Hayatın İçinden
O günlük işimi bitirmiş duşumu almış koridorda ki aynada saçlarımı taramakla meşguldüm. Sofada ki konuşmalar kulağıma kadar geliyordu. Bir ara!
?Dur, enişteye soralım bunu. Dedi Dursun.
?Yok dedi Suat; ben o adama bir şey sormam. Bende, hasbel kader kafamı kapıdan uzatıp
?Neyi soracaksınız? Dedim. Suat utancından kızarmıştı. Belli ki duymamdan rahatsız olmuştu. Yanlarına gelip sedirin bir köşesine iliştim.
?Hadi sorun bakalım neymiş bu soru bende öğreneyim. Dedim.
?Cennet-Cehennem var diyorlar gidip de gelen var mı ki? Dedi Suat. Bu soruyu hiç beklemiyordum doğrusu. Onu cevaplayacak bilgiye sahip değildim çünkü. Yine de bir cevap vermek zorunda olduğumu hissettim. Belli ki Suat, okuduğu materyalist yazarların kitaplarının ve çevrenin etkisinde kalmıştı. Zaten akraba ve arkadaş çevresinde mütedeyyin insan pek yoktu. Bazıları sadece Cuma günleri mescide giderken, bazıları bayramları görürlerdi mescidin kapısını. Onda da imamın verdiği vaazı ve okuduğu hutbeyi eleştirirlerdi. Dolayısıyla, Suat'ın böyle bir soru sorması gayet normaldi. Bu sorunun cevabını verirken önce Allah'ın varlığına deliller göstermeliydim Suat'a
?Peki, Suat şu gördüğün incir ağacının çekirdeğine bak. Bir de ağacın büyüklüğüne. Bu koskoca ağacın kaderi küçücük bir çekirdeğe yazılmış. Şimdi bu ağacın kaç yıl yaşayacağı, ne kadar büyüklüğe ulaşacağı, kaç tane meyve vereceği ve kaç dala sahip olacağı, bu çekirdeğe yazılmış olmalı değil mi? Desek ki! Bunu tabiat yarattı. Peki, tabiatı kim yarattı sorusu gelmez mi? ardından. Ve insan o zaman milyonlarca ilah'a inanmak zorunda kalmaz mı? O zaman bir tek İlah'a inanmak mecburiyeti olur ki aslolanda budur. O'nun varlığına delil istersen en güzel delilleri, bilim sunuyor aslında bize. Mesela maddenin yapı taşları olan atoma bakalım. Bizim boşluk olarak gördüğümüz şey aslında doludur bunu artık herkes biliyor. Havayı da atomlar oluşturmakta. Ve bu atoma öyle vazifeler verilmiştir ki o bunların hepsini sıfır hatayla yerine getirmektedir. Mesela şimdi benim sana konuştuklarımı sen duyuyorsun ama Dursun da duyuyor. İstersen bu örneği biraz daha açalım. Sokağın başında bir topluluk düşünelim. Bu topluluk bir slogan atsın. Bu seslerin arasından kadınların, erkeklerin ve çocukların sesini ayırmamız mümkün. Neden? Çünkü atomlar vazifesini bihakkın yerine getiriyorlar. Sadece ses mi? Işık, ısı, elektrik, radyo dalgaları ve görüntüleri de hatasız taşıyorlar. Peki, bu atomlar çok mu akıllı? Ya da insandan daha mı üstün? Bütün bu özellikleri atoma veren Allah, onu tanımayı ve onun vasıtasıyla kendisine ulaşmamızı istemiyor mu? Aslında, örnekler çoğaltılabilir ama ben buna lüzum görmüyorum. Şimdi, maddenin temel taşı olan, görebilmek için milyonlarca kez büyütmemiz gereken atomun yapısına bile, bu kadar incelik koymaya muktedir olan Allah, şu an mevcut ama başka bir boyutta, Cennet-Cehennemi yaratmış olamaz mı? Yahut da bir şeyin olmasını istediğinde, onun olması için ona, ol demesi yeten Allah, kıyametin akabinde, Cennet ve Cehennemi yaratamaz mı? Sonra bir şeyin varlığını ispat etmenin yolu illa da onu görmeyi gerektirmez. Aklımızı da göremiyoruz ama varlığından şüphemiz yok. Elektrik ve her saniye ciğerlerimize çektiğimiz hava gibi.
Suat benim verdiğim cevaplardan ne kadar etkilendi bilmiyorum ama kendisinde hiçbir değişiklik olmadı. Zaten bu kısa konuşmada da bunu beklemiyordum. Daha sonraki karşılaşmalarımızda bu konulara hiç girmedik.
2 yıl sonraydı. Suat kardeşi Dursun'la Adana'ya geldiler. Önemli bir devlet memurluğu için sınava gireceklerdi. Aramızda geçen o meşhur tartışmadan sonra ben notumu vermiştim Suat'a. Bundan dolayı her namazın ardından dua ediyordum.
? Yarabbi Dursun kazansın Suat kazanmasın diye. Çünkü Suat'ı öyle önemli bir görevde düşünemiyordum. Dursun ise daha mutedildi. Merakla beklediğimiz sonuçlar açıklandığında ben adeta yıkılmıştım. Çünkü Suat kazanmış, Dursun ise kaybetmişti. Sadece, vardır bir hayır diye düşündüm.
Suat göreve başlayalı 1 yıl olmuştu ki annesi telefonla beni aradı.
?Mustafa, Suat'ımdan haberin var mı? Endişelenmiştim.
?Hayırdır hala ne oldu Suat'a. Diyebildim endişeyle.
?Suat'ım namaz kılmaya başlamış duymadın mı? Şaşırmıştım.
?Hala, yanlış duymuş olmayasın. Dedim.
?Yok, yok yanlış duymadım, gerçekten namaz kılıyormuş. O an içimdeki sevincin tarifi mümkün değildi. <Hayır gibi gördüğünüzde şer, şer gibi gördüğünüzde hayır vardır> ayetini hatırladım o an.
Mayıs ayının sonlarıydı. Eve geldiğimde herkes evin önünde çaylarını yudumluyordu. Kapı aralığından baktım içeride biri namaz kılıyordu. Dikkatlice baktığımda, bunun Suat olduğunu gördüm. Suat namazını bitirdiğinde ona öyle bir sarılmam vardı ki sormayın.
O yıl içerisinde Suat'ın görev yaptığı ilçeye gittim. Görev arkadaşlarının yüzlerinden nur damlıyordu adeta. Kendi kendime, nurların arasında duranlara elbette nur bulaşır. Dedim. Böyle bir yerde Suat'ın dönüş yapmaması garip olurdu zaten.
Suat o yıl tutamadığı oruçların kazasını yapmış, üç ayların tamamını kefaret orucu tutmuştu. Kılamadığı namazların da kazalarını an be an yapıyordu. Hidayette inayette Allah'tan değil mi?
27.01.09
severek okudum...