerinde. Nilgün, tereddütlü halimi hissetmiş olmalıydı ki yüzünü asmıştı. Koridordaki suskunluk, aniden karşımıza çıkan Serdar'ın 'İkiniz de derhal odama gelin!' diyen gür sesiyle birlikte bozuluvermişti.

Adımlarımız hızlanmıştı. Serdar, bizden önce odasına girmiş ve koltuğuna oturmuştu. Biz, sus pus duruyorduk öylece. Serdar, masasının üzerindeki dosyayı Nilgün'e uzattı ve 'Mesai bitmeden önce Gözde'ye yaptığın her işi en ince ayrıntısına kadar anlat, hatta madde madde yaz. Herhangi bir sıkıntı yaşarsam eğer bilin ki sorumlusu tek kişi olmaz. Her ikiniz de eşit oranda suçu paylaşırsınız ona göre. Şimdi çıkabilirsiniz. Eksik veya noksan kalmış herhangi bir iş istemiyorum Nilgün! Gözde, sen de Nilgün'ün anlattıklarını hafızana iyi yaz. Yarın, ben onu bilmiyordum vs. gibi mazeretler istemiyorum. Çıkabilirsiniz!' dedi kaşlarını çatarak.

Nilgün, söylenenleri başıyla, ben de sessiz kalarak onaylamıştım. Nilgün, yerine oturduktan sonra ben de hemen bir koltuk çekerek yanı başına oturdum. En sık kullanılan dosyalara nereden ulaşabileceğimi, ne gibi işlem uygulayacağımı yıldırım hızıyla anlattı. Bulamadığım bir dosya veya erişemediğim bir bilgi olursa kendisine her an cep telefonundan ulaşabileceğini söyledi. Ona 'geçmiş olsun' derken kendime de diyordum aslında. Nilgün'ün odadan çıkarkenki bakışı 'İşte böyle baktırırlar yerime. Adam gibi olur deseydin sana teşekkür eder, yanaklarından bile öperdim' der gibiydi. Başkaları için çok bencil davranan Nilgün, şimdi çok haklıydı. Özel durumlarda insanlar daha mantıklı düşünebilmeliydi. Ama kaç insan her davranışında kusursuzdu ki.

Beş gün Serdar'ın dizinin dibinde, gözünün önünde olmak ne kadar korkunç bir şeydi. Sırtımı yasladığım duvarın arkasında Serdar'ın olduğunu bilmek ister istemez diken üstünde oturmama sebep oluyordu. 'Serdar Bey müsait mi? Bir evrak imzalatacaktım da!' diyenlerin ardı arkası kesilmiyordu. Sürekli telefon bağlamaktan da usanmıştım. Nilgün'ün bana bıraktığı işleri bitirdiğimde odaya vuran güneş, yerini floresan lambaya bırakmıştı. 'Şükür Yarabbim' deyip sırtımı koltuğa yasladım. Ya beş ya da on dakika geçti geçmedi ilk kez yüzlerini gördüğüm beş kişi içeriye telaşlı bir şekilde girdi. Kısa boylu ve gömlek düğmesi göbeğinden ötürü bağımsızlığını ilan etmiş olanı diğer arkadaşlarını da işaret ederek 'Serdar Bey bizi bekliyordu. Lütfen bir an önce kendisine, geldiğimizi söyler misiniz?' dedi. Bir yandan da girişteki aynaya bakıp saçını başını ve kravatını düzeltiyordu.

Hemen doğruldum ve 'Hoş geldiniz efendim! İzninizle' deyip Serdar Beyi aradım. Serdar'ın tepkisi kendisine yakışan ve beklediğim türdendi yine!'

'Bekletme misafirlerimi! Çabuk içeri gönder hepsini! Ne duruyorsun Allah Allah!'
Zoraki bir tebessümle 'Serdar Bey müsait efendim. İçeri geçebilirsiniz' dedim demesine ama bu tarz konuşmalar midemde kasılmalar meydana getiriyordu. Sık sık 'keşke Nilgün'ün annesi düşmeseydi' diyor sonra da düşündüğüm şeyden dolayı yanaklarım kızarıyordu.

Mesainin bitmesine bir saatten az bir zaman kalmıştı. İçim daralmıştı birden. Belki kafam dağılır diye bir sonraki gün onaya sunulacak bir evrağın şimdiden göndermeye hazırmış gibi bürokratik işlemlerini yapmaya başlamıştım. Orijinalini dosyaya kaldırdığım evrağın üzerine 'aslının fotokopisidir' kaşesi basıyordum. Birden düşüncelere daldım.
Gerçekleşen hayallerim, düşlediklerimin aynısı olması rağmen neden mutsuzdum. Ruh halime uygun bir kaşe bastıracak olsaydım eğer 'Hayallerimin aslı gibidir' değil de belki 'hayallerim gibidir' ya da 'gerçeklerimin hayallerimle uzaktan yakından ilgisi yoktur' veya 'Gerçek denilen şeyin aslı astarı yoktur' şeklinde olurdu herhalde dedim kendi kendime. Çünkü; benim gerçekleşmesini umduğum hayallerimin yansıması hâlihazırdaki şekliyle olamazdı. Yüzümde ne güller açıyor ne de yabani otlar bitiyordu. Sararmış duygularımla beslenmiş bozkırdan farksızdı yüzüm.

Çalan telefonun sesiyle gerçek dünyaya dönmüştüm yine.

'Gözde! Bize beş tane kahve yap! Köpüklü olsun! Bir tanesi sade olacak! Yalnız acele et! Mesai bitmeden içelim!'

Ahize elimde öylece kalıvermiştim. Bu ne demek oluyordu şimdi! Bunca yıl boşuna mı okumuştum. Bu saatlerde kat görevlimiz Rukiye Ablayı bulmam imkânsızdı. Yine de bir umut koridora bakındım.

DEVAM EDECEK

22 Ekim 2011 4-5 dakika 47 öyküsü var.
Yorumlar