İkiz Uyarı
İnat etti. Dört tam gün uyumadı. Beşinci günün akşamı oturduğu küçük masadan kalktı. Pencereye yaklaştı. Tül perdeleri aralayıp sokağa baktı. Fırtına vardı. Kavak ağaçlarının ince dalları
sağa sola öne arkaya yatıp duruyorlardı. Hava çoktan kararmıştı. Fırtınanın kestiği sağnağın damlaları
cama çarpıyorlardı. Etrafta uçuşan bir kaç yapraktan biri geldi cama vurdu. Ordanda balkona düşerken "ben bu balkona niye düştüm" der gibi düş kırıklığı yaşadı. Bir daha da kımıldamadı.
Beşinci günün akşamı babasından kalma Nacar markalı kurmalı kol saatine baktı. Sararmış camının ve
neredeyse paslanmış metalinin içinde hareket eden akreple yelkovan ve bir yuvarlağın içindeki
dakika çubuğu işleyip duruyordu. Dışarda ki fırtına ve gelen geçen arabalar olmasa ev öylesine sessizdi. Saat dokuza doğru yaklaşıyordu. "Umarım son matineye yetişirim" dedi içinden mi dışından mı ama bu sözleri duydu.
Perdeleri tekrar kapadı. Tüllerden sigara dumanının kokusu yayıldı. "Anladık yıkanmanız lazım!" Yalnız dikkatini çeken bir şey vardı. Eksik gibi. Karşı apartmanın ikinci katında oturan hanım. Yine penceresinin bir köşesinden başını uzatmış sokağı seyrediyordu. Yaprak balkona düşerken görmüştü. İçinden saçma bir düşünce geçti. O düşünceyi uygulamayı çok istiyordu aslında. Tül perdeleri açıp en azından el sallamayı çok isterdi. Nitekim kararda vermişti sonucu ne olursa olsun
katlanacaktı. Tül perdeyi yeniden araladı. Kadın yoktu. Kalın perdelerini çekmiş kendini sokağa kapatmıştı. Bu kez de rahatladı. " İyi ki yok!"
Salonun dipte sağ köşesinde duran Kara Sandığı toplamamıştı. Her açışında belki yeni bir şeyler vardır da gözümden kaçmıştır düşüncesi, her seferinde yanılgıyla noktalanıyordu. Hep aynı şeyler.
Aceleyle yazılmış mektuplar. Zamanı geçmiş madeni ve kâğıt paralar. Bir kibrit kutusunun içine konulmuş bir kaç düğme ve bir kaç iğne. Ölen babasının hüviyeti. Artık iyicene eprimeye başlamış
küçük kibar cüzdanı. İçinde bir sürü not. Bir sürü ufak kâğıtlara yazılmış adresler; bazılarının üzerleri
çizilmiş. Bir küçük telefon defterine benzer bir şey. İçinde borç para aldığı kimselerin adları
ödenmiş ödenmemiş miktarlar vs. Yine ölen annesinin ufak tefek eşyaları. Naftalin kokan tülbentleri ve namaz kıldığı seccadesi. Üzerinde Cola-Cola reklamı olan teneke bir kutunun içinde gümüş yüzükleriyle beraber iğnenin batmasından korunmak için taktığı sağı solu ezilmiş bir yüksük. Sayısız
siyah beyaz fotoğraflar.Şeffaf ve renkli mumların sarıldığı 1970 tarihli gazete. Bir gazete eksiksiz korunmuş. Gazetenin baş sayfaları Adnan Menderesin İdam fotoğraflarıyla dolu.
İnat etti. Tam dört gün uyumadı. Beşinci günün akşamı sinemaya gitmeye karar verdi.
Dört gün önce Maltepe de bir binanın ikinci katında; burası iş yeriydi ve şu konuşmalar geçti üç kişi arasında.
- Mahalleden arkadaşımdır Selma.
- Evet sizi anlıyorum ama burdaki çalışan hanımlardan gören olmuş ikinizi. Selma'nın kocası Selma'ya
aratmıştı.
- Lütfen vereceğim adrese gel. Önemli. Selma kırılmazdı.
- Gelirim demişti. Selma'nın kocası,
- Çok zor durumda kaldık. Karımla ikimiz yani. Siz de bekarsınız ya! Burada iş yerimizde bir arkadaş
durumu bana söyledi. Hanımı sizinle gördüklerini. Milletin ağzı biliyorsunuz işte torba değil. Konuşup duruyorlar. Ben şahsen çok rahatsız oldum.
- İyi de demişti Selma'ya dönerek biz ikimiz halka açık bir parkta karşılıklı oturup eski günlerden konuşup sadece çay içtik.
- Evet siz ve sevgili eşimde tamamen masumsunuz ama ben düşündüm ki, eğer sizi yani bizi üçümüzü burda oturmuş muhabbet ederken görürlerse laflarında önü kesilmiş olur değil mi efendim?
Selma sessizdi. Zaten hep sessizdi. Şu rezil durumdan ve adi kocasından kurtulmayı çok istiyordu.
Sıkıldı bu son derece sıkıcı durumdan. Çay bardağı tam boşalmamıştı. Hafif kar atıştırıyordu.
Selma bir ara,
- Çay alır mısın dedi? O bu soruya karşılık,
- Ben kalkayım artık dedi. Selma arkasından gelmeden önce kocasına zoraki tebessüm etti. Kapıya
yöneldi. Aydınlık bir koridora çıktılar.
- Sana nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum dedi Selma?
- Boş ver dedi. Senin hatrın için geldim. Morali bozuktu. Ufacık bir tesadüfün tâ buralara kadar
geldiğine çok kızmasına rağmen Selma'ya bir şey söylemedi. Dışarı çıktılar. Bir ara yukarı baktı.
Selma'nın kocası penceredeydi.
- Kocan bizi seyrediyor.
- Seyretsin bakalım dedi Selma yukarı bakmadan. Gerçekten özür dilerim.
- Saçmalama! Bir de yattığımızı görselerdi ne olurdu düşünsene...Selma lafı ağzında tıkadı.
- Sen hiç değişmeyeceksin değil mi dedi?
- Şaka yaptım. Kızma hemen. Ne bileyim bir çay içelim dedik düştüğümüz hallere bak. Resmen filim
olduk. Neyse ben gidiyorum.
- Hâlâ beni seviyor musun?
- O çoookkk eskidendi çok eskiden... dedi ve yürüdü.
Sinema Batı'dan çıktığında saat gece yarısını biraz geçiyordu. Bakanlıklardan Kızılay'a doğru yürümeye başladı. Kabanının yakalarını kaldırdı. Eve gidip bir an önce uyumak ve başından geçen
çirkin hadiseyi unutmak istiyordu artık.
Keşke taksiye binseydi sinemadan çıkar çıkmaz. Ama olacakların önüne geçer miydi? Ama sadece
geçici bir süreyse zaten bir işe yaramazdı. Her şey bir an da oldu ve bitti. Gözlerini kaparken
uzaklaşan ayak seslerini duyuyordu. Ölmemişti ama solunda bel tarafında ılık bir şeyler vardı.
Uyarı...Filmin ismi de Uyarıydı iyi mi?
Hocam çok yönlü bir çalışma hem duygular şelalesi hem emek verip çizdiğiniz resimler çok çok güzel elleriniz dert görmesin yüreğinize sağlık ....SAYGILAR ..