İnsanca Bir Selam

Bir tarafta sonu görünmeyen zeytin ağaçları, diğer tarafta buğday başaklarının sararmaya yüz tuttuğu tarlaların olduğu, sonu olmadığını düşündüğü toprak yolda yürümek; hafif esen rüzgâra karşı gözlerini kapatarak koşmak, Ahmet için en büyük özgürlüktü. Özgürdü bu yolda yürürken, kimse dur ya da yapma demiyordu. Gönlünce koşuyor ve bağırıyordu, kendi anladığı dilde...

Ahmet'in hayatı, şehre yüz kilometre uzaklıkta olan bu küçük köyde geçiyordu. Onun için başka bir yer yoktu. Evin toprak damından görürdü, bütün köyü ve güneş yanığı yüzlü insanları. Toprak damlı evlerde varlıkla, yokluk bir aradaydı. Hele sabahları erken saatlerde çok severdi buradan köyü seyretmeyi... Her tarafta insanlar telaşla koştururdu. Bir hayat olduğunu anlardı, her ne kadar insanlar onu görmese de.

Yaşı yirmi beş olmuştu ama zihin yaşı oldukça geriydi. Bıyıkları vardı, belli belirsiz. Annesi tıraş ederdi, kör bir tıraş bıçağıyla; oysa kızardı neden diğer çocuklardan farklı diye. Kelimeleri doğru telaffuz edemediğinde yanındakiler gülerdi. Masum, çocukça duygu ve düşüncelerini garip seslerle dile getirmeye çalışırdı. Oysa o, köyün delisi Ahmet'ti herkes için. Cahillik insanların gözlerini ve kalplerini kör etmişti. Ahmet'e sevgi ile okşanmak ve sırtının sıvazlanması yeterdi. Sevildiğinde daha sevimli gülümseyen, delikanlı bir çocuktu o.

Çoğu zaman annesi dışarı çıkmasına izin vermezdi. Bazen, evin koca tahta kapısının eşiğine oturur, gelen geçene el sallardı. Annesinin dışarı bırakmadığı zamanlarda, evin damında yatar, gökyüzünü seyrederdi. Özgürce uçan kuşları kıskanırdı. Onlar gibi kanat takıp, gökyüzünde dolaşmak isterdi. Hava kararmaya başladığında dışarıdan gelen ineklerin ve koyunların çıngırak seslerini dinler; bir şeyler düşünürdü kendince, bir anlam yüklerdi bu gelişlere. Belki de annesinin dediği gibi, karanlıkta dışarıda durulmazdı ya ondan koştura koştura gelirlerdi köye.

Seksek, çelik çomak, saklambaç oynayan çocukları seyrederdi damdan. Bazen seslenirdi hile yapanlara, fakat ne demek istediğini kimse anlamazdı. Derdini anlatamadığında kızardı, dövünürdü kendi kendine...

Babası, bazen köy meydanındaki kahvehaneye götürürdü. İnsanlarla olmaktan çok mutlu olurdu. Ahmet?i gördüklerinde gülerlerdi. İnsanların dalga geçerek güldüğünü anlamazdı. O da gülerdi neden güldüğünü bilmeden... Yaptığı her hareket insanların eğlencesiydi. O da eğlenirdi kendince...

Sokakta yalnız gören çocuklar etrafına toplanırlar, deli Ahmet deli Ahmet diye bağırır, gülüşerek koştururlardı. Bazen ortalarına alır, sıkıştırırlar bazen canını yakarlardı. Ahmet, çocuklardan güçlü olmasına rağmen zarar vermez, kendini korumaya çalışırdı. Sonra kovalamaya başlardı, oyun olsun diye. Ahmet oyun oynamaya çalışırken, dövüldüklerini söyleyip, şikâyet eder, dağılırlardı. O, kendi kurduğu oyununda yalnız kalırdı.

Ahmet, sokakta insanların oradan oraya koşturduğu, çocukların koşturarak oyunlar oynadığı bir gün dışarı çıkmak istedi. Annesi izin vermedi. Etrafı seyretmesi için dama çıkardı. Oyuncaklar verdi eline... Çok işi vardı, onunla oynayamazdı. Şarkı söyleyerek ahırdaki temizliğine dalmıştı. Ahmet bir süre kuşları seyretti, sonra kahvehanedeki kalabalığı fark etti. Çocukça bir merak sarmıştı. Annesi izin vermemişti ama gitmeliydi... Damın yakınına uzanan incir ağacına baktı. Yavaşça tutundu dala ve sessizce süzüldü aşağıya. Annesinin haberi olmamıştı. Yaramazlık yapan bir çocuk neşesiyle, yavaşça açtı tahta kapıyı, adımını neşeyle dışarı atarken, Komşu Mehmet amca gördü.

"Nereye Bre..." diye, seslendi. Önce korktu, sonra kahvehaneyi gösterdi.

"Babana mı gidersin? "

Yalanı bilmezdi ama evet, babası orada olmalıydı. Gülümsedi Mehmet amcasına ve koşar adımlarla kalabalığa doğru ilerledi. Heyecanla kahvehaneye vardı. Oturup izlemeye başladı, herkesi ve şakalaşmaları. Dalga geçildiğini bilmediğinden, herkesle birlikte gülüyor; gelene, gidene bakıyordu.

Uzaktan gelen lüks bir araba takıldı köylülerin gözlerine. Önce kim diye merakla seyrettiler. Köye böyle lüks arabalar pek gelmezdi. Araba gelince, hasetle içinden inene baktılar. Toptancı İbrahim'di gelen. Kimse sevmezdi, mallarını ucuza aldığını düşünürlerdi. Sonra kendi sohbetlerine döndüler. Oysa biri vardı, hasetle değil, merakla bakan; bir misafir gelmişti köylerine. Gülümseyerek gelen misafirin yanına gitti. Adam etrafa bakınırken, ne olduğunu anlamadığı ama hoş geldiğine benzer bir ses duydu. Elini uzatmış bekleyen Ahmet'e baktı. Duruşundan ve bakışından anlamıştı Ahmet'in durumunu, bunca insan içinde daha insan olduğunu... O da elini uzattı, hoş bulduk dedi ve gülümsedi. Ahmet mutluydu, ilk kez adam yerine konulmuş ve insanca bir selam almıştı.

08 Aralık 2012 4-5 dakika 8 öyküsü var.
Beğenenler (5)
Yorumlar (1)
  • 12 yıl önce

    Ne yazıkki bu çağda düşüncesizliğin verdiği hatalar çok yapılmaktadır.Baazıları menfaatine dokunanı hiç unutmaz,Bazen kendilerini dev aynasında görenler,bazende başkalarının ifadesiyle tanımadığı kişiye yanlış davrananlar. Her ne olursa olsun aynı bayrak ve toprakta yaşıyorsak birbirimizden selamı ve bağlılığı kesmemeliyiz.Zararlıysa biraz mesafe koydumu olur biter... Duyarlı kaleminizin devamı temennilerimle saygı ve SELAMLAR...