İlahi adalet diyordu
1980 yılının sonlarıydı. Gündüzleri üniversiteye devam ediyor, geceleri de taksi şoförlüğü yapıyordum. Bir gece saat üç sıralarıydı, uykum çok gelmişti. Şimdi hala Sakarya bira parkı olarak anılan yerde arabamı kaldırıma çıkarmış ve içinde uyumaya çalışıyordum. Henüz uyumuştum ki birisi arabamın camına vurarak beni uyandırdı. Uyku mahmurluğu ile kapı kilitlerini açtığımda, arka kapıyı açıp arabanın arka koltuğuna oturdu.
Yaklaşık kırk yaşlarında ve temiz giyimliydi, elinde deri bir çanta vardı. Arabamı çalıştırıp, nereye beyefendi dediğimde bana sadece sür demişti. Böylece Kızılay'dan Ulus'a doğru yol almaya başlamıştık. Ulus'a geldiğimde, beyefendi ne tarafa dönelim, doğrumu gidelim dediğimde bana bin lira vererek gene sür demişti. Aydınlık evlere gelmiştik. Tekrar nereye diye sorduğumda, gene bana bin lira vermiş ve sür demişti. Hiç konuşmuyordu ben de olan bitene anlam veremiyordum. Bana gece sabaha kadar kazanamayacağımdan fazla para vermişti, eleştirmek bana düşmezdi. Hasköy kavşağına gelmiştik. Tekrar sağa mı sola mı diye sormuştum. Bana gene bin lira vermiş sadece sür diyordu.
Dikkatle baktığımda bakışlarının donuk olduğunu fark etmiştim. Beyefendi hangi tarafa diye tekrar sorduğumda, dön demişti. Gerimi dönelim, sağa mı dönelim, sola mı dönelim, dediğimde geri dön demişti. Bu sür ve dön komutları ile Ulus, Hasköy, Çankaya, Cebeci, Abidinpaşa, Bahçeli evler ve Etlik semtlerini dolaştıktan sonra Keçiören'e gelmiştik. Bu oyundan sıkılmıştım. Artık itiraz ediyor ve adama kızıyordum. Evin nerede beyim, evine bırakayım diyordum. Ama o her seferinde bana bin lira verip sür diyordu. Bana tam sekiz bin lira para vermişti. O yıllarda bu rakam oldukça yüksek bir paraydı. Adam uyuşmuş gibiydi.
Gün ağarmaya başlamış, sabah olmuştu. Arabadan da indiremiyordum. Keçiören Şose'den yukarı çıkarken, şimdilerde ne olduğunu bilmediğim, temiz su aldığımız bir kaynak vardı. O kaynakta durarak, adamı su içmeye ikna etmiştim. Adam su içmeye indiğinde, bende inmiş, o su içerken ben de avucuma aldığım suyu kafasına döküyordum. Ses çıkarmadığını görünce biraz da güç kullanarak, adamın kafasını bir iki dakika suyun altına tutmuştum. Bıraktığımda üstü başı ıslanmıştı. Kendine gelmeye başlamıştı. Gözlerindeki o donukluk gitmişti. Sanki büyünün etkisinden kurtulmuş gibiydi.
Toparlandığını görünce, tekrar kafasını soğuk suyun altına tutarak ıslattım. Artık tamamen kendine gelmişti. İlk sorduğu şey, ben neredeyim olmuştu. Ben de Keçiören'de olduğumuzu söyleyerek, yerimizi tarif etmiştim. Artık düzelmişti, vücut ve akli melekelerini kullanabiliyordu. Beni Maltepe'ye götür diyerek, tekrar arabaya binmişti. Arabada gece saat üçten beri yaptıklarını kendisine anlattığımda çok şaşkındı. Yaptıklarına bir anlam veremiyordu. Kendisinin müteahhit olduğunu, o gün yaptığı devlet işleri karşılığında iki yüz bin lira hak ediş aldığını söylüyordu ama çantasında sadece beş bin lira kalmıştı.
Sabahleyin evden çıkarken karısı onu sıkıca tembihlemişti. Lütfen bir yerlere takılma, hiç değilse bu akşam eve erken gel, bugün annemle babam bize gelecek demişti. Ama o, günlük işlerini bitirmiş, bankadan da yüklü hak edişi çektikten sonra bürosuna gelmişti. O bürosundayken arkadaşı telefon etmişti, halini hatırını sormuştu, o da bugün çok yoruldum demişti. Arkadaşının hadi bu akşam eğlenelim demesine de itiraz etmemişti. Karısı ve misafirleri evde beklerken o arkadaşı ile buluşmuştu. Arkadaşı ile biraz eğlenecek, sonra da eve gidecekti ama öyle olmamıştı. En son hatırladığı, bürosundan beş yüz metre ilerideki gazinoydu. Gazinoya gitmişler, yanlarına iki konsomatris çağırmışlar, onlarla içmeye, eğlenmeye başlamışlardı. Tüm hatırladığı bundan ibaretti. Başka hiç bir şey hatırlamıyordu. Arkadaşına da ne olduğunu bilmediği gibi nerede olduğunu da bilmiyordu.
Hikaye'nin gerisi malumdu. Ya arkadaşı, ya da gazinodakiler paranın kokusunu almış, içkisine uyuşturucu karıştırmışlar, hem aklını hem de parasını almışlardı. Donuk bakışlarının, anlamsız davranışlarının ve hiçbir şey hatırlamamasının sebebi buydu, adam uyuşturulmuştu. Artık hiçbir şey akşamki gibi değildi. Ben şimdi ne yapacağım, işçilerin parasını nasıl ödeyeceğim, ben mahvoldum, bittim diyordu. Yemin ederim İlahi adalet bu, karımın, o masum ve günahsız kadının ahı tutu diyordu. Ya arkadaşım beni nasıl böyle bıraktı, bunların olmasına nasıl izin verdi diyordu. Çok perişan ve pişmandı. Ama son pişmanlık işe yaramıyordu.
Sanayi Bakanlığının karşısındaki bürosunun önüne geldiğimizde, senin hakkın en az üç bin liradır diyerek, bana üç bin lira uzatmıştı. Gerçekten de hakkım üç bin liraydı ve adam hiç bir şey hatırlamıyordu. Akşam ile sabah dilimi arasındaki hafızası silinmişti. Ona, bana verdiklerini de mi hatırlamıyorsun dediğimde, hayır hatırlamıyorum diyordu. Ben de, abi benim kursağıma haram para girmedi, daha önce bana sekiz bin lira vermiştin diyerek, en son verdiği üç bin lira ile vermem gereken beş bin lirayı iade ettiğimde, adam çok şaşkındı. Sen nerelisin dediğinde de Malatyalıyım abi demiştim. Adam, arkadaşım beni bu hale düşürdü, sense gece boyu benim kahrımı çekip, büroma getirdin. Ben hatırlamadığım halde bana sekiz bin lira parayı da geri verdin, ALLAH seni esirgesin, beni de affetsin. Ben senin gibi bir taksi şoförü görmedim. Keşke senin gibi bir dostum olsaydı diyordu. Arabamın kapısını kapatırken dudaklarında hala İlahi adalet bu, karımın ahı tuttu, ben bunları hak ettim cümlesi çıkıyordu.
Oradan uzaklaşıp yatmaya giderken, adama, karısına ve düştüğü duruma üzülüyordum. Bu yaşadıklarımdan ibret almam gerektiğini düşünüyor, içkinin ve kötü arkadaşların insanın hayatını nasıl mahvettiğini görüyordum. Masumane başlayan bir eğlencenin sonuçlarına şahit oluyordum. Yıllarca geceleri çalıştığım halde, gece aleminde yaşanan pisliklere bulaşmadığım ve doğruluktan ayrılmadığım için de mutluydum ve halime şükrediyordum.