İki Saray Kedisi

Sıcak yaz günlerinin sonlarına gelmişti mevsim. Sosyetik yaşamlarından sıkılmış, içlerinde macera ruhu cirit atan, haftada 3 kere bol köpüklü ve hoş kokulu şampuanlarla banyo yapan, hazır konserve mamalarıyla beslenen sevimlimi sevimli iki orta boy kedi bir öğle yemeğinden sonra bahçelerinde bulunan havuzun yanındaki şezlonga uzanmış güneşleniyorlardı ki günlük monoton işlerden bıkmış bir şekilde derin bir off çekti Firavun.

- Ne oldu hayatım.
- Daha ne olsun dün gibiydi bu günde, her şey aynı. Ben ki Firavun diyor herkes, lakin kimse yok yönetilecek. Hani bizim kölelerimiz nerede, kim yapacak bizim için taştan piramitler.
- Haklısın da ne yapabiliriz canım. Üç-beş fare vardı oynayıp eğelendiğimiz onları da zehirlediler ya geçen hafta çok üzüldüm.
- Nasılda bizi görünce kaçarlardı, korkudan ayakları birbirlerine dolaşırdı. Off yapılırmı bu benim gibi asil soylu firavun kedisine.
- Biliyor musun geçen gün villanın çatısında yuva yapan kırlangıçlar yavrularına anlatırken duymuştum.
- Neyi.
- Buraya yakın bir yerde birçok farenin olduğunu ve o kadar çoklarmış ki hatta akşamüstü yemek için deliklerinden çıktıklarında yemyeşil çayır kahverengiye boyanıyormuş.
- Gerçekten mi hayatım.
- Evet, istersen gidelim soralım balkona çıkıp hayatım
- Hadi ne duruyoruz o zaman hemen gidelim.


Sanki fare kovalar gibi evin içinden koşturarak ikinci kata çıkıp büyük balkona ulaşmaları sadece birkaç dakikalarını almıştı. Böyle bir efor sarf etmeleri tarihte görülmediğinden olacak ki nefesleri kesilmiş bir şekilde soluyuşlar arasında kırlangıçlara sorular sormaya başlamışlardı. Fakat kırlangıç yukarıdan bu fare, balık ve kuş düşmanlarına alaycı ifadelerle cevaplar veriyordu. Ne dese Firavun bir türlü o farelerin yerini öğrenememişti kırlangıçtan. Derken uzaklardan kırlangıcın eşi süzülerek yaklaşmaya başlamıştı onun gelmesi ile yuvadan ayrılıp karnını doyurmak için tam kanat çırpmıştı ki dişi kırlangıç o anda yavrularından birisi annesinin arkasından gitmek isterken balkona düşüvermişti. Firavun için kaçırılmaz bir fırsat olmasına rağmen içgüdülerine engel olmuşlar ve yavru kuşu yakalayıp pençelerinin arasına sıkıştırmışken kırlangıçlar bir hışımla kedilerin üstüne hücum etmişti. Fakat diğer kedi gelen kırlangıçların önüne geçerek firavuna zarar vermelerine engel olmuştu. Birkaç deneme sonunda kırlangıçlar vazgeçip farelerin yerini söylemek şartıyla yavrularına zarar vermemesini yalvarır bakışlarıyla ve sesleriyle söyleyivermişlerdi. Firavun anlaşmayı kabul ederek önce farelerin yerini öğrenir kırlangıçlardan ve sonra yavru kırlangıca bir pençe atarak tanrıçam ben söz verdim ama sen söz vermedin öğle yemeğinin tadını çıkart dedikten sonra firavun edasıyla balkondan içeriye girip kendi için hazırlanmış yatağına kıvrılıp düşünmeye başlar.

Akşam yemeğine kadar pofuduk yatağında yatan Firavun'u uykusundan uyandıran tanrıçası olmasına rağmen asabi sözler sarf etmekten kendini alamamıştı. Sahibinin koyduğu ekstra lezzetli ton balıklı yemeğini yedikten sonra şöminenin yanına gidip kıvrılmak istemişti fakat istediği her şeyin olmadığının farkına varması ile firavun damarları kabarmıştı. Aslında sahibi de kendisi gibi bir firavundu, tek fark onun köleleri yoktu, sahibinin ise bir sürü kölesi vardı. Parmağını şaklatmasıyla her istediği oluyordu. Hatta bazen televizyon denen icatta onu gördüğü zamanlar olmuştu, nede çok kölesi vardı önünde dizilmiş, sıra sıra, boy boy, çeşit çeşit... Hepsi birden o ne söylerse aynısını tekrarlıyorlardı bütün ses tellerini zorlayarak en yüksek volümde.


Devir aynı devirdi, dededen toruna aktarılıp bu günlere kadar gelen. Annesi ona anlatmıştı, hatta ona da onun annesi, ona da onun diye devam edip giden bir sırda. Firavun kedisi olmak zor işti, her zaman bakımlı, her zaman esrarengiz, biraz ürkütücü, sahibine karşı sevimli, otoriter... Bunların yanında eğlenceli ve hoştu tabi, eskiden omuzlarda taşınırken şimdi bu eylemin karşılığında özel imalat otobüslerde seyahat ediyorlardı, sanki evlerinin küçültülmüş bir maketiydi, mini barından jakuzisine kadar ne ararsan mevcuttu. Klima denen alet yerine dedelerininki gibi şöyle iki hoş yelpazeci kadın olsaydı sanki daha mı hoş olurdu.


Büyüklerinden işittiği geçmişi hayal ettikçe kendi krallığını kurup hükümdar olma istekleri kat ve kat artıyordu. Hatta ilk icraatı kölelerine o muhteşem piramitlerden yaptırmak olacaktı da köleler yoktu işte. Bu düşünceler arasında küçük saraylarında sabaha kadar bir o yana bir bu yana dolaşan Firavun sabah olması ile tanrıçasını da yanına alıp fareli dağa doğru yol almaya başlamışlardı. Az gidip çok yol almak imkânsızlığından olsa gerek bir türlü gidecekleri yere varamamanın verdi huzursuzluk ve rahatsızlıkla bir ağacın gölgesinde dinlenmeye karar vermişlerdi. Hava sıcak mı sıcak, öğle güneşi tam tepede ve ortalıklarda hiçbir canlı yok kendilerinden başka. Fakat kendi krallığını farelerden kuracağı gündü bu gün hiç bir şey neşesini bozamazdı ve bozamadı da zaten. Yolda gelirken karşılaştıkları bir yılan ve birkaç kuş nasılda korkup kaçmıştı kendisinden, hele tanrıçasının yakaladığı kelebek ne kadarda güzel ve tatlıydı. Boşuna demiyordu zaten tanrıçam diye, dünkü kuş ziyafetinden sonra bir jest olsa da kendisine yapılan bu sevgi gösterisi hoşuna gitmişti. Derken sıcaktan bunalmış bir yeşilbaş çıka gelmişti firavunun gölgelendiği krallığının içine, sıcak vurmuş başına bir kere beyni sulanmış olacak ki ne firavunu nede tanrıçasını fark edememişti. Tanrıça içgüdüsel olarak hemen atlayıp yakalamak için hamle yapıyordu ki Firavun 'DUR' diyerek otoriter bir ses tonuyla tanrıçanın bütün reflekslerini alt üst etmişti. Buna anlam veremeyen tanrıça neden der gibi gözlerinin içine bakıyordu şaşkın şaşkın ki tam o sırada soluk soluğa kalan yeşilbaşın aslında sıcaktan bunalıp gölgeye gelmediğini anlayıvermişlerdi arkasından gelen uzun mu uzun siyah bir yılanın gölgeye gelişiyle. Yılan firavunu ve tanrıçayı görmesi ile duraksamış daha önce hiç görmediği bu garip yaratıklara karşı ne yapacağını bilemeden bakakalmıştı.


Firavun tam ilk kölelerine emredecekken uzaktan bir kartal üzerlerine doğru süzülmektedir. Kartal yaklaştıkça ağacın gölgesinde gördüğü dört canlıdan hangisini öğle yemeği yapma konusunda karar verme aşamasına girmişti ki zaten bu kararı vermek içinde fazla bir vakti yoktu, ilk gördüğü yılan ona daha cazip geliyordu çünkü birkaç dakikadır onu izleyip kendini cezbeden bir istek içinde oluşmamış olsaydı zaten süzülüp peşine takılmazdı.


Uzaktan kartalın indiğini gören avcının köpeği, bir kartal yakalama isteğinin düşünce saffasına bile geçmeden hemen avına doğru bütün hızıyla ağaca doğru koşmaya başlamıştı. Avcı köpeğinin hareketinden kartalın süzülüşünü fark etmiş tüfeğini doğrultup nişan almaya uğraşmaktaydı ki Firavun hala ilk kölelerinin kendine biat etmesi için söyleyeceği sözlerin provasını yapıyordu zihninde.


Bu sırada asıl firavun kedilerinin kaybolduğunu, polise bildirmekle birlikte, gazetelere ilan vermiş, radyolardan anonslar yaptırmaktaydı. 'Firavun cinsi, tüğsüz, beyaz renkli, boyunlarında elmas ve zümrütlerle süslü altından tasmaları olan, dik ve uzun kulakları olan kendisi için çok değerli mi değerli iki küçük kedisinin kaybolduğunu ve görenlerin kendisine haber vermesini, bulunmasına yardımı dokunacak herkesin ihya edileceğini belirtiyordu'

Bu arada Firavunun eşi;
- Sana demiştim milyon dolarlık tasma takma diye ama dinleyen kim hıh, oh olsun. Burada ben varken sen gittin iki ucube yaratığa taktın oh olsun işte' diye içinden söylenirken dilinden 'çok üzüldüm hayatım, üzülme ama, kesin bulunurlar' değip eşini teselli etmekteydi.


Avcı nişan alma safhasından tetiğe basıp tüfeğin içindeki fişeğin kapsülüne horozu düşürmüş, horozun düşmesi ile tüfeğin iğnesi kapsüle değmiş, kapsülün patlaması ile fişeğin içindeki barut ateş almış ve saniyedeki hızını bilmem ama büyük bir hızla saçmalar tüfeğin namlusundan kartalın üzerine doğru ilerlemeye başlamıştı ki köpek avına doğru bütün hızıyla koşarken patlama sesinden önce saçmaların üzerinden geçerken bıraktığı sesin ilhamı ile hızını bir kat daha arttırmıştı. Saçmalar kartalla buluştuktan sonra kartalın cansız bedeni ağacın gölgesine düşüvermişti. Daha firavun ve tanrıçası ne olduğunu anlamadan av köpeği bu anlaşılmaz durumun içine hışımla dalıvermişti.


Köpek daha önce hiç görmediği bu yaratıkları gördüğü anda kartalı unutmuş ve firavunun üzerine doğru atlamıştı. Firavun can havliyle ağaca doğru bir iki zıplama ile tanrıçası ile birlikte bir hışımla ağacın en tepesine varmıştı bile. Köpek ağacın altından bu garip yaratıklara havlayarak daireler çiziyordu ki avcı çıka geldi. Gelmesi ile gözleri az önce vurduğu kartalı aramaya başlamıştı, bu arada yılan ve yeşilbaş yerdeki bir köstebek kovuğuna girerek uzun bir zamandan beri sürdürdükleri yakalanbaç oyununa devam ediyorlardı.


Avcı kartalın cansız bedenini ayaklarından tutarak eline almış köpeğinin bu garip tavrının sebebini anlamak için başını yukarı doğru kaldırıp gözleri ağaçta bir şeyler aramaya başlamıştı. Fazla uzun bir zaman geçmeden avcı firavunu ve tanrıçasını görmüştü. Şaşkınlık içinde zihninde daha önce gördüğü hayvanlarla karşılaştırma yapıyordu, fakat bir türlü hiçbir eşleştirme gerçekleşmiyordu. Ancak benzerleri olarak kediler belirmişti zihninde. Bu değişik canlıları avlayan ilk avcı olma isteği ile tüfeğini ani bir hareketle kaldırmıştı ki bu arada kedilerde insan geldi kurtulduk köpekten diye korkularından sıyrılmak üzerelerdi.


Avın yakınlığından avcı nişan alma gereği bile duymamıştı fakat tetiğe basmadan önce kedilerin boynundaki parlayan tasmaları gözüne takılmış ve vurmaktan vazgeçmişti. Tüfeğini yavaşça yere bırakıp yine yavaşça ağaca tırmanıp daha yakından görmek için bu garip yaratıkları eyleme geçmiş ki tanrıça huysuzlanmış, yabancı bir insanın kendilerine doğru yaklaşmasının karşısında ne yapacaklarını Firavun'a sorsa da avcının duyduğu tek şey ince bir miyav sesi olmuştu. Avcı kedilere yaklaştıkça boyunlarındaki tasmaların değerinin ne kadar değerli olabileceğini anlamaya başlamış ve az önce duyduğu miyav sesinden dolayı da bunların kedi olduklarına kanaat getirmişti.


Avcı bu tüsüz parfüm kokulu ve boyunlarındaki altın üzerine işlenmiş elmas ve zümrütlerle süslü kedileri bir süre seyrettikten sonra onlara dokunup sevmeye başlamış ve sevdikçe kedilerin korkuları birazda olsun geçmişti. Kediler iyice mayıştıktan sonra teker teker eline alıp av çantasının içine yerleştirip ağaçtan aşağıya inip neredeyse tüfeğini bile unutup gidecekti ki tüfeği aklına geldi, hemen birkaç adım geriye dönüp tüfeğini eline alıp koşar adımlarla arabasının yanına doğru ilerlemeye başladı.


Firavun ise insan sırtında taşınmanın verdiği gururla dedelerinden duyduğu bu olayı yaşamanın verdiği bir haz arasında karmaşık duygular içerisindeydi. Fakat avcının av çantasındaki onlardan hariç iki çulluk, üç bıldırcın, bir kartal, dört ördek, bir kutup ayısı ve yedi tilkinin kan kokuları üzerlerindeki bin dolarlık parfüm kokusunu bastırınca biraz rahatsız olmuşlardı ki avcı arabasına varmış, arabasının bagajını açmış köpeği içeri atlamasıyla kapağını kapadıktan sonra sağ ön kapıyı açıp kedileri koltuğa bırakmış ve ön kapıyı örtüp arka kapıyı açmıştı ki av çantasının ağırlığından iyice yorulmuş olacak ki çantayı yere bırakmış ve içerisinden çıkardığı avladığı hayvanları arka koltuğa bırakmaya başladıkça Firavun ve tanrıçası hayretler içerisinde kalmıştı. iki çulluk, üç bıldırcın, bir kartal, dört ördek, bir kutup ayısı ve yedi tilkinin yanında bir aslan, dört tavşan, iki dağ keçisi ve boş çantayı da üstlerine atıverip kapıyı örtmüş ve direksiyona geçip kontağı çevirip evine doğru son sürat yola koyulmuştu.

İki küçük saray kedisi ile avcı son model jeepin içinde Türkiye'nin balta girmemiş ormanlarının içinde ki asfaltsız toprak yollardan önce ana yola sonra otobana çıkıp ibreyi sonuna kadar vurup bir an önce eve gitme düşüncelerindeyken daha ana yola çıkar çıkmaz çevirmeye yakalanmışlardı. Ehliyet ruhsat derken telsiz anonslarından geçen kedilerin ön koltukta keyif çattıkları görülünce arka koltuktakiler göze bile görünmeden hemen gözaltına alınacakken birkaç çulluğa tav olmuşlar ve avcı yoluna yolcu çevirmeye takılmaya devam etmişti.


Telsizden bir sonraki çevirme noktasına haber verilmiş ve orada ki çevirme noktasından bir sonraki çevirme noktasına... Avcı eve varana kadar arka koltuktaki boş bir çantayla ön koltuktaki iki saray kedisi kalmıştı elinde. Yine de bu eğlenceli bu av macerasında eli boş gelmemişti ya evine o da avcıyı mutlu etmeye yetiyordu.


Garaja arabasını park ettikten sonra kedileri kucağına alıp evinin kapısına kadar ilerlemişti ve anahtarlarını cebinden çıkartıp kapıyı açacaktı ki cebinde anahtarlar yoktu, neyse değip kapının zilini çalıp eşinin kapıyı açmasını beklemeye başlamış, fakat bir derken iki derken üç olmuş zili çalışı ama kapıyı açan falan olmayınca telefonunu cebinden çıkartıp eşini aramış.

- Efendim hayatım.
- Nasılsın canım?
- İyiyim bir tanem, sen nasılsın?
- Bende iyiyim, bir sesini duyayım dedim, nasılsın diye merak ettim, hem biliyor musun hayatım seni çok özledim.
- Ayy! canım çok sevindim gerçekten. Bende seni çok özledim, keşke yanımda olsan.
- Bu gece kamp yapıp yarın gelmeyi düşünüyorum hayatım, sen neler yapıyorsun.
- Ne olsun canım, evde oturuyorum işte.
- Hımm, peki kapıyı neden açmıyorsun hayatım.
- Hangi kapıyı bir tanem.
- Hani şu bizim evimizin giriş kapısı var ya,
- Eee,
- İşte onu bir tanem.
- Neden açayım ki canım, heheh, sende bir tuhafsın hayatım, gece açıkta kaldın her halde.
- Yok hayatım, gece açıkta kalmadım, kapıda kaldım.
- Nasıl yani!
- İki saattir kapıyı çalıyorum diyorum neden açmıyorsun.
- Yaa, aa, ama, dur, geliyorum.

Kadını büyük bir ateş ve telaş basmıştı, heyecandan kalbi uçak motoru gibi çarpmaktaydı hafif bir esinti olca uçacak o derece yani, sağa sola dağılmış elbiseleri toplarken


- Haşim ne olur çabuk, çabuk giyin,
- Ne oldu aşkım.
- Kocam gelmiş kapıdaymış.
- Olamaz ya, aa, ama.
- Sus hadi al şunları dolaba gir, yok olmaz yatağın altına, of orası da olmaz balkona çık, yok balkonda olmaz banyoya...
Bu arada kapının zili inatla çalmaya devam etmekte. Telaştan Haşim daha üstünü giyemeden eline elbiselerini tutuşturup dolaba tıkıvermişti kadın, fakat eli ayağına dolaşmış, tir tir titremekten kendini alamıyordu, kapıya kadar giderken bilmediği bütün dansları ayakları icra etmişti ve kapının önüne geldiğinde, bütün sevimliliğini üstüne takıp hoş sesiyle;

- Geldim hayatım geldim.
- Nerdesin hayatım,
- ya, a, hı, e, banyodan yeni çıkmıştım hayatım neyse, hoş geldin, aa bunlarda ne böyle. Ne kadar sevimliler, bana mı aldın canım ya ne kadar güzeller.


Oysaki bu yaratıkları gece görse çocuğunu düşürecek kadar ürkütücü, korkutucu ve garip bulmuştu, yinede birini kucağına alıp sanki dünyanın en sevimli canlısı gibi sevmeye başlamıştı. Şaşkınlığın etkisi biraz geçmişti ki kadının Haşim aklına geliverdi birden ve eşi tam ayakkabılarını çıkartıp içeri girecekken,

- Dur hayatım.
- Ne oldu canım.
- Beni ne kadar seviyorsun.
- Dünyalar kadar hayatım, tarifi imkansız, deniz gibi okyanus gibi, gök gibi....
- O zaman ispatla hayatım.
- Nasıl bir tanem
- Evde hiç ekmek kalmamış ve karnım çok aç, ben yemeği ısıtırken sende alıp gelsen, bu çok sevdiğin kadın acından ölmese.

Adam gülümsemeler eşliğinde, çıkarmış olduğu ayakkabılarını giyip, eşinin yanağına kocaman bir öpücük kondurup,

- Hemen geliyorum hayatım.


Demesiyle arkasını dönmüş, hızlı adımlarla merdivenlerden inmeye başlamıştı, kadın ise kapıyı örtüp jet gibi yatak odasına doğru havalanmış ve dolabın kapısına çarparak inmişti, Haşim'i çıkartırken giyinmiş olduğunu görünce derin bir ohh çekip yine geldiği gibi bu sefer tek fark kargo uçağı olmuş Haşim'i de beraberinde aynı hızla kapıya götürmüştü. Adamı apar topar kapının önüne koyup sert bir şekilde kapı örtüp sırtını kapıya yaslayıp.

- DEVAM ETMESİN artık bu kâbus, yeter artık!!! Uyandığım an boğazımı sıkan, bir kedinin boynundaki tasmayı kıskanma tasmasını çıkartıp atacağım.

SON

25 Nisan 2011 16-17 dakika 11 öyküsü var.
Yorumlar