Hüzün ağacı
Kalbi, sarsıla sarsıla nereye gittiğini bilmeden kah yürüyor,kah koşuyordu. Belli ki bulunmak istemiyordu evin sancılı sesleri arasında, her odasında ve köşesinde yenilenen acıları hissediyor kahırlı geçmişi hatırlıyordu. Günlerdir kimseye açmadığı gizli sıkıntıları yüzünden evin içinde boğuluyor ve kaybolmak istiyordu tanıdık tanımadıkların bilmediği uzaklara karışmak, bir daha dönmemek istiyordu. Her gün, her gün duyguları çok yıpranıyordu. Nelere katlanmıyordu ki,bu kaçıncı dayanılmaz sıkıntı ve acılar. Daha ne kadar sürecekti, uzayıp gidiyor arkası hiç kesilmiyordu. Hatırladığı kadar çok az mutluluklar yaşamıştı, güldüğü günlerin sayısının az olduğunu düşündü. Oysa ne güzel hayaller ne güzel gelecekler düşlüyordu, zaman zaman kendi kendi ile gülüşüyor mutluluk dansları bile yapıyordu. Çevresine gıpta ile bakıyordu o mutlu hoş sevinçli insanların hayatlarına, fakat gerçekleşmesi bir o kadar da imkansız güzel olayların hiç birisine kavuşmasını imkansız görüyordu. Çocukluğu ve gençlik yılları bir türlü huzurlu ve mutlu geçmemişti. Evet belki bu özel durumlar her insanın başında veya ailesinde yaşanıyor olabilir, ancak kendisinden sorumlu olmalıydı ve bir an evvel toparlanmalıydı, yok olup gidemez hiçlik içinde değersizleşemezdi. Hayır dedi, sabredecek ve direnecekti tüm imkansızlık ve acılarıma rağmen hayata tutunmasını bileceğim diyordu. Yalnızlığım ve içinden çıkılmaz sorunların buna engel olmasına, ümitsizlikler yaşatmasına izin vermeyeceğim,diyordu. Ne kadar yürümüştü farkında değildi bu düşüncelerle hem yürüyor hem yüzleşiyordu,yorulduğunda anladı bu kalabalık şehirde şu çılgın trafikte araba ile yola çıkmak yerine her zaman yürümeyi tercih ederdi, nefes nefese kalmıştı, ağlamak geliyor içinden ancak inat ediyordu ve savaşıyordu, asla ağlamayacaktı. Zayıf olduğunu ne kendisine ne de çevresine göstermeyecekti. Evet boğazına düğümlenen ve az kalsın ağlayacak gibi olduğu anları zor atlatıyordu. Çekilen sıkıntıların ağırlığından gözlerinin karası büyüyor ,hıçkırıklarının duyulmaması için ne yapacağını bilemiyordu, ama bir şekilde onu tutuyordu. Bu şehir İstanbul daha kimleri hangi dertlerle hayatları söndürüyor ve kötürüm yapıyordu. Korkmuyordu hayattan ve bu büyük kentten, her şerrin içinde bir hayır aramak inancına sıkı sıkı sarılıyordu. En güzel kokulu çiçeklerin gübrelikte yetiştiği gerçeğini düşündü,en zor günlerden geçiyor olsa da bir gün mutlaka aydınlığa kavuşacaktı. Ne zaman günlük güneşlik bir hava olsa bunun tadını çıkarmak istese de, bunu doyasıya yapamıyordu. Neden mi yapamıyordu işte bu geçmek bilmeyen anlaşamamazlıklar, bir varlık bir yokluk çeken ailenin sıkıntılı konuları. Bu yüzden ince bir hüzün yüzünde her zaman geziniyordu.Ah bu şehir, nasıl bir kader yaşatıyordu kendisine ve ömrünün hangi virajını alıyordu. Kaldıkları evi gözlerinin önüne getirdi her bir odası rutubet mi yoksa yaşadıkları gözyaşı üzüntülü günlerin ağırlığından mıdır, beden ve ruhunun yaşlandığını hissediyordu.Hastalık ve isteksizlikler peşini hiç bırakmamıştı. Ne zaman eve yaklaşsa içindeki tüm çiçekler soluyor ve kuruyordu.Yaklaştıkça nasıl uzaklaştığını çözemiyordu.Günler günleri kovalıyor bir gün düzelir ümidi ile ailesine sarılmaya kendini zorluyordu. Neticede beklenen sonuç günün birinde gerçekleşmişti,annesine sürekli kabalık ve haksızlık eden babası ile yollarını ayırıyordu.Artık bundan sonraki yıllarını annesi ile beraber geçirecek onu hiç bırakmayacaktı.Hayata onunla tutunacak onunla devam edecek ve ona sığınacaktı,her ne olursa olsun.
Hava açık ve güneşliydi. Yaşadığı sıkıntıları üzerinden attı, atmamıştı kısa kesik öksürükleri devam ediyordu. Bedensel rahatsızlıkların üstesinden gelirim diyordu ancak ruhunu inciten dertlerin üstesinden gelmekte kendini güçlü göremiyordu. İyi ki annesi her zaman yanında ve biricik sığınağı olmuştu. Onunla kendine geliyor ve daha sakin daha inançlı ve daha savunmacı oluyordu. Savaşmayı ve ayakta kalmayı annesi sayesinde kavramış küçük yaşlarından beri bu uğurda kendini hayata karşı hazırlamıştı.Yaşıtları içinde daha ağırbaşlı ve mesafeli duruşu hemen göze çarpıyor bu farklılığı ona yakışıyordu.Sık sık yeni işler daha iyi şartları olan işlerin birinden çıkıyor diğerine giriyordu,bugün Avrupa yakasında olan yeni bir iş görüşmesi için otobüse binmişti,çok nadirdi köprüden karşıya geçtiği ve muhteşem bir manzara ile her defasında büyülenerek istanbul'un bu görsel eşsizliği karşısında büyüleniyordu.Gözlerini kırpmadan bakıyor şehrin maviş güzelliği ile yarınları için umutlanıyor,ruhuna huzur ve kendine güvenme duygusu doluyordu. Otobüsten indi, yüreği yorgundu ve biraz nefes almak istiyordu.Başının üzerinden geçen uçağa baktı,içinde olmak hatta hiç inmemek üzere onunla uçmak..uçmak geldi içinden. Öteden beri gökyüzünde gezinen gözleri,mavi boşluklarda gizemli uçuşlar yapan uçakların seyrine hayrandı. Yeni iş başvurusu hostes olmak içindi, başvuru ve mülakat aşaması için buralara kadar gelmişti. Ne zaman karar vermişti hatırlayamadı ama sanki içinde bunu hep taşımış olmalıydı, hostes olmak istiyordu evet hostes olmayı son yıllarda daha fazla düşlüyordu çünkü bu yeryüzü giderek kirleniyordu,insan ilişkilerinden toplumsal ayrışmalara kadar uzanan gerilimler ve dünya politik siyasi gerekçelerin servis ettiği çatışmalar,her şey her şey masumluğunu kaybediyordu. Tek çıkış yolu gökyüzünde yurt edinmekti, günlerdir bunu hayal ediyordu. Evet adresi nihayet bulmuştu saatine baktı vakit vardı,etrafına bakındı Erguvan ağaçlarını gördü, ah erguvanlar, erguvan ağaçlarının dağıttığı mutluluk duygularını hemen fark etti, bu güzel havayı derin derin içine çekti. İşte dedi, İstanbul şehri bu !! mavi ve yeşil şehre ancak böyle bir renk güzellik katabilirdi. Pembe renkli çiçekli ağaçların boğazın yamaçlarında ve yeşilliklerin içinden gülümseyişleri muhteşem bir görsellik sunuyordu.Yürümeyi en çok bunun için seviyordu.Boğazın iyot kokulu serin akışını hissetmek ve erguvanları seyretmek onu az da olsa içinde bulunduğu düşüncelerden temizliyordu.Okulunu getirdi gözlerine bu sene son yılıydı boğaza nazır binası ile okul, bir çok doğal güzelliğin içindeydi. Okul bahçesinde beş tane erguvan ağacı vardı,onları görmek bile yetiyordu, çünkü biliyordu ki çok kısa bir zaman için ağacın pembe çiçekleri devam edecekti. Daha sonra kaybolacaktı bu güzel renkli çiçekler. Merak etti acaba neden uzun ömürlü değildi,sanki ağaç,çiçeklerini insanlardan kıskandığı için kısa bir zaman dilimi sonunda çiçeklerini çekiyordu.Ne zaman bahçeye çıksa yüzünde güzel bir tebessüm açmasına sebep olan erguvanları kendine dost edindi.Utancından kızaran ağaç olarak bir hikayesi vardı bunu bir yerde okumuştu. Erguvanla ilgili mevcut en eski bilgiler Hz. İsa dönemine aitti,trajik bir hikayesi vardı erguvan ağacının: Havarilerinden biri (Yahudi) Hz. İsa'ya ihanet eder ve sonra da pişman olur. Bu pişmanlık onu ölüm düşüncesine sürükler; kendini erguvan ağacının dalına asar. Bu hain adamın alçaklığını sindiremeyen erguvanın önceleri beyaz olan çiçekleri utancından kırmızı/pembeye dönüşür. Bundandır ki, Latince ismi cercis siliquastrum olan erguvan ağacına Hıristiyanlar Yahuda (Juda) ağacı derler. Hikayesi ne olursa olsun bu ağaçların varlığı istanbul'a baharın gelişini müjdelediği gibi kendi ruh dünyasını da parlatıyordu. Erguvan ağaçları ile kendi dünyası arasında bağ kuruyordu, yüzünün solgun rengi ve gülmeyen gözleri yıllarca babasının kabus dolu yaşattığı günler yüzündendi,çocukluğunu ve gençliğini yaşayamadı anlayamadı hatta,bu sancılı geçmiş ona hep şunu söyletiyordu,'her zaman ve hiç bir zaman ne yazık ki yankılanmadı sevinçli yüzümün haykırışları göğün mavi boşluklarında', Erguvan ağacının hüzünlü hikayesi içine kendini bıraktı. İşte benim bu fark edilen veya edilemeyen hüznümün baharı ne zaman gelecek diye duraksamadan çabalar dururum ama hep buruk, insanların mutlu oldukları ortamlarda bile buğulu bir yalnızlık ve içe dönüş ve belirsiz bakışlarımla olurum, ne hazin bir sessizliktir bu benim serüvenim dedi, kaç hançer yemiş olmalı ki susup bir köşede beklemekte bedenim, cezalandırılmış çocuklar gibi gezdirip duruyorum kendimi,dedi. Genç kızın erguvan ağacı ile kurduğu düşünceleri ve duygu yoğunluğu gitti geldi hayatının sularında. Kolay kolay ağlamayacağım demişti bir keresinde, acaba büyük bir söz mü etmişti,gözyaşları olmayan gözlere sahip olmak istemezdi, çünkü sevginin ve mutlulukların kimi zaman belirtisidir, kimi zaman da dualarımızın..diye düşündü ve tutamadı kendini. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu bir bankın üzerinde başvuru yapacağı iş yerinin öğle sonrası mesaisinin açılmasını beklerken.
17.04.2013/beylerbeyi