İki Damla Yaş
Hava kararmıştı, TV yi açtı, kanallar arası dolaştı durdu.. İzlenmesi gereken bir şey yoktu ona göre onu sarmadı, komik olduğunu düşündüğü bir kaç reklam izledi, hafifçe tebessüm etti, ardından derin mi derin, bir of çekip ofladı..
Umursuzca sallana sallana balkona çıktı, caddedeki çöplükten kırıntı toplayan sokak köpeklerine takıldı gözleri, kedi ile köpeğin mücadelesini seyretti.. Uzun bir korna sesiyle kendine geldi..
Sonra gökteki dolunayın bulutlar arsından kayışını seyretti bir süre, o ara sanki kuyruklu bir yıldız kaydı gibi geldi.. Ve bir dilek tutu.. Keşke olsaydı şimdi yanımda dedi... Bir iç çekip mutfak balkonundan içeri girdi.. Yarım bardak su doldurdu, tezgahtaki cam sürahiden mavimsi bardağa, bir yudum almak için göz hizasına kadar kaldırdığında, aniden durdu, bardağa baktı, san ki bardak çatlamış gibi gözüktü, sonra sokak lambasının ışığıyla vuran tül perdenin yansıyan aksinin izi olduğunu anladı.. Sudan bir yudum aldı, ağzının içinde birkaç kez döndürdü suyu, ağzındaki suyu üç gıdamda parça parça yuttu, yutuşuyla birlikte gırtlağı bir aşağı bir yukarı inip çıkıyordu..
Sıkılıyordu, sıkıldığından suyu bile bir garip içiyordu..
Bardağı tezgahın üzerine bırakıp, yatak odasına yöneldi.. Komodin aynasındaki yansıyan aksine doksan derece dönerek şöyle bir baktı, loş ışıkta kıpkızıl görünren dudaklarını büktü hıh dedi..
Pembe yatağın üzerine sere serpe attı kendini.. Uzandı, birkaç dakika tavandaki avizeye baktı.. Sonra döndü duvara, camdan içeri süzülen sokaktaki ağaçların duvardaki gölgelerinin dansını izledi.. Gözlerini kapattı beş on dakika bekledi, uyumak için, ama olmadı..
Kalktı makyaj masasından rujunu aldı.. Saçlarını geriye doğru attı.. Kızıl dudaklarını iyice kızıllaştırdı, ruju gittikçe daha sert sürüyordu.. Beynindeki bin bir düşüncelerden ne yaptığının farkında değildi.. Ruju dudaklarından dışarı taşırdı, sıkıntısı hat safhadaydı..
Yatak odasından da çıktı, salona geçti, oturdu, başını üçlü koltuğun köşesine koydu, uzandı.. Gözleri nemlendi, beyninde uğultular başlamıştı..
Çıt sesi duysa, köpek havlasa, kapı çarpsa ağlayacaktı..
Zaten bahane arıyordu ağlamak için, bir bahane,
sağa baktı karanlık
sola baktı karanlık
perdenin arasından süzülen ışığa takıldı gözleri, duvarda yaprak gölgesi ve yanında incecik çizgi gibi bir iz, işte geliyordu bahane..
İze daldı gözleri..
Niye ordasın yaprak ?
Niye ordasın iz ? Dedi..
Ve kocaman açtı kollarını, kolları ile sardı bedenini, kafasında bin bir düşünce, birinin ucundan yakalaya bilse hemen akacaktı gözyaşları, ama yakalanmıyorlardı..
Hepsi karma karışık, hepsi iç içe geçmiş, her biri ipe sapa gelmeyen düşünceler.
Tıpkı yaşamı gibi.
Düşüncelerinin birini tuttu çekti aldı, şimdi dedi...
Olsaydı.. Keşke..
Omzumu dayasaydım göğsüne ve böylece uyuyup gitseydim..
Ama İmkansızdı ...
İmkansızlıklarını sıraladı, sıraladı,
Ve usul usul kalktı koltuktan da..
Misafir masasının üzerideki beyaz örtüyü kaldırdı.. İki kişilik bir servis açtı, en mutlu gününden kalma, bir gün lazım olur diye vitirne koyduğu yarım şişe kırmızı şarabı aldı, iki de kadeh koydu arlarına da, kurumuş kırmızı bir gül koydu sevgililer gününden kalma.. Ve üç mum yaktı yanlarına, biri aşk, biri sevgi diğeri de özlem di.. Beklediler hep beraber, beklediler bekledeiler.. Gelmeyeceğini bile bile beklediler.. Ve bir kadeh kırmızı şarap doldurdu kendi kadehine, bir sağ bir sola çevirerek yavaş yavaş yudumladı... Bitti o kadeh, bitince tekrar tekrar doldurdu, şarap etkisini göstermeye başlamıştı..
Yine başladı sıralamaya, çılgınca aşkını, delice sevgisini, çok özlediğini, saatlerce beklediğini..
Sıraladı, sıraladı.. Şarap etkisini göstermişti. Hüznü hat safhadayken, iki damla yaş geldi.. İki damla yaş..
İki damla göz yaşı kadar hüzünlüydü güzel yüzü.. Ağlıyor desem değildi gözleri, gülüyor desem hiç değildi yüzü.. Bir kor alevi kadar kızıldı saçları.. Bir şimşek kadar parlaktı gözleri.. Bir sönmüş kül gibi karaydı, kendini kendi katili edecek zalim gecesi...
Masadan kalkıp hava almak istedi.. Sandalyeden doğruldu olmadı, sendeledi diğer sandalyeye tutundu. biraz bekledi.. Başı dönmeye başlamıştı, güzel kadının, şarabı fazla kaçırdığının farkında değildi.. Yatak odasına geçip uzanmak istedi..
Güzel, aşık olamaya sevmeye değer kadın, salondan yatak odasına geçerken, komodinin önünde durdu ve komodin aynasındaki aksiyle dansa başladı.. Şarabın etkisiyle bir kuğu gibi dans ediyordu, transparan, siyah beyaz desenli elbisesinin eteklerini savura savura...
O dans ederken, inadına, radyo daki bir kanaldan bir hüzün özlem şarkısı çalıyordu... Eski yıllardan kalma.. Dokunaklı mı dokunaklı, güzel mi güzel...
Her vücut figüründe, her dönüşünde, her sallanışında, saçlarının her dalgalanışında biraz cennet kokusu salıyordu odanın içine ve havaya... Gülüp gülümsemesi belli olamayan, iki tarafı da çift gamzeli, beli belirsiz elmacık yanaklar, şarkıya eşlik ettikçe, içtiğ şarap gibi kızıllaşmış kırmızı kan dudakları belli belirsiz kıpırdıyordu..
Bundan daha güzel olmasına hele fazlasına hiç gerek yoktu kadının.. Ruhu zaten çığlık çığlığa eşlik ediyordu, şarkıya... Aynadaki yansıyan kendi aksinin yanında, hayalindeki sevdiğinin aksini de hissediyordu artık, uzanıp aşkına sarılmasına ramak kalmıştı ki, elinin cama çarpmasıyla gözünden iki damla yaş daha süzüldü.. ' İKİ DAMLA YAŞ' Kirpiklerinden aşağı sızdı önce, inci gibi damlaya dönüşüp yuvarlana yuvarlana kıpkırmızı dudaklarını aştı, çenesine kadar indi ve başını sağ sola savururken, inci tanesini andıran endamıyla komodin çamına fırladı.. İki damla yaş..
Beklediği o an gelmişti işte.. Ağlamanın ve geceye biraz hüzün renk katmanın anı zamanı.. Gelmişti...
Salondan çıktı, gözü yaşlı kadın, hüzün dolu birkaç ses akisleri bırakarak nota bırakarak koku bırakarak arkasında...
Yatak odasına geçti yıkıla yıkıla.. Ağlamak için, yatağa girdi, zoraki yorganı çekti başına, başladı ağlamaya, hıçkıra hıçkıra, figan feryat ederek ağladı, ağladı.. Yorulana, gözleri kızarana kadar ağladı.. Saatler sonra nihayet sustu...
Rahatlamıştı.. İstediği ağlamaktı zaten, hangi düşüncenin ucundan tutunsa ağlayacaktı...
Çünkü, her bir düşüncesinin önünde aynı imkansızlıkları vardı...
Sabah kalktığında, onu hatırlatan her şeyi yok edip, bu imkansızlıkları tek başına yaşayacaktı.. Sabaha doğru, uyudu ...
Kalktığında değişen bir şey olmadı...
Ertesi gün, gün boyu umutları ile yaşadı...
Ve sonra yine o ' uzun gece ' başladı...
( N.K. 04 Ağustos 2010 )
Güne düsen öykünün sahibine tebriklerimle.
Çok teşekkürler sevgili dost.
Saygılar
Hüzünlenmek ve ağlamak için gerekli herşeyi yapmış,neden ki?
Oysa çıkmalı deli gibi alışveriş yapmalı,kuaföre gidip saçını değiştirmeli,güzel bir yemek yiyip keyif çayı yudumlamalıydı,bence🙂
Dün geri gelmiyor ve anın kıymetini bilmeli..
Üzdü öykünün kahramanı beni..
Bir sabah herşey bambaşka olur diyeyim bari🙂
Kutlarım..
Aynen size de teşekkürler sayın dost.. :)
Bazen ağlamak iyi gelir, rahatlatır insanı ama alışkanlık olmamalı devamlı ağlanmamalı, Ağlamanın karşılığı gülmek, sevinmek olduğuna göre ve oda insanı rahatlattığına göre tercih daha çok ikincisine yapılmalı,yapılabilmeli Kaleminiz daim olsun güzel işlenmiş konu Tebrikler, Saygılarımla..