Haydi Venüse

(Yabancı 1)


Güneşin içine doluşunu hissediyordu. Engin mavi denizin kıyısında katlanabilir şezlongunda oturmuş, kucağında sayfalarını çevirmeye üşendiği kitabıyla öylece dalmış gitmişti. Gözlerini ışıklı parıltılarla oynaşan denizden indirerek kendini tekrar kitabına vermeye çalıştı. Sayfadaki kelimeler harflerine ayrılmış, anlamlarından uzak garip şekiller gibi görünüyordu. Tekrar isteksizce kitabın kapağını kapatarak göğsüne bastırdı. Kumsala vuran dalgaların hışırtısı ile birlikte bastırılamaz bir rehavetle gözleri ağırlaştırmaya başlamıştı.
Gün boyu yaptıklarını düşündü bir süre. Sabah erkenden bomba gibi bir kalkış. Kahvaltı sofrasındakileri silip, süpürme ve kendini kumsala atış. Ayvalığa geldiği günden beri her zaman yaptığı gibi kocaman pembe çiçekli ağacı gördüğünde yeni bir güne doğayla birlikte başlamanın hazzı... Tüm kalbinde bunları hissediyordu. Bu sabah yine sevgili ağacının altında durup bir kaç saçma söz söylemekten kendini alamamıştı. "Çocukluğunu bilirim ben senin, günaydın koca çarpık gövde" Sonrada sanki söylediğinden utanır, affettirmek ister gibi sıkıca sarılmıştı. Ağacın sert kabuklarına burnunu dayamış kokusu içine çektikten sonra. Rüzgarda hafif hafif çıtırdamasını dinlemişti.
Küçük oğlu bahçeye çıktığında annesini ağacın dallarından birine tünemiş olduğunu gördüğünde oğluna seslenmişti "Gelsene bak karşı dalda boş yer var burdan komşu balkon daha iyi gözüküyor". Bu "Komşu Balkon" kelimesini özellikle vurgulayarak ve birazda sırıtarak söylemişti. Oğlunun biraz kızararak omuz silkip hızla kahvaltıya geri döndüğünü görebiliyordu. Oysa komşu balkonda bu sabah kimsecikler yoktu. Hele siyah saçları omuzlarına dökülen zarif genç kız , burnunu camdan bir kere bakmak için bile uzatmamıştı. Şimdi dünden kalan yorgunluğu,deniz suyu ve güneşin tatlı izlerini uyku ile atmaya çalışıyor olmalıydı. Bir kaç kaçamak bakış ve deniz kıyısında küçük bir karşılaşma dışında kızın hakkında hiç bir şey bilmediğini fark etti. Minik kalp çarpıntıları başlıyordu galiba o hep küçük kalacağını sandığı genç adamla bu naif genç kız arasında. Hemen oracıkta bir kaç hayal kurdu oğlu ve kız için. Bir an girişi sarmaşıklarla süslü evin kapısında el ele hayal etti onları. Sonrasında nedendir bilinmez bir acı ve hayal kırıklığı doldurdu benliğini. Geçmişten gelen bir ağırlık başından ayaklarına süzüldü.
Ağaç sefası böylece bitmiş oldu. Bir kedi gibi ustaca kendini fazla yüksek olmayan daldan yere bıraktı. Çimenlik küçük yoldan evin arka tarafına süzülerek oğlanların pekte yüzüne bakmadığı bisiklete yöneldi. Kasabaya uzanan dar yolda biraz pedal basmak hiçte fena bir fikir değildi.
Güneşin hızla yükseldiği, sabah vaktinin o buğulu aydınlığını acımasız bir gerçekliğin aldığı saatlerde başına yeşil kasketini taktı, uzun sarı saçlarını toplayıp kasketin arkasındaki küçük parçadan sarkıtarak yola koyuldu.
Yüzüne çarpan serin rüzgar ve tepedeki güneşle yanmaya başlayan mıcır asfaltta bir zaman pedal bastı. Dev bir apartman altında yer tutmuş küçük bakkaldan bir parça yiyecek alıp sepete yerleştirdikten sonra nihayet kendini küçük kumsalına ve denizin içine uzanmaya çalışıp da bunu başaramamış gibi gözüken tahta iskelesine ulaştırmıştı.
Gün boyu buralarda olacaktı.
Bir müddet denize giren çocukların bitmek bilmeyen bağrışlarını izledi .Maviliklere açılan küçük kayıkları saymaya çalıştı. Sonunda da dayanamayıp kendini sulara bıraktı.
Denizin içinde sonsuz huzuru yakaladığını ve ulaşılmaz olduğunu düşünürdü hep. Tuzlu suyun gözlerini yakışını, suyun altına daldığında kulaklarına gelen o garip uğultuyu yeniden, yeniden yaşamak. Tüm istediği buydu. "Ben bir balığım " diye düşündü. "istediğim yere giderim hiç bir yol yok önümde".
Ağaçlar kadar sağlıklı, balıklar kadar özgür. O anda tüm dünyanın ruhunu duymayı başardı. Hızla dönen, varlıkların rahmi. Bazen çok kızan, yok eden. Sonunda şefkatle yine koruyan , her şeye defalarca yeniden başlayan dünya.

Kalan zamanda yine iskeledeydi. Defalarca sulara bıraktı kendini. Vücudundaki su ile denizin kaynaşmasını ister gibi uzun saatler geçirdi. Sonunda biraz yorgun biraz bıkkın kitabının sayfalarına başlamak için şezlonguna uzandı.
Gün boyu topunu hızlı bir vuruşla ta yanına gönderen birkaç çocuk ve terk edilmiş iskeleye gelen bir kaç yaşlı dışında hiç kimseyle konuşmadı. Bugün suskun bir günündeydi anlaşılan. Oysa kelimelerin beyninde dans ettiğini ağzından kaçmak için türlü bahaneler yaratan biri olduğunu biliyordu. Yinede suskun bir gündü işte. Garip bir rehavet sarmıştı . Sanki dünyaya iyice bakması gerekiyordu. Gözlerini ve kulaklarını açıp teninde tüm dünyayı hissetmesi gerekiyordu. Neden böyle olduğunu bugünün özelliğini anlayamıyordu.
Akşam saatlerinde kıyının hemen kenarındaki restorandan tabak ve çatal sesleri duyulmaya başladığında eve dönüş zamanın geldiğini farketti.
Bisikletine atladığında restoranın hoparlörlerinden gelen şarkı ile biran durdu. Şarkı denizden kumsallardan, martılardan bahsediyordu. Eski bir şarkı olmalıydı. Kulaklarındaki müzik beynin bir yerinde tatlı bir yumuşaklık ve esinti bırakmıştı. Yine nedenini bilmediği bir huzurla bu melodiyi son notasına kadar ezberleme isteği duydu.

Gece tüm karanlığı ile küçük kasabanın üzerine daldığında, onlar masalarına oturmuş beyaz kadehleri yudumlamaktaydı.
İçki, midesinden kanına ordan kafasının içindeki en ücra köşelere doğru yavaşça yayılmaktaydı. içkinin bu halini çok seviyordu. Beynindeki tüm nöronların yavaşça birbirinden uzaklaşarak sonsuzda kayboluşunu onunla birlikte tüm düşünce ve anıların birbirinden uzaklaşmasını hissetti. Kafasının içindeki her şey anlamını yitirmiş parçacıklar halinde uzak yerlere savruluyor, tatlı hoş bir boşluk bu silinesi anıların yerlerini alıyordu. "Güzel olan her şey niye insanlar için zararlı"
Masadakiler birazda şaşkın, gözlerini çevirdiler ona doğru. Sonrada konuşmalar yine kaldığı yerden devam etti bu kısa aralıktan sonra. "Hayatın felsefe senin kızım".
Kim söylemişti bunu o anda görmüyordu bile. Sadece duymuştu. Gerçekte plajdaki müzikte takılı kalmıştı aklı. "Deniz ve mehtap sordular seni neredesin ?"
Yatağına uzandı. Gece bitmiş artık sadece yatağı ve açık penceresi kalmıştı geriye.
Çok geçmeden deliksiz, zifir gibi bir uykuya teslim oldu.
Gece ilerledi. Penceresindeki yıldızlar göz kırpmaya devam etti aralıksız. Zaman ilerledikçe içlerinden bir tanesi çokça parlar gibi olmuştu. Dünya yeni bir güne koşarken Sabah Yıldızı kendini göstermeye başlamıştı.
Yabancı, vedalaşma vakti geldiğini biliyordu. Misafirlik bitmişti. Evinin çağıran ışığını görebiliyordu uyuyan dostunun kapalı gözlerinden. Yavaşça uzandı ve uzaklara olan yolculuğuna son bir veda bakışı ile başladı. Venüs'e giden yol çok uzundu. Bir çok güzel anıyla ayrılıyordu bu mavilikten. Kulağında hala eski melodi çalarken. Bir günlük anılarla birlikte yıldızlara doğru yöneldi.
Sabahsa Genç kadın uyandığında, hayatındaki sıradan bir günü ama büyük bir boşluğu farketti. Dün ne olmuştu. İçindeki o garip hisler neydi. Gün boyu yaptıklarını hatırlamaya çalıştı sadece bir boşluk ve bir melodi ile karşılaştı. Sanki o günü bir yabancı ile geçirmişti. Kendi Hayatına, tekrar kendi yabancılığı ile devam etti....

02 Mart 2009 7-8 dakika 4 öyküsü var.
Yorumlar (1)
  • 8 yıl önce

    Günün öyküsünü ve yazarımızı kutlarızud83eudd20ud83eudd20