İçimdeki Yabancılar
Karanlıkta öylece kalakalıyorum; gözlerim açık, tavana bakıyorum; tavanın rengi beyaz; gözlerim, karanlıktan ötesini göremiyor. Ruhumun ve bedenimin ayrı olduğunu hissedemiyorum. Soğuk çok soğuk üşüyorum. Bedenim üşüyor. Ruhumda birlikte. İçimde başka birileri var da çıkmak istiyorlar sanki kasılıyorum, ruhum da beraber. İyice geriniyorum, geriliyorum. Ruhum da... Rahatlayamıyorum. Bir türlü çıkmıyor içimde ki benden olmayanlar... Sağa dönüyorum.
Duvar açık pembe, ben gece karası, gece zindan. Bacaklarım nerede durması gerektiğine bir türlü karar veremiyor. Sürekli yerimi değiştirmek istiyor içimde ki yabancılar. Dişlerimi sıkıyorum. Sola dönüyorum...
Solda ki lambanın, düğmesine basıyorum gözlerim kamaşıyor. Kalkıyorum. Bir süre koridorda yönünü kaybetmiş dümen gibi yürüyorum. İçimdeki yabancıların arzusuna göre beden hareketleri yapıyorum olmuyor, yönümü banyoya çevirip bir soğuk bir sıcak bir ılık suyla ayaklarıma, bacaklarıma tazyikli su tutuyor, sanki içimdekileri (!)ayaklarımdan çıkartmaya çabalıyor gibiyim. Olmuyor...
Yatağa gömülüyorum. Uykum var. Tam uykuya dalacağım zaman içimde ki yabancı uyandırıyor. Sayamayacağım kadar çoklar. Hepsi bir ağızdan bağırıyor. Kaslarımdan dışarı çıkmak istiyorlar. Ben de çıksınlar istiyorum. Bir saniyeliğine bile olsa yok olsunlar istiyorum. Onlar da rahat değiller, ben de. Dalıyorum...
Hiç nedensiz gözlerim açılıyor. Yabancılar sürekli hareket halindeler. Biri itiyor, geriniyorum. Biri elinde ki iğneyi batırıp, batırıp çekiyor. İrkiliyorum. Biri bulunduğu yerde üşümüş olacak ki ateş yakıyor yanıyorum. Diğeri yakacak ateş bulamıyor olacak ki; iyice büzüşüyor. Donuyorum. Bir başkası yanaklarımı aşağıya doğru çekiştiriyor gülemiyorum. Kıpırdanıyorum. Diğeri yerine sığamıyor kasılıyorum. Birisi çocuk olsa gerek ki; kaslarımın en derinlerinden gıdıklıyor, kaşınıyorum. İçlerinden biri çok acımasız, elinde ki denizkestanesini kaslarıma iyice saplıyor. Bağırıyorum. Kimileri Isırıyor, vuruyor, canım yanıyor. Kaslarımı kemiklerime yapıştırıp, kemiklerimden ayırıyorlar. Uyuşuyorum, Ağrıyorum, ağlıyorum. Tahammülsüzleşiyorum. Tükeniyorum...
Güneş doğuyor öyle yorgunum ki; onlar da yorgunluktan kasılmış kalmışlar. Ya da bana çok kızgın olmalılar ki kalkmamı engelliyorlar. Tutuluyorum. Her biri bir başka tarafa çekiyor. Sabaha kadar mumyalamış olmalılar bedenimi. Kalkamıyorum...
Kendimi, hapishanenin demirleri ve taştan duvarları, onları da suçlu ilan ediyorum... Çok kızıyorum...
Aklıma içimde ki bu yabancıların adı takılıyor hepsinin adı da aynı (fib-ro-mi-yal-ji) oysa yaşattıkları farklı... Musikideki kromatik sesler gibi, 'adları aynı çıkardıkları sesler farklı'(!) Dilime bir şarkı takılıyor 'Kimseye etmem şikâyet...' dilim dönmüyor. Okuyamıyorum...
Gözlerim ağırlaşıyor. İçi su dolu sünger oluyorum. Her gözeneğimin içine çimento dolduruyorlar. Bu kadar su midemi bulandırıyor kusamıyorum. Betonlaşıyorum. Çok ağırlar. Taşıyamıyorum.
Bu betonları hangi dozer sökebilir ki; yaşayamıyorum, YAŞAYAMIYORUM...
RUHUMDA...
Ve dedi şair:
...Ve ben çıkardım, içime gizliden giren yabancıyı...
Hepimizin vardır böyle yabancıları; kimileri yasak ve günahların çenbelediği arzularımız, kimileri sahip olamadıklarımız, kimileri ise sahipken yitirdiklerimizdir. Bu yüzdendir ki bazıları çocuk, bazıları gaddar olabilir. Bazen yaşattıklarımızdır bu yabancılar; güzel ya da çirkin, yaşayana ve yaşatılana göre değişen.
Yabancılarımız aradan çekildiğinde ise, biz kendimize yabancılaşırız belki. Alışmışızdır onlara, sancılı olsa da.
Dolu dolu anlatımınızın geceye sinen siyahına tebrikler...