İncilerimiz...

Kış günleri amansız soğuklarını olanca hızı ile ilkbaharın ılık havasına ve yeşilliklerine terki diyar ediyordu. Cıvıl cıvıl öten kuşların aheste sesleri ilkbaharı müjdelercesine hoş ve güzeldi. Güneş en pırıltılı ve en parlak ışınlarını gönderiyordu yer yüzüne. Gecenin karanlıklarında dolunay geceıi aydınlatan bir ampül misali işıltıyor, yıldızlar ise bir okadar daha gök yüzü semalarını süslüyordu. Ama ne varki bu güzellikleri Yusuf hissetmeyecek kadar bitkin ve rahatsızdı. Kendisi için umursuzdu. Keyf vermiyordu artık dünyada olan bitenler. Gün doğmuş, gün batmış kavuşacağı yarınlarının bu günününden farklı olmayacağını hissetmesinden olmalıydı ki, her geçen gün umutlarını yitiriyordu. Belkide içten içe ölümü özlüyordu.

Bu sefer hiç beklemedik bir anda aniden yığılı vermişti bir akşamın karanlığında ana caddenin ıslak kaldırım taşları üzerine. Hemen kaldırılmıştı hastahaneye. Ne olduğu teşhiz edilemiyordu. Ama ne varki, belki kendinin bildiği başka hiç kimsenin bilemediği bir hastalığa kaptırmıştı kendisini. Rahatsızlığının ortaya çıkardığı sorulara cevaplar bulunuyordu. Doğru teşhis konulamıyordu bir türlü. Kimilerine göre bu bir gizli kalp kırizi, kimilerine göre beyin travması, kimilerine göre de hyper tansiyondu. Her doktor kendi sahasına ve uzmanlık alanına göre bir başka teşhis koymaya çalışıyordu. Tabi bazılarına göre de, teşhis edilemeyen her hastalığın sebebi psikolojik bir tramvaydı. Ama büyük ihtimalle bunlardan hiç birisi değildi. Ne kalp, ne beyin tramvası, ne de bir başka teşhisi koyulabilecek bir hastalıktı bu. Bilinmiyordu. Hiç bir araştırma beklentilere cavap vermedi. Tıp aciz kaldı ve yapılması gereken herşey yapılıyor du Yusuf'un bu bilinmeyliklerden kurtulabilmesi için. Ne var ki, olmadı. Olamadı.

Son günlerin ilaçları biraz daha yoğun aralıklarla ve dozajları arttırılarak veriliyordu Yusuf'un. Almış olduğu ilaçların etkisinden olmalı ki, bir türlü gözlerini açamıyordu. Belki de ruhen bedenen uyanmak istemiyordu kim bilir? Belki de uykuda rüyalarında daha huzurlu hissediyordu kendisini ve iç aleminin fırtınalarını lodoslarında yaşıyordu.

Gün yoktu ki, baş ucunda ve odasının kapısında bekleyenler bulunmasın. Her geçen gün ziyaretcileri uğruyor ama ne varki bir çoğu Yusuf'la konuşamadan görüşemeden getirdikleri rengarenk çiçeklerini bırakrak gitmek durumunda kalıyorlardı. Son saatlerde kontroller arttırılmıştı. Hemşireler doktorlar, sürekli kalp atışlarını nabzını kontrol ediyorlardı.

Her nekadar yusuf'un gözleri kapalı olsa bile, kalp gözü açıktı. Hareketsiz bir şekilde komada yatıyor, envait çeşit kablolar ve aletler bağlıydı heryanına Yusuf'un. Herbir alet ve kablo son bir umut olurda kurtarabilirdi belki. Odasına kimin girdiğini ve neler mırıldandıklarını çok iyi hissedebiliyordu. Son üç gündür gözlerini açamamış, namazlarını ruhen zihninde oluşturduğu namaz hareketleri ile eda etmeye çalışıyor, Rab'bine dua ediyordu.

İçinden çıkamıyordu düşüncelerinin. Çölde kızgın güneş altında son nefesini almak için zorlanan biri gibi son çarenin ölüm olduğunu düşünüyordu. Ölümü özlüyordu Yusuf. Günlerdir uzanıp yattığı yatağında onu yeniden hayata dönderme mücadeleleri amansızca verilirken, yüzünde ölümü hasretle bekleyen bir tebessüm hakimdi. Belki de ahirete ebediyete göçmenin çok yakın olduğunu hissediyor, ve bir kurtuluş olabileceğinin bilincindeydi kendisi için. İç dünyasında sürekli Rab'bine yaptığı dualarını ve arzularını sunuyordu. Dualarının kabulu için yalvarıyordu. Onca dua ve yalvarışların beraberinde göz yaşlarını yüreğinin alevlerini söndürmek için, içine akıtıyordu.

Herkes odada onu yalnız bırakmış, sadece saat başı hemşire kontrol için odasına girip cıkmaktaydı. Hiç bir gelişme görülmemekte ve en zor kararda olsa sabah doktorlar karar vermek durumundaydılar. Yusuf'un aile ve yakınlarına, bağlı olduğu tüm aletlerin fişini çekmeyi teklif edeceklerdi. Tıbbın yapabileceği buraya kadardı ve Yusuf için artık iflazın eşiğindeydi. Yapılabilecek herhangi bir şey, bir umut daha kalmamıştı. Tıp imkanlarının ve doktorların yapabileceklerinin son durağıydı. Bu şekildeki bir yaşam tarzının Yusuf için daha da ızdırab verici olabileceğini söyleyeceklerdi doktorlar. Kararlıydılar ve Yusuf'u hayata bağlayan fişleri teker teker çekmek durumundaydılar.

Yusuf, yine ruh dünyasında düşüncelerinin eşliğinde kıldığı bir yatsı namazının ardından yalvardı Rab'bine. Ölümden korkmuyordu. Ölmek değildi onun derdi. Hoş gelmişti onun için ölüm. Ama bir tek isteği vardı Yusuf'un. Onun için yalvarmaktaydı Rab'bine. Olurki son duası son bir isteği kabul olur diye.

Son bir kez de olsa ahirete göçmeden, sonsuzluğa, ebediyete kavuşmadan, bir gül kokusuydu özlemi. Onun için yalvarmaktaydı Rab'bine. Umudunu yitirmemişti. Elindeki gül kokusuyla anımsadığı ve hep anımsıyarak yanında götürmeyi düşündüğü, ahirete özlemle taşıyacağı kişiyi beklemkteydi. İçinde öyle bir duygu ona bu geleceği umudunu vermişti. Ve son bir kez onu göremek, onu duymak, yanında olduğunu bilmek ve kokusunu hissetmek istiyordu. Ama zaman okadar daralmıştı ki, gitmek için randövusu yaklaşmıştı adeta.

Güneş, sabahın ilk ışınları ile hastahanenin doğuya bakan pencerenden odasının içerisine pırıl pırıl yansıyor, yeni bir günün doğuşunu müjdeliyordu adeta. Böyle güzel bir günün doğuşuna da ilgisizdi Yusuf. Odada bir sessizlik hakimdi. Başında beyaz giyisili hastahane görevlileri, doktorlar ve hemşeriler vardı. Birşeyler konuşuyor, sessizce birşeyler paylaşıyorlardı ellerindeki rapor ve değerlendirmelere bakarak. Ama herkes birşeyler söylemek istediğinden olacak ki, ne konuştuklarını tam manası ile anlayamıyordu.

Doktorlar odadan çıkmışlardı. Odanın sessizliği her nekadar dinlendirici ve huzur verici olsa bile, kalp atışlarını gösteren bağlı bulunduğu makinadan kulakları tırmalayıcı oldukca dikkatleri üzerine toplayan bir ses geliyordu. Yusuf'un yorgun kalp atışlarının seslerini haber veriyordu bu makina. Adeta zorluyordu makina, çalışmak istemeyen yorgun kalbin atışlarını düzgün göstermek için. Bazen ritim sesleri değişsede yine tekrar düzensiz işlemeye devam ediyordu. Zaman zaman duruyor gibi teklesede yorgun ve bitkin düzensiz sinyaller vermeye devam ediyordu. Yusuf'u ziyarete gelenlenler kulaklarını ve gözlerini alamıyordu bu makinadan. Çünkü bu Yusuf için cok önemli hayati bir meseleydi. Korku düşürüyordu başında bekleyenlerin yüreklerine.

Yusuf, kendisini beklentilerine tamamen kitlemiş ve halen unutamıyordu. Son bir umut arzularını yoğunlaştırmıştı dualarına. Zihninden arzu ettiği gül kokusunu geçiriyordu yine. Hep onu yalnız onu bekliyordu. Odasında baş ucunda ve masanın heryanında rengarenk hemde çok güzel çeşit çeşit özenle seçilmiş güzel kokulu çiçekler, Orkideler, karanfiller, lavanta ve güller vardı. Ama ne varki odasındaki gül kokusu ne de diğer çiçeklerin kokusu değildi Yusuf'un özlemle beklediği. O gelmeliydi. Bir umut bir bekleyiş zihnine odaklanmıştı.

Zaman nekadar zalim olursa olsun, geçmeye mahkümdür. Her geçen saat Yusuf'u daha da zor duruma koyuyor, bir taraftan da ölüm Meleği ile randevüsü yaklaşıyordu. Bu bilinç ile sol elini sağ elinin parmaklarına doğru götürmek ister. Sağ parmağında ona ait olan bir yüzük vardır. Yüzüğüne dokunmak ister. Nevarki bu mümkün olamamaktadır. Buna gücünün yetemeyeceğini anlar. Yusuf, yine yüzüğüne de hayali olarak dokunuyordu. Yüzüğüne dokunduğunu ve sol eli ile sağ elinin parmağında takılı olan yüzüğünü hissediyordu. Hep bekliyor, içinden kalbinin en sıcak yerinden dualarını gönderiyordu. Ama o gül kokusu bir türlü gelmiyordu. Umudunu hiç kesmeden son ana kadar bekledi, bekledi, son anına kadar bekleyecekti.

Odanın sessizliğini işgal altında tutan kalp ritim makinasının tırmalayıcı sesi yine anormalliğini koruyordu. Doktor ve hemşeriler odadan çıktıktan kısa bir süre sonra işin ciddiyetinin farkında olarak, bir süreliğine odasının dışında bekleyen tanıdıkları ziyaretciler odaya alınmışlardı. İçten içten ağlaşmalar sızlaşmalar, ah çekmeler, sessis çığlıklar ve yakarışlar. Bu olan bitenden anlaşılıyordu ki, durum oldukca kötüye gidiyor, içinde bulunduğu vahamet Yusuf'u adım adım yaklaşmıyordu randevüsüne. Umut dolu bekleyişleri devam ederken işin vahametini iyiden iyiye hissetmekteydi. Ölüm meleği adeta çağrıyordu kendisini. Evet onu bekliyordu ama, öyle güzel görünüyordu ki kendisine, eğer beklediğinin geleceğinden umudunu kesmiş olsa hemen gidecekti. Daha fazla bekletmeyecekti.

Yusuf'un odasında tüm ziyaretciler yavaş yavaş dışarı çıkarılıyordu. Herkes teker teker vedalaşıyor, son dokunuşlar ve helallikler mırıldanılıyordu akan göz yağmurları arasında sessiz sessiz.. Yusuf, içten hafız bir kardeşinin kendisi için, koridorda okunmakta olan Kur'an-ı Kerim'i dinliyordu. İçine ferahlık düşmüştü. Bir yandan bu manevi hoş okuyuşu ruhuna sindirirken, bir taraftan da umudunu kesmeden gül kokulu misafirini bekliyordu.

Esra, Yusuf'un son başına gelen durumu ile ilgili olarak hiç bir bilgisi yoktu. Kimse haber vermemişti. Son gece, yani Yusuf'un yatsı namazını eda edip ardından dua ettiği o gece bir rüya görmüştü. Yusuf'u görüyor rüyasında ve avuçlarında birşeyler vardı, onları Esra'ya vermek istiyordu. kendisinden yardım etmesini, ellerini tutmasını istiyordu. Esra dalmış olduğu derin uykunun içinde gördüğü o rüyanın etkisi ile konuşuyordu.Yusuf'un zor durumda olduğunu ama bir türlü ellerini tutamıyor, avuçlarında uzattıklarını alamıyordu. Ona yardım elini uzatamıyordu. Olanca hızı ile koşuyordu Esra rüyasında. Koşuyor, koşuyor ve koşuyordu. Koştuğu her yerde Yusf'u aruyordu. Yerlerle inciler vardı. Bulduğu her inci Yusuf'un avuşlarından düşürdüğü inciler olduğunun farkındaydı. Yerden incieri topluyor bir yandanda Yusuf'un izini bulmaya çalışıyordu. Yusuf'a ulaşmak imkansızdı. Ulaşamadı Yusuf'a bir türlü. Kaybolu verdi rüyalarının içinden.

Korkmuştu Esra. Yusuf'un adını söyleye söyleye sıçrayarak uyanır yatağından. İçini bir korku, korkudan da öteye büyük bir tedirginlik basar.

Hemen telefona sarılır... Yusuf'un uykuda olabileceğini düşünerek rahatsız etmek istemez. Sabah ilk işinin Yusuf'un aramak olacağını düşünerek yatar. Ama bir türlü uyku tutmaz. Gözlerini yumar yummasınada gördüğü rüyanın etkisinden kurtulamaz. Zihninde yoğunlaşmıştır gördüğü rüya ve Yusufu aklından çıkartamaz. Bir türlü uyku girmez gözlerine.

Sabah oluyordu. Güneş ilk kızıl ışınları gece karanlıklarının siyahına gönderiyordu lime lime. Ardından da güneş Esra'nın yorgun düşüncelerinin ve tedirginliklerinin üzerine doğmuştur. Yusuf'un kalkmış olabileceğini düşünerek, kısa bir mesaj gönderir telefonuna.

Çok kısa bir mesajdı bu.: Yusuf sen iyisin değil mi? Herşey yolundadır umarım!..

Aradan bil hayli zaman geçmiştir. Esra halen bir cevap beklemekte ama ne varki geri bir mesaj gelmemiş, telefonuna da geri dönülmemişti. Telefonunu elinden bırakmıyordu. Her an bir mesaj, bir haber alabilecekmiş umudu ile beklemekteydi.

Aradan bilhayli zaman geçmişti. Her hangi bir belirti yoktu. Cevap alamamıştı. Bu normal değildi. Hiç böyle yapmazdı Yusuf. Nezaman bir mesaj yazsa mutlaka ama mutlaka arardı Yusuf. Kısada olsa bir mesaj yazardı. Hep geri dönmüştü bu zamana kadar. Anlayamadığı bir gariplik vardı. İçindeki tedirginlikler çıg gibi büyüyor ve bir anlam veremiyordu.

Bunun bir mesajla olmayacağını anlayarak, telefonunun hafızasından Yusuf'un numarasını arar. Aradığı numaraya ulaşamıyordu. Yanlış çevirmiş olması imkansızdı. Aradığı numara herzaman hafızada kayıtlı numaraydı. Telefon kapalıyıdı. İyi ama Yusuf hiç kapatmazdı telefonunu. Derin bir offffff, çekmişti Esra.

Nerdesin Yusuf?... Diye geçiri verdi içinden...
Bir türlü ulaşamayacağını anlamış olacak ki, ne olup bittiğini çözmek için başka aklına gelen kim varsa onları aramaya koyuldu. Yusuf'un yol kıyısında bir kaldırımın üzerinde yığılmış olarak bulunduğunu ve hastahaneye kaldırıldığını öğrenir. Esra ne yapacağını şaşırır. Bütün benzi bebbeyaz kesilir. Adeta bütün kan beynine fırlamıştı. Bir süre dizleri üzerine yere çöker. Bir yandan gözlerinden düşen yaşlarına engel olamaz, bir yandan da.

Ne oldu Yusuf?.. Neyin var senin? Nerdesin? Diyerek içten içe acı çığlıklarını sessiz sessiz haykırıyordu.

Esra'ya kimse hiç birşey söylememişti. Olandan bitenden hiç bir haberi yoktu. Yusuf'un durumunun iyi olmadığı ve son anlarını yaşadığı ile ilgi haberi alınca şok olmuştu. Durumu öğrenir öğrenmez hemen hazırlanıp kendisini hastahaneye gitmek üzere evden dışarı attı.

Yoğun trafik sıkışıklığı birtürlü açılmak bilmiyordu. Geçit vermiyordu adeta. Etraftan gelen korna seslerine aldırmadan arabayı olanca hızı ile kullanmaya çalışıyor. Tek yapması gereken şey ilk önce hastahaneye ulaşmaktı. Hastahaneye gelir gelmez arabasından dışarı fırlayarak hemen telefonda tarifini aldığı yoğun bakıma doğru koşar adımlarla adımlamaya başladı.
Yusuf'un odasının kapı önü oldukca kalabalıkdı. Hemen odaya Yusuf'un yanına girmek istediyse de odanın kapısından içeri alınmadı. O esnada, Yusuf'un ritimsiz dengesiz çalışan kalp atışları değişti. Ritimler düzelmeye başladı. Odadan hemşire hanım büyük bir telaş ve heyecanla dışarı koridora çıkarak hemen doktora seslendi.

- Doktor bey, doktor bey... diye bağrıyordu.

Dışarıda bekleyen yakınları ve tanıdıkları Yusuf'un ruhunu teslim ettiğini sandılar. Ama bir süre sonra üzüntünün yerini sevinç almıştı. Çünkü hemşire doktora, Yusuf'un kalp atışların normal seviyeye doğru düzelme gösterdiğini söylüyordu. Bu sesi duyan doktor, yoğun bakım odasına koşarak soluğu Yusuf'un odasında aldı. Odaya yine doktor ve hemşirelerin haricinde hiç kimse alınmıyordu.

Esra, çok heyecanlı ağlamaklı ve titrek bir sesle, odaya girmek üzere olan bir diğer doktora, duyabileceği kadar fısıldıyordu:

;Doktor bey Yusuf beni bekliyor, ben girmeliyim. Lütfen doktor bey... Lütfen beni içeri alın.. Ben Yusuf'a gitmeliyim. Diyordu.

Doktor Esran'nın söylediklerini duymamazlıktan gelmişti. Hemen Yusuf'un vucuduna bağlı olan tüm bağlantı kablolarını kontrol ettiler. Bağlantıların hepisi yerindeydi. Ama ne varki az önce hemşire hanımın söylediği kalp ritim düzelmelerinden eser kalmamıştı. Yine düzensiz bir şekilde atıyordu kalp. Esra Yusuf'un yattığı odanın kapısında kaç tur attığının farkında bile değildi. Gözlerinden inci tanesi yaşları damla damla süzülüyordu. İçeri girmenin bir yolu olmalıydı. Koridorun diğer tarafında bulunan başka bir doktora doğru hızlı adımlarla ulaştı. Durumunu anlatmaya çalışıyor, ve Yusuf'u mutlaka görmesi gerektiğini söylüyordu. Son bir kez, Yusuf'u yaşarken ve nefes alırken son bir kez görmek istediğini defalarca anlattı. Bunun Yusuf içinde çok önemi var diyor ve yalvarıyordu adeta doktora, Yusuf'un yanına girebilmek için.

Nihayet Esra'nın tüm çabaları sonuç vermişti. Diğer bir doktorun yardımı ile, Yusuf'un yatmakta olduğu odaya alındı. Girdiği ilk saniyede, Yusuf'un kalp atışları yine aynen hemşerinin az önce tesbit ettiği gibi normal atmaya başladı. Kalp atışları yine değişmişti.

Hemşire tektar doktora seslenerek:
-Evet işte bakın doktor bey, yine aynısı oldu. Kalp ritimleri düzeliyor galiba. Diyerek hemşire hanım heycanını her halinden belli ediyordu.

Doktorlar ve hemşireler hayrete düşmüş, bir okadarda heyecan basmıstı. Halen sebebini bulamadıkları bu kalp ritimlerinin değişkenliğinin doğal bir sebebini bulamamışlardı.

Yusuf, Esra'nın gül kokusunu hastaneye ilk girdiğinden itibaren almıştı. Bunun farkındaydı. Dua ediyordu Rab'bine son bir kez daha. Son bir kez, teslim etmeden Esra'yı hissetmek ve yanında olduğunun fark etmek istiyordu. Esra odaya girdiğinde odayı gül kokusu sarmıştı. Bunu Yusuf hissediyordu. Artık biliyorduki Esra odasında ve yanındaydı.

Esra gözlerinden inci tanesi yaşlarını dökmeye devam ediyordu. Her böyle yoğun ağlamasında hep Yusuf'un bir sözü aklına geliyordu. Ağla, ağla istediğin kadar, ama göz yaşlarını yerlere düşürme, bırak gözlerinde kalsınlar. Eğer düşeceklerse sağ avuçlarına düşsünler. Çünki her bir göz yaşı bir inci, her incide bir sen varsın. Çok ama çok değerlidir her biri. Onun için düşürmemelisin. Biriktir incilerini. Onlara değer ver. Çünkü onları kazanmanın bedeli, çekilen acılar ve ızdıraplardır. Onun içindir ki, acı ve ızdıraplar ödenilen bedellerin sancılarıdır. Doğum sancıları kadar acı ama ne varki doğumun ardından yaşanılan evlat sevgisi kadar yüce ve güzeldir. Ne gelirse gelsin sabretmek lazım. Sabrın sonunda ne olursa olsun şükretmek lazım. Onun için de dökülmesin göz yaşların yerlere. Tut onları.. Biriktir sağ avucunda. Sahip çık incilerine. Sahip çık kendine.

Bir yandan ağlıyor, biryandan da sağ eli ile akan göz yaşlarını siliyordu. Aynen Yusuf'un dediği gibi yapıyordu. Adeta gözlerinden topluyordu incilerini. Ağlayan ses edası ile doktordan müsade istedi. Yusuf'a dokunmak istiyordu Esra.

Doktor hafiften başını sallayarak son bir dilek ve istek olduğu bilinci ile Esra'ya müsade ediyordu. Odada bulunan doktor ve hemşireler büyük bir merakla ve ilgi ile Esra'yı izliyor, bir yandan da, gözleri kalp grafig monitorundaki inişli çıkışlı ziksakları izliyorlardı.

Herşey okadar normale dönmüştü ki, kalp atışları istenilen ölçüde, nabız atışları düzelmiş ve hayretler içerisinde gelişmeleri takip ediyorlardı.

Esra, bir yandan kendi gözyaşlarını tutamıyor hıçkırıklarını sessiz çığlıklarını içine atıyor ve oldukca sessiz olmaya çalışıyordu. Ama içindeki duygularına mani olamıyordu. Ağlıyor, ağlıyor, ağlıyordu... Odanın içerisine bu sefer kalp grafik makinasının sesinin yanında, Esra'nın tutmaya çalıştığı hıçkırıkları ve sessiz ağlamaları hakimdi. Biliyordu Esra, Yusuf'un kendisini beklediğini. Ve biliyordu ona dokunduktan kısa bir süre sonra ebediyete Rab'bine gideceğini. Onun içinde onu kaybetmek istemiyor nekadar cok istesede elini avucunun içine almak, elini tutmak istemiyordu. Biliyordu ozaman tamamen kaybedecekti Yusuf'u. Rüyada gördüğü sahneler tek tek gözlerinin önüne geliyordu. Ama bunu Yusuf istiyordu. Ve onun için beklemişti Esra'yı. Ruhunu teslim etmeden hissetmek ve bilmek istiyordu Esra'nın yanında olduğunu. Bunlar kare kare düşüncelerinden bir film şeridi gibi geçtikce, başka bir şansı olmadığını anlıyordu.

Bana hakkını helal et Yusuf diyerek, Yusuf'un sağ tarafına geçdi. Esra yine ağlamaktaydı ve gözyaşlarını tutamıyordu. Yusuf'un sağ eli dikkatini çekti. Göğsünün üzerinde sanki kalbini tutuyordu. Yusuf'un göğsü üzerindeki sağ elini kendi sol elinin avuçları içerisine aldı. Hafiften sıkı sıkı tutuyordu elinii. Sağ elinin parmak uclarını ve avucunu, Yusuf'un yüyünde gezdiriyor onu incitmeden yanaklarını dudaklarını burnuna dokunuyor, okşuyordu. Bir yandanda Yusuf'un gözlerine bakıyordu. Esrai gözlerini açmasını bekliyordu Yusuf'un. Herzaman bildik bir hareketi ile sağ elinin avuç içini Yusuf'un sağ yanağına koyuyor ve sağ elindeki herzaman hissettiği gül kokusunu içine çekmesi için de onun burnuna doğru getiriyordu. Bu arada Esra gözlerinden süzülen, göz yaşları, incileri Yusuf'un sağ elinin avuç içine düşürüyordu.

Yusuf, un kalp atış ritimleri ve nabzı halen normalliğini koruyordu. Doktor ve hemşireler umut dolu bakışlarla olan biteni izlerken, birtek Yusuf ve Esra biliyordu bu anın Yusuf'un Rab'bine kavuşacağı son an olduğunu. Rüyasında gördüğü bu olay Yusuf'a son vedası olacağını biliyordu. Ama Yusuf'un son ve tek beklentisiydi ve çok zorda olsa bunu yapmak durumundaydı.

Yusuf Esra'yı hissediyordu. İçi okadar rahatlamıştı ki, artık beş gündür dünyaya kapatmış olan gözlerine kalbini de bırakacaktı, onuda gözleri gibi ebediyete kapatacaktı. Artık vakit gelmişti. Günlerce kapalı olan gözlerini yine açamamıştı, ama göz kapaklarının arasından sızan göz yaşları, göz cukurlarında pırıl pırıl sevgi gölü oluşturmuştu. Biriken göz yaşları, inci taneleri gibi şakaklarından aşağıya süzülüyor tek tek dökülüyordu. Sağ elini Yusuf'un gözlerinden akan göz yaşlarına doğru yavaşca hareket ettirdi Esra. Adeta eli ile toplarcasına akan incileri ellerine alıyor, Yusuf'un göz yaşlarını siliyordu. Gözlerinden süzülen incileri topluyordu teker teker.

Kalp atışları ve nabzı tam düzelmiş derken, Yusuf ıslanmış gözlerini kısa bir aralıyor ve günlerdir ışığın dahi giremediği o göz ve bakışlara Esra'nın göz ve bakışları tenefüs ettiriyordu. Ardından ıslak ama gülümseyen gözler son bakışlarınıda aldıktan sonra ebediyete kapanıyordu. Artık makinadan cıkan ritim sesleri, yeni bir siren sesine terk etmişti. Yusuf'un kalbinin bilinmedik bir derde yenildiğinin habercisi oluyordu.

Esra farkındaydı. Yusuf, gözlerini son bir kez yumarken kalbini de kapatmıştı artık. Artık kendisini tutamıyor, içerisinde hapsettiği hıçkırıkları firar ediyordu. İçi acıyordu. İçinin yangınını ve ızdırabını elini Yusuf'un göz yaşlarına dokundurarak gidermeye çalışıyordu. Ama ne varki Yusuf gitmişti artık. Yapılacak hiç bir şey yoktu. Onu teselli eden tek şey, Yusuf'un bu son anında yanında olabilmesiydi. Gözyaşları ile ıslanmış, incilerle dolu elini yusuf'un yüzüğünü taşıdığı parmaşına götürdü. Yusuf'un gurur ile taşıyıp hiç çıkartmadığı o yüzüğü parmağından çıkartarak aldı. Artık kendilerine ait olan o yüzük Esra'da emanet kalacak, Yusuf'un yanına gidene kadar gurur ile saklayacaktı.

Gözleri açık gitmemişti Yusuf. Rab'bine olan son duası da kabul olmuş, ve Esra'nın son kez gül kokusunu hissetmişti ve sağ avucunu hissederek koklayarak ruhunu gül kokularına bırakı vermişti.
Ahiretine göçüp gitmişti Yusuf, Ebediyetine Rab'bine göçüp gitmişti. Öyle bir yaşama ve ebediyete gitmiştir ki, Rab'bimin kullarına nimetlerini ve herşeyini bahşettiği bir yerdir. ?'Kulum iste benden. Ne istersen ben vereceğim sen yeterki samimi iste ve Rab'bine gerektiği gibi kul ol.'' Diyen Rabbine, ebediyete göçüp gittmişti Yusuf.

05 Mayıs 2009

09 Temmuz 2009 20-21 dakika 2 öyküsü var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (4)
  • 15 yıl önce

    🙂🙂🙂😅😅😅 Öykünüz o kadar etkiledi ki beni kendime zor geldim bir ara içim ürperdi.Gözyaşlarımı yani incilerimi zor tuttum.Yusuf'un son dileği olmuş ama bu dunyadan göçüp gitmesi Esra dan ayrılması içimi burktu çok üzüldüm.Tebrikler👍👍👍👍

  • 15 yıl önce

    Dostum çok etkileyici bir öyküydü bayag emek vermişsin emegine bileğine sağlık beyeniyle okudum bazı yerlerde duraklayıp düşündüm durdum sonra tekrar okuyup aynı yerden devam ettim kimi an içim burkuldu işte Hayat dedim... Kutlarım 👍👍👍👍👍👍 Saygılarımla yazarlığa atılan Şair dostuma😎

  • 15 yıl önce

    Abim.. cok Duyguladin su an 😊

    Okadar güzel bir sevgiki,Gercek bir Sevdadi... O rüya O inciler cok güzel bir anlatimdi.. cok begendim.. Rüyalar bazen bi mesaj bi Haberdir insana. heleki Yüce rabbimin aski... Insanin yüregini yakiyor.. ** Abim yüreginize elline kalemine saglik Cok masum Ve sade Ve cok Güzel bi Öyküdü ***Seni cok cok Tebrik ederim👍👍👍👍👍👑....Sevgilerimle..

  • 15 yıl önce

    ALLAH BİZLERE DE ÖLÜMÜN BÖYLE GÜZELİNDEN VERSİN.BU NE GÜZEL,NE MUHTEŞEM BİR GÖÇÜŞTÜR.ARTIK HER GÜL GÖRDÜĞÜMDE,HER ESRA DA,HER YUSUFTA VE HER KOMA HALLERİNDE BU ÖYKÜYÜ ANIMSAYACAĞIM.YÜREĞİNİZE SAĞLIK.ÇOK GÜZELDİ.KALEMİNİZ TERTEMİZ YÜREĞİNİZ KADAR YAŞASIN.