İlk Yalan..

Babamın elinin sıcaklığını dün gibi hatırlıyorum. Okuldaki ilk günümdü. Beni, sınıfıma bırakıp kapıdan el sallayıp ayrıldığı an, hala gözlerimin önünden gitmiyor. Beni acı dolu yıllarımla baş başa bırakacağını nereden bilebilirdim ki... Ah babacığım aah... Öğretmenimizin sınıfa girmesiyle ayağa kalkmıştık; Annem ve babam dışında, ilk kez büyük bir insanla karşı karşıyaydım ve en ön sırdaydım. Heyecanım o kadar büyüktü ki kalp atışlarımı duymalarından korkmuştum. Gülümsüyordu... Heyecanım biraz azalmıştı. Ama sınıfta nedense herkesin bana biraz garip baktığını hissettim. !
İlk günler pek önemsememiştim ama bir gün öğretmenim yanıma gelip, ?Erhan hadi gel senin sıranı değiştireceğim, boyun uzun olduğu için arkandaki arkadaşların tahtayı göremiyorlar? diyene kadar... Yıllar sonra ilk yalanı, öğretmenimden duyduğumu ?günlüğüme? yazmak çok acı gelecekti ama yalandı işte...
Çantamı toplamaya başladığımda, sınıfta derin bir sessizlik vardı. Çantamı alıp, sınıfın en arka sırasında ve sol köşesinde, yalnız oturacağım beş yıllık ilk tecrid ve yalnızlık dönemim de böylece başlamış oluyordu. Tek güzel yanı ise, pencere kenarında olmamdı. Pencere kenarındaydım ve uzakları görebiliyordum. Pencereden oturduğum mahallenin dışındaki kavaklıkları görebiliyordum. Birkaç büyük meşe ağacı da oldukça güzel manzara oluşturuyorlardı. Derslerimde başarılıydım ama her sorunun cevabı için elimi kaldırmış olsam da beş yıl boyunca hiç görememişti... Beş yıl boyunca tek avuntum, pencereden uzaktaki ağaçları seyretmek olmuştu. Hafta sonu ise o ağaçların altına tek başıma oyun oynamaya giderdim... Aslında oyun oynamak değildi benimkisi, orası kabul gördüğüm tek yerdi... Çocuk aklımda sorular yoktu. Duygularım henüz kirlenmemiş, güzellik ve çirkinlik kavramlarının ne olduğunu henüz tam olarak bilmiyordum. Yıllar yılları kovaladı. İlkokul bitiyordu...
Diplomalarımızı alacaktık... İçimde inanılmaz bir heyecan vardı. Öğretmenimizi öpecektim! Bugün daha iyi anlıyorum, bendeki diploma heyecanı değildi. Öğretmenimiz diplomasını verdiği her çocuğu yanaklarından öpüyordu. Sanırım ben öpülmeyi, sevilmeyi istiyordum...

Sıra bana gelmişti. Diplomamı uzattığında yanağımı uzatmıştım o tertemiz duygularımla, içimdeki inanılmaz heyecanla... Beni öpeceğini sanmıştım..! Hani insan öperken ve ya öpülürken gözlerini nedensiz yumar ya ben de öyle yapmıştım. Gözlerim kapalı, yanağımı uzatmıştım ve işte o gün, anlamıştım arkadaşlarımın benimle neden oynamak istemediklerini, neden tek başıma bir sırada oturtulduğumu ve o gün anlamıştım aslında boyumun çok da uzun olmadığını. Elini öptüğüm öğretmenimin beni neden öpmediğini... Minicik yüreğim burkulmuştu. Acının tarifini yapamazsınız öyle anlarda. Sadece hissedebilirsiniz. Gözlerim dolmuş boğazım düğümlenmişti.
O düğüm, hala boğazımda duruyor öğretmenim...
Sanki suç işlemiş, her an dayak yiyecekmiş gibi hissediyordum kendimi. İlk nefretim annem ve babama olmuştu. Onlarla artık eskisi gibi konuşmuyordum. Yatağımda gizli gizli ağlarken hep ölmek istiyordum. İyi ama nasıl ölüneceğini de bilmiyordum ki... Ortaokul yıllarım daha da acılı geçiyordu. Kızlı erkekli gurupları sadece uzaktan seyredebiliyordum. Somut çirkinliğin ne olduğunu bilmiyordum, anlatan da olmamıştı zaten. Çünkü somut çirkinliğin ta kendisiydim. Yanımda ?Çirkin? kelimesinin söylendiğini hiç duymadım. Derken Ortaokul yıllarımın sonuna geliyordum.
Bu kez diploma töreninde olmayacaktım...
Babama okumak istemediğimi söylediğimde, babamın derin bir nefes çektiğini bugün gibi bütün netliğiyle hatırlıyorum. Bana kızamamıştı. Çünkü, o da benim neden istemediğimi biliyordu. Yüz hatları gerilmiş, gözleri dolmuştu. Yüzündeki isyanı okuyabiliyordum. Hiçbir ressamın çizemeyeceği bir hüzünle kaplıydı yüzü. Okuyup ?Büyük adam? olacağımı, çektiğim acıları biraz olsun unutabileceğimi anlatmak istercesine yüzüme bakıyordu. Yutkundu, başını önüne eğerek ?Sen bilirsin oğlum.? dediğinde boynuna sarılıp ?babam? dediğimi ve onu ilk sarışım olduğunu kimse bilmeyecekti...
Uzun uzun sarılı kaldık... Elinde olsa, bir şeyleri değiştirmek için canını bile verebilirdi. Hem hangi baba oğlunun acı çekmesine seyirce kalmak isteyebilirdi ki... Bıyıklarım yeni yeni terlemeğe başladığında, mahallemizin orta ölçekli bakkalının sahibi olan Saim amcayla yakınlaşıyordum. Saim amca; Mahallenin doktoru, dert ortağı, sırdaşı, yaşlı genç hemen herkesin danışmanı, bilge biriydi. Bunun ötesinde, onun bir ailesinin olup olmadığını, mahalleye nerden geldiğini bilen birileri yoktu. İçtenliğiyle, güven veren ses tonuyla, yüzündeki gülümser ve huzur veren ifadesiyle, herkesin sevgisini kazanmış biriydi... Ama yalnızdı..! Öfkelendiğine veya kızdığına hiç tanık olmamıştım. Bu yönüyle birbirimize çok benziyorduk. Herkesi eşit sevebiliyor, dengeleri hiç sarsmıyordu.
Akşamları el ayak çekilince, top oynamak istediğim sokağımızda tek başıma top sektirirken, beni görür görmez, Saim amca iş önlüğünü çıkarır, ?Hadi evlat kaleleri kuralım.? derdi. Minyatür kale kurar, herkesin yemek yediği saatte, ikimiz, tozlu sokakta, iki direk arasındaki aydınlık bölgede maç yapardık. Bütün arkadaşlarımın yerini doldurmak istercesine çocuklaşırdı benimle. Çirkinliğimi unuttuğum ender zamanlardandı o akşamlar... Yalnızlığımı doldurmak istercesine ilgilenirdi benimle. Hiçbir maçta yenmedi beni. Yorulduktan sonra dükkana gider, kendisine hazırladığı akşam yemeğine ortak olurdum. Ben, hayata yenik başlamıştım ve öylede bitirecektim. Gariptir, Saim Amca'nın yenebilecekken yenilmeği bile bile kabul etmiş bir hali vardı. Bu soruyu ona hiç sormadım, çünkü incinsin istemiyordum.
Sezgiler, adı konmayan mesajlar verir ve uyarırlar...

Okul yoktu artık; evden istediğim saatte çıkıyor, koca şehirde, ıssız sokaklarda geziniyordum. Özlemlerimi içime gömmüş, arzularımı da susturmuştum. Kışın ayazında, sıcacık sesimle şarkılar söylerdim benimle konuşmak istemeyenlere inat sesimi duyurmak istercesine... Sessiz sokaklar, esen ılık meltem rüzgarları, sinema salonlarının son matinelerine giden tek tük insanların bulunduğu filmleri en arkada seyrederdim. El ayak çekildikten sonra, vitrinleri seyreder, gece pencerelerden sızan huzur veren aile ortamlarını hayal eder, bazen de ağlardım. Geceler boyu rüzgarla, yağan yağmurla konuşur, sessizce düşen kar tanesine gülümserdim. Rüzgarın, Sonbaharda sokaklarda savurduğu yapraklarla, baharda günün ilk ışıklarıyla uyanır, çiğ tanelerinin düşmüş olduğu açan ilk çiçeklerle konuşurdum. Onlarla arkadaş gibiydim. Onlar, beni dinlerlerdi. Onlara insanları anlatırdım. Binlercesi ile yoldaş olduğum insanları.

Sıcak bir insan eli, içten bir gülümseme, belkide küçük bir tebessüm..! Çok mu şey istiyordum bilmem ama bana bu kadarı da yeterdi. El ele tutuşanları hatırlıyorum da, birbirlerine çiçek uzatanları, parklarda sevişenleri, omuzlara yaslanmış sevgilileri... Sorular kafamın duvarlarına çarpıp duruyordu. Mücadeleyi bıraktığım an her şeyin biteceğini, intiharın çözümsüz bir kaçış olacağını biliyordum...
İşte bu nedenle gün ağarmadan uyanır, doğaya koşardım. Henüz kimselerin ayak basmadığı, bembeyaz karlar üzerinde ilk yürüyen kişi olmanın mutluluğunu yaşardım. Yıllar, yıları kovalarken bir sonbahar daha yaşıyordum. Eylül ayının ikinci haftasıydı. Hava, akşamları artık biraz daha serin oluyordu. Yaprakların meltem rüzgarlarında savrulduğu bir akşamda, ellerim cebimde, Beyoğlu'nun sakin saatlerinde vitrinleri seyrediyordum. Lüks bir vitrinin önünde durmuştum. Yabancı bir markaydı. Benim çocukluğumda Beyoğlu'nda yabancı markaların müşterileri daha çok ?Levanten? ve zengin ailelerdendi. Beyoğlu'nda gezmenin usulünü bilirlerdi. Herkes çok şıktı. Pırıl pırıl insanların gezdiği, nerdeyse yüksek sesle konuşmanın büyük ayıp sayıldığı yılardı. Kimse, kimseyi rahatsız etmezdi. Ellerim cebimde, vitrinin önünde alıcı olmayan biri nasıl bakıyorsa, bende öyle bakıyordum. Bir ceketin fiyatı dikkatimi çekmişti! Ben o fiyata, Saim Amca'nın bakkal dükkanını alabileceğimi düşünerek gayri ihtiyari gülümsemiştim. Bunu Saim Amca'ya anlatmayı aklımdan geçirip, birlikte nasıl güleceğimizi hayal ederken kapıda beliren genç bir bayan hayallerimi böldü. Utanmıştım... Uzaklaşmak için iki adım atmıştım ki, sıcak bir ses tonuyla ?Pardon bakar mısınız !? dediğini duymuştum. Ama bana seslenmiş olamayacağını bildiğim için, iki adım daha atmıştım. Tekrarlayarak ? Lütfen bakar mısınız?? diye tekrar seslendi. Ezik duygularla, başım önümde yüzümü gizlemeye çalışarak onun olduğu yöne döndüm.?Bana mı seslendiniz?? diye yutkunarak sorabilmiştim. ?Evet siz, lütfen gelir misiniz.? dediğinde heyecanım artmış, kalbim çarpmaya başlamıştı. Beni tanımıyordu. Benimle ne işi olabilirdi ki..? Hayatımda bir ilk oluyordu; ilk kez genç bir kızla konuşuyordum. Evet ilk kez..! Heyecanımı anlatmam mümkün değildi. On dokuz yaşımdaydım ve hiç kız arkadaşım olmamıştı. Hem nasıl olsun ki... Genç bayan, bana bakıp gülümsüyordu. Bir yanlışlık olmalıydı. Kalp atışlarım gittikçe hızlanıyor, elim ayağım bir birine dolanıyordu. Sadece önüme bakabiliyordum. Sıcak, insana huzur veren bir ses tonu vardı. Başımı kaldırıp ona baktığımda alnımda terler birikmişti. Birinin yüzüne yakından bakmadan bir ömür geçirdiğimi nerden bilebilirdiki...?Rica etsem içeri gelir misiniz?? dedi.
Bu davet hayatımın son perdesi olacaktı...

Nedenini bilmediğim bu daveti orada kesebilir, hızla oradan uzaklaşabilirdim ama bize sunulanı yaşayarak kaderimizi belirlemiyor muyuz..? Ben de kaçamamıştım. Mağazadan içeri ilk adımı attığımda bile hala ?Neden?? diye bir soru beynimde büyüyordu. Beni zengin birimi sanmıştı yoksa! ?Yok canım, üstüm başım belli.? diyerek bu ihtimali de geçmiştim. Hele beni biriyle karıştırma ihtimali imkansızdı. Önümde yürürken kısacık deri mini eteği, yüksek topukları, kısa kızıl saçlarına, ?buğulu? bir camın ardından bakar gibi bakmıştım. İçeride üç tezgahtar kız daha vardı. O, önümde yürürken ilerdeki merdivenleri fark ettim. Mağaza içeriden iki katlıydı. Merdivenlere yöneldiğini hissettiğimde ise, inanılmaz utanmıştım. Çünkü, kısacık eteği ile, önümde çıkacak olursa gerisini düşünmek bile utanç duygularımın had safhaya çıkmasına yetmişti. O, merdivenleri çıkarken, ben arkamı dönmüş, merdivenleri bitirmesini beklemiştim. Yüzümü mağazaya döndüğümde ise mağazadaki kızların kıkır kıkır gülmeye başladıklarını fark ettim. Bu davranışıma neden güldüklerini anlayamamıştım..! Bir anlamı olmalıydı ama..! Bunu çok sonra anlayacaktım.. Yukarıdan seslendiğini duydum.?Yukarı gelir misiniz?? dedi. Merdivenleri çıkarken kızların gülüşmeleri hala devam ediyordu. O mağazanın önünde durmamalıydım diye içten içe kendime çok kızıyordum...
Ofisine geçip oturduk. Yüzüme o kadar içten bakıyordu ki başım önümde olmasına rağmen bunu hissedebiliyordum. Ne söyleyeceğini merak ederken geçen saniyeler, bir yıl gibi geliyordu bana. Bir an önce bitmesini istiyordum. ?Sizi dinliyorum.? Diyebilmiştim. Heyecandan kendi sesimi zor duyabiliyordum. Hayalini bile kuramayacağım kadar güzel bir kızdı. Hala terliyordum. Bana bir peçete uzatarak, ?Ne alırsınız?? diye sorduğunda ?Fark etmez.? dediğimi hatırlıyorum. Heyecanım yavaş yavaş geçmeye başlamıştı. Kendime geliyordum. Tüm cesaretimi toplayarak sorabildim.?Benden ne istiyorsunuz?? dedim.?Senden bir şey istemiyorum, sadece konuşmak istedim hepsi bu.? Beni tanımıyordu ve tanımadığı bir insanla ne konuşabilirdi ki... ?Beni tanımıyorsunuz, ne konuşmak isteyebilirsiniz ki?? dediğimde ?Sizi farklı buldum hepsi bu.? Deyince, olduğum yere yığılmamak için kendimi zor tutmuştum.Tek farklılığım yüzümdü ..! Farklı başka yönümü de bilmesine imkan yoktu. Ayağa kalktım. Beynimde depremler oluyordu. O' da benimle ayağa kalkmıştı.?Yanlış bir şey söylediysem özür dilerim sanırım beni yanlış anladınız.? dedi heyecanla. Bunda yanlış anlaşılacak bir şey yoktu. Farklılığımın ne olduğunu bildiğimi söyledim kendisine. Çıkmak için kapıya yöneldiğimde, elimden tuttu. Bir kızın tenine hiç dokunmamıştım. Bütün vücudumun ısındığını hissettim. Uyuşmuş gibiydim... Amacının kırmak olmadığını, kendisini yanlış anladığımı söyleyerek, sürekli özür diliyordu. Oturmam için rica etti. Bu arada elimi hala tutmaya devam ediyordu.
Kalp atışlarım gittikçe hızlanıyor, heyecanım adeta beni boğacak kadar artmıştı. Israrına ve samimiyetine inanmış tekrar oturmuştum. Çaylarımız gelmişti. Bana, kendimden söz etmemi istediğinde nerden başlayacağıma bir türlü karar veremiyordum...

Okul yıllarımdaki yalnızlığım dan başlayarak, Saim amcaya kadar uzanan, hüzünlü ve ?zaman tünelinin? en karanlık yaşam öyküsünü anlatırken, beni nasılda dikkatle dinliyordu... Bir ara gözlerinin dolduğunu fark ettim. Üzülmemesini ve bu hayata alıştığımı söylediğimde de hala elimi tutuyordu... İnsanın, insana dokunmasının ne kadar güzel bir duygu olduğunu daha iyi anlıyordum... Sohbet bayağı uzun sürmüş ve kalkma vakti gelmişti. Müsaade istediğimde tekrar görüşmek için ricada bulunuyordu. Zamanım olduğunda uğrayacağımı söyleyerek, el sıkışıp ofisinden dışarı çıktım. Merdivenleri inerken tezgahtar kızlara ?İyi akşamlar.? dediğimi hatırlıyorum. İnanılmaz bir mutluluk yaşıyordum. Ömrümün en güzel günüydü. Sanırım, şiirlerin ve şarkıların yazıldığı duygular, bu duygular olmalıydı...
Dışarı çıktığımda derin bir nefes almış, bir kuş kadar hafiflemiştim. Kanatlanıp uçabilirdim. Mutluydum. Hızlı adımlarla mahallemize doğru yöneldim. Saim Amca'ya anlatacak, mutluluğumu paylaşacaktım. Dükkanı kapamamış olması için dua ediyordum. Sokağa girdiğimde, dükkan ın ışıkları yanıyordu. ?Yaşasın!? dedim. Sabaha kadar nasıl beklerdim. Hayatımın en mutlu gününü anlatacaktım... Dükkana girdiğimde ?Saim Amca!? diyerek heyecanla seslendim. Tezgahın arkasında raflara eşya yerleştiriyordu.
?Evlat bugün geç kaldın, hayırdır?? diye sorduğunda, gidip kendisine sarıldım. ?Anlatacağım, önce bir çay yapalım mı?? dedim. ?İyi olur, akşamdan beri temizlik yapıyorum, hem yorgunluğumu almış olur, bu arada seni de dinlemiş olurum.? dedi. Çay yapmak için hazırlıklara başladım. Biraz sonra karşılıklı oturmuştuk. ?Ee evlat, anlat bakalım, neymiş bu mutluluğunun sebebi.? diyerek, sevgiyle baktı yüzüme. Heyecanla anlatmaya başladım. Saim Amca beni dinledikçe yüzü tuhaf bir şekil alıyor, sanki anlattıklarıma sevinmiyordu. Garipsemiştim. Oysa beni anlayabileceğini, mutluluğuma ortak olacağını, bana fikir vereceğini beklerken, son sözümü sabırsızlıkla bekleyen hali de gözümden kaçmamıştı! Anlattıklarımı heyecandan defalarca tekrarlamama rağmen beni büyük bir sabırla dinlemişti.

Konuşmam bittiğinde ise ?Bak evlat...? diyerek söze başladığında, olumsuz bir şeyler duyacağımı sezmiştim.... Yutkundu. ? Hayatın benle dalga geçtiği, benim de hayatla dalga geçtiğim zamanlar oldu. Herkes geleceğini bilmek istemez, hele ki olumsuzluklar duyacağını bilse hiç istemez. Sana anlatacaklarım seni üzebilir. Duygularının incinmesini istemiyorum. Sen tesadüfen orda olmuş olabilirsin ama o sesleniş tesadüf değildir evlat. !? Pür dikkat kendisini dinlerken bile heyecanım hala çok sıcaktı ve hala kendimi rüyada sanıyordum. Karşımda, beni rüyadan uyandırmak isteyen Saim amcayı bu ruh hailiyle anlamam imkansızdı...Kendisini anlamakta zorlanıyordum..!Ve devam ediyordu : ?Sokaklarda yaşanan değerler caddeye çıkıldığında değişir, bulvarlarda ise tam bir oyuna dönüşür.? Bana, ?Vazgeç evlat, sorun senin yüzün değil, onun seni neden tercih ettiğidir. Bunu şu an bilmiyorsun, öğrendiğinde ise üzülmenden korkuyorum, oraya bir daha gitme. Ben tüm insani değerlerin yitirildiği, modern bir bulvarda lüks evimi bırakıp, bu sokağa, yani sizlere geldim. Bulvarlardan caddelere, caddelerden sokaklara inildikçe, sanki zamanın gerisine bir yolculuk yapar insan. Ben, bu zamanın gerisine dönmek, tükenen değerleri yakalamak, kalan son kırıntıların bulunduğu bu sokakta yaşamayı seçtimse, sen de sokağında kal evlat.? diyerek son cümlesini bitirdi... Yüzüme hüzünle bakarken derin bir nefes çekti. Anlattıklarının daha binlercesi içine çektiği nefeste gizliydi. Bunu hissedebiliyordum ama kavrayamıyordum ki... Düşüneceğimi söyleyerek dükkandan çıktım. Evde yatağıma uzandım. Ama gözüme uyku girmiyordu. Yaşadıklarım gözümde yüzlerce kez canlanıyordu. Kıvranıyordum. Garip bir duyguydu, adını koyamıyordum... Saim Amca, anlattıklarıyla hem kafamı karıştırmış, hem de beni biraz üzmüştü. Ama ben kararlıydım onu bir daha görmeğe gidecektim. Hayallere dalarak uyuya kalmıştım.

Uyandığımda ise sanki dün yaşadıklarım bir rüyaymış gibi geliyordu bana, ama değildi ! Tekrar coşmaya başlamıştım. Elimi, yüzümü, büyük bir mutluluk ve heyecanla yıkadım. Annem mutfaktaydı. Koşarak ona arkadan sarılıp öptüm. ?Canım annem.? dedim. Annem, beni on dokuz yıldır ilk kez böyle mutlu görüyordu.?Hayırdır oğlum?? diye sorduğunda, ? Sonra anlatırım anne.? diyerek evden çıktım. Gündüzleri ilkokul yıllarımda beş yıl boyunca seyrettiğim meşe ağaçlarının olduğu yere gittim. Yalnızlığımı paylaştığım, bu ağaçların altına gelip, günümü hayaller kurarak geçirir kendimi unuturdum. Hava kararana kadar tüm günümü burada geçirirdim. Bunu isteyerek yapmıyordum ama burası kabul gördüğüm tek yerdi. Meşe ağaçlarından birinin dibinde kendime adeta bir dünya kurmuştum. Meşe ağacının altında uyur, bazen de şehrin manzarasını görmek için ağacın tepesine tırmanırdım. Ama bugün havanın bir an önce kararmasını istiyordum çünkü onu görmeye gidecektim. Saim Amca'ya da söylemeyecektim. Havanın kararması için sabırsızlanıyordum. Onu sadece uzaktan görecektim. Her ne kadar istese de, cesaret edip ertesi günü, ben geldim, diyemezdim. Vitrin ışıklarının tek tek sönmeye başladığı saatlerde karanlık bir köşede saklanmış çıkmasını bekliyordum. Nihayet vitrin ışıkları sönmüş tezgahtar kızlar kapıda görünmüştü. Gözlerimi kapıya dikmiş, heyecanla çıkmasını bekliyordum. Nihayet görünmüştü. Oldukça şık giyinmiş, herkesi büyüleyecek kadar güzeldi. Karşı kaldırımda yürürken aynı hizaya geldiğimizde kalbim duracak gibi olmuştu. Onu tekrar görmüştüm ya, mutluydum. Artık eve daha mutlu dönüyordum. Annem, ne kadar sorduysa da ?Daha sonra anlatırım.? deyip geçiştiriyordum. Keşke anlatsaydım...

Ertesi sabah Saim Amca'ya uğradığımda yine o emsalsiz anlayışıyla yüzüme bakıp gülümsüyordu.?Dün görünmedin?? diye sorup tatlı tatlı gülümseyerek durumu anladığını hissettirircesine elini omzuma atarak, ? Hadi çay demle de içelim? deyince çok mutlu olmuştum. Tabi ya Saim Amca bu, beni ondan daha iyi kim anlayabilirdi ki... Ona akşam ne yaptığımı anlattığımda gülümsedi ama uyarmadan da yapamadı. Sadece ?Kendini fazla kaptırma.? demişti. Akşamı tekrar zor etmiştim. Aynı yerde adeta pusuya yatmıştım. Sadece görmek bile yetiyordu bana. Vitrin ışıkları sönmeye başlayınca heyecandan yerimde duramıyordum. Yine aynı şıklıkta, yine ?muhteşem? görünüyordu. Ayazı hissetmiyordum. Kışım bahara dönmüştü... Bu aylarca sürmüştü. Durumun böyle gitmesi Saim Amca'yı da sevindiriyordu. Kış bitiyor, bahar geliyordu... Ağaçlar da çiçek açmaya başlamıştı. Bir gün onun karşısına tesadüfen çıkıp, kendisinin beni görmesini sağlayacaktım. Kararımı vermiştim. Karşısına tesadüfen çıkacaktım... Ve öylede yaptım. Vitrin ışıkları söndüğünde hemen karşı kaldırma geçip, bir vitrini seyrediyor gibi yapmıştım. Adımlarını duyabiliyordum. Yaklaştıkça heyecanım da o kadar artıyordu. Adımlarının tam arkamda durduğunu hissettiğimde, benim de kalbim duracak gibi olmuştu. O sıcacık sesiyle seslendiğinde, dönüp bakmaya cesaret edememiştim. Tekrarladığında tüm cesaretimi toplayarak döndüm. Hayatımda kimseye rol yapmadığım için tüm utangaçlığımla döndüm. Gülümsüyordu... Neden bunca zamandır uğramadığımı sorup, yarın mutlaka bekleyeceğini söyledikten sonra el sıkışıp ayrıldık. Rüyada gibiydim. İnanamıyordum...

Beni, benden daha iyi kimse anlayamazdı. Ertesi gün randevum için hazırlık yapmalıydım. Traş oldum. Ha ! bu arada benim berberim de Saim Amcaydı. Kendisine her şeyi anlatmıştım. Beraberliğimizin sorunsuz geçiyor olmasına benden çok sevindiğini biliyordum. Babam değildi; ama adam gibi adamdı. Ertesi günü havanın kararmasını sabırsızlıkla bekliyordum. Akşam mağazaya doğru yaklaştıkça heyecanım büyüyor, soğuk terler döküyordum. Kapıya geldiğimde ilk kez yüzümü unutarak derin bir nefes çekip içeri girdim. Tezgahtar kızların beni gördüklerinde yaşadıkları telaşı hemen fark etmiştim.?Elif Hanım yukarıda.? dediklerini duymuştum. Yukarı yanına çıktığımda beni ayakta karşıladı. Heyecanımdan içim dışıma çıkacak gibiydi. Onca zamandır neden uğramadığımı sorduğunda dilim tutulmuştu... Nasıl anlatacaktım yıllardır insanlardan kaçtığımı, yüzsüz bir insan olduğumu... Yalan söylemeyi bilmiyordum ki... Başımı önüme eğip, rahatsız etmek istemediğimi söyleyince elimi tutup ?Biz arkadaşız, lütfen daha sık görüşelim.? dediğinde yaşadıklarıma bir kez daha inanamıyordum. Sohbetimiz koyulaşmış hafta sonu için sözleşmiştik. İyi ama ben onunla hiçbir yere gidemezdim... Aklıma hemen meşe ağaçlarının altı gelmişti.?Benim istediğim yere gitsek olur mu?? diye sorduğumda, tereddütsüz kabul etmişti... Artık hafta sonları meşe ağaçlarının altında buluşuyorduk. Derken geçen zaman içinde havalar iyiden iyiye ısınmıştı meşe ağaçlarının altı daha da bir güzel oluyordu. Yine bir hafta sonu için sözleşmiştik. Ben önceden gidip, ağaca çıkacak, gecikmiş numarası yapacaktım. Onun üfleyip püflediğini yukarıdan seyredecek bu haline birazda gülecektim... O gelmeden ağaca çıkıp beklemeye başlamıştım.

Uzaktan iki kişinin meşe ağaçlarına doğru geldiğini farkettim biraz daha yaklaştıklarında ise yanında bir erkeğin olduğunu gördüm..! Ağacın dibinde oturdular. Nefes bile almıyordum. Konuşulanları çok net duyabiliyordum. Birlikte geldikleri erkek arkadaşı ?Burada mı buluşuyordunuz?? sorusuna, ?Evet onunla yarın için sözleştik, bugün seninleyim.? Duyduklarıma inanmak istemiyordum. Aşağıda; ?Salak kendisine aşık olduğumu sanıyor, seni kıskandırmak için yaptığımı öğrense kim bilir ne yapar?? dediğinde erkek arkadaşı cevabı hemen vermişti: ? En fazla kendini asar. Salak kendini bir halt sanıyordur şimdi. Seninle geçirdiği zaman tüm hayatı boyunca ona yeter.? Ve karşılıklı gülüşmeler... Ağaçta buz kesmiş, kendimi hissetmeye çalışıyordum. Meşe ağacının tek yaprağı kımıldamıyor, adeta bu utanç verici olayın acısını benle paylaşıyorlardı. Gözlerimden süzülen iki damla yaşı, bir yaprak, daha yere düşmeden havada yakaladı. Gözlerimin önünde sevişiyor ve duygularımla alay ediyorlardı. Ağaçta kala kalmıştım. Saim Amca'nın ?O sesleniş tesadüf değildir evlat.? sözleri kulaklarımda tekrarlanıyordu. Epey bir zaman sonra çekip gittiklerinde ağaçtan zorlukla inebilmiştim. Güneşin rengi solmuş, hayatımın tüm renkleri matlaşmıştı... Sesleri duyamıyordum... Ağır ağır yürürken, bedenimi hissetmiyordum ama düşünüyordum; Çirkindim ama böylesi bir çirkinliği bilmiyordum ve adını koyamıyordum... Uzun zamandır ağlamamıştım... Ertesi sabah erkenden annemin başucuna gittim; Annemi yanaklarından öpüp dışarı çıktım. Saim Amca'ya uğrayıp sıkı sıkı sarılıp onu da öptüm. Saim Amca ?Ne o evlat, bugün yine meşelik mi?? diye gülümser bir tavırla bana takılmıştı... ?Evet, Saim Amca meşelik.? deyip yanından ayrıldım.

Sokağımızın başında dönüp, sokağımıza baktım. Saim Amca, sokaklarda ki değerlerin değişimi konusunda anlattıklarında çok haklıydı...


Erhan'ın yokluğunu ilk fark eden Saim Amca olmuştu. İki gündür yoktu ortalıkta. Annesi ağlıyordu. Saim Amca, Erhan'ın, meşeliğe gideceğini söylediği son sözlerini hatırlamış, tüm mahalleli Meşeliğe koşmuşlardı.

Ilık bir meltem rüzgarı esiyordu. Erhan'ın yüzünde de tatlı bir tebessüm vardı. Herkes ona bakıyordu... Sanki ağaçta asılı olan yılardır, yüzüne bakmadıkları Erhan değildi... Polisler olay yerine geldiğinde, etrafta araştırma yapmaya başladılar. Yerde, papatyaların arasında, bir kağıt parçası, esen tatlı rüzgarda, bir kuşun kanadı gibi görün beni dercesine ?pır pır? ediyordu. Komiser, ipucu olabilir diye papatyalar arasında ki kağıdı yerden aldı.
Kağıtta yazılanları yüksek sesle okudu:

?Canım artık hiç acımıyor... Ama yüzüme şimdi baktıklarını biliyorum anne....?

Güzellik, çirkinlik ve benzer kavramların yüzyıllardır tartışıldığı dünyamızda, nerden beslendiğimize bakacak olursak; Gerçek suçlunun, Aile, inanç ve Eğitim kaynaklı olduğunu görürüz. Gerçek suçlunun, aslında evimizdeki raflarda övünerek baktığımız kitaplarımız arasında gizlendiğini göremeyecek kadar az okuduğumuzu, bizi, bir arada tutan ?Maya'nın? SEVGİ olduğunu ve onu, kitaplarda değil, yüreğimizde taşıdığımızı ve canlı olduğunu çocuklarımıza anlatamıyor olmamız yetmiyormuş gibi, nerden geldiğini bilmediğimiz ve ısrarla ?okuyun çocuklar, okuyun? derken, kontrolsüz okuma önerileriyle evimize giren tehlikeleri göremiyor ve suçluları böylelikle kendi ellerimizle yetiştirmiş oluyoruz. Kalbimize giden yolu, aklımızla tıkamayı öğreten kitapların, kurbanı olmadan, evimize giren her kitaba, daha fazla dikkat etmeli ve insanı, insan yapan değerleri, bir kez daha gözden geçirmemiz gerektiğini, kültürel değişimin getirilerine değil, kirliliğine dikkat çekmemiz gerektiği inancı ile...
Sevgilerimi sunuyorum...

06 Mayıs 2009 24-25 dakika 1 öyküsü var.
Yorumlar