Isırgan Çorbası
Mart ayının kahramanlığıyla örtüşmeyecek güneşli bir gün başlıyordu Derince’mizde. Güneş ufuktan hayli yükselmiş, hava sıcaklığı kış mevsiminin artık sonlandığını müjdeliyordu. Ceketle hatta gömlekte sokağa çıkanlar bile vardı. Oysa mart bitmemişti. Olsun. Açık havayı değerlendirmek gerekti. Her bahar başlangıcı arkadaşlarla kırlara açılır ısırgan otu devşiririz. Bu kez kırlara yalnız açılmak düştü kısmetime. Yanıma kitap da aldım. Kırların sessizliğinde, sadece doğanın müziğini dinleyerek kitap okumak anlatılamayacak kadar güzeldir…
Isırgan çorbası çocukluk günlerimin ilkbaharı muştulayan; tadını hiç unutamadığım bir çorbadır. Bulutlara komşu yüce dağların hemen diplerinde kurulmuş bir köy düşünün. Altı ay doğanın beyaz kürklerle bezendi bir uzak diyar. Kış mevsiminin ilk aylarında meyveler tükenirdi. Yeşil sebzenin esamisi bile okunmazdı. Ancak nisanla birlikte önce güney kırlara serilirdi yeşil halılar. Yine güney taraflardaki sürülmeyen tarlalar arasındaki sınır belirleyen toprak parçalarında ısırgan otları boy atardı. Hoş bir yeşil, yeşil rengi var bizim diyarların ısırganının. Şiir gibi, türkü gibi… Yaşam iksiri.
Annem, memleket usulü çorba pişirirdi baharın müjdecisi ısırganlardan. Köy peyniri koyardı pişen çorbaya. Üstüne de iki adet köy yumurtası kırardı. Nefis bir tadı vardı ısırgan otu çorbamızın. Yıllar geçti aradan. Annemin pişirdiği çocukluk günlerimin bu hoş çorbasını unutamam hiç. O çorbada anne sevgisi, baharın güzelliği, yeşil sebze yemenin tanımsız hazzı vardı. Ve ufuklar kadar engin çocukluk ve gençlik hayallerinin güzelliği.
Mart bitiyor. Bir türlü kısmet olmadı kırlara açılıp ısırgan derlemeye. Evden ayrılıp kırlara doğru yola çıktım. Derince ’de deniz sahilinden kuş uçuşu kuzeye yönelince yerleşim yerlerinin bitiminde tepeler başlar. Fazla yüksek olmayan tepeler. Yerleşim yerleri siteleri arkada bırakıp tepelerin yamaçlarına yaklaştım. Hemen önümde zeytin ağaçlarının çoğunlukta olduğu, elma, armut ağaçlarının oluşturduğu şirin bir meyve bahçesi vardır. Bahçesinde bir armut ağacı gördüm beyaz çiçeklerle bezeli. Kentin beton yığınları arasında tutsak; yeşile, doğaya özlem çeken ruhum huzur buldu çiçeğe bezeli ağaç karşısında…
O anda çok genç yaşta kaybettiğimiz Türkçemizin asi şairi Orhan Veli ve onu şu ölümsüz dizelerini anımsadım:
“Deli eder insanı bu dünya;
Bu gece, bu yıldızlar, bu koku
Bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç.”
Gündüzdü. Gökte güneş vardı. Güneşte bir yıldız değil mi? Hemen telefonumu çıkardım. Bu güzellik belgelenmeliydi. Ağaca iyice yaklaşınca bir farklı güzellikle daha karşılaştım! Mini mini sevimli bir köpek yavrusu, mahzun mahzun ışığı soluk gözleriyle bana bakıyordu. Yavru köpek ve ağacın fotoğrafını çekerken üç yavru köpek daha ortaya çıktı. Peşi sıra anneleri… Hayvanların hepsi bakımsız, tüyleri uzamış acınacaktı halleri. Karınları sırtlarına yapışıktı adeta.
Ağacın resmini çekerken, minik yavru köpeklerin, gamlı anne köpeğin resmini çekmemek olmazdı elbette. Ben bahçeye adım atarken yerleşkelerin en üst caddesinde bir otomobil park etti. Yavru köpekler sürekli sağa sola hareket ediyorlardı. Güzel bir resim çekebilme uğraşı verirken az önce park eden otomobilden inen bir adam köpeklere doğru yürüdü. Elinde hayvanların günlük nevalesi vardı.
İlginçti. Yavru köpekler taşkınlık yapmadan hamilerinin verdiği yiyecekleri gözü tok, saygın insanlar gibi sakince yemeye başladılar. Anneleri yavrularını seyrediyordu. Almanya’da öğretmenlik yıllarımı anımsadım. Hayvan sever arkadaşla selamlaştık. Söze ben başladım:
“Övgüye değer bir eylem yaptığın iş. İçtenlikle kutlarım.” Sözlerime devamla Almanya’da Sokak köpeği olmadığını anlattım.
“Almanya’da köpekler belediyeler eşgüdümünde ilgili birimlerde çoğaltılır. Beslenmeleri sağlanır. Aşıları yapılır. Köpek almak isteyen yurttaşlar gidip ilgili kurumdan beğendiği köpeği alır. Evinde besler. Yıkar. Akşamın belirli saatlerinde köpek bağlı olarak dışarı çıkarılır…” Arkadaş:
“Baytar getirdim. Köpeklerin aşılarını yaptırdım…” Diyerek yaptığı işi anlattı. Karşılaştığım köpek ailesinin hemcinsleri arasında en şanslı oldukları belliydi. Ne yazık ki, sahibine en sadık hayvan olan köpekler ülkemizde en horlanan hayvanlardır. Sokak köpeklerini kast ediyorum. Özellikle kentlerimizin kenar semtlerinde onlarca aç köpeklere rastlarız. Aç, zayıf ilgiye muhtaç hayvanlar. Bazıları hemcinsleriyle girdikleri kavgalarda yara alır… Ülkemizde yarınlarının ne olacağı meçhul sokak köpeklerinin garip hallerini ve bir türlü olumlu neticeye bağlanamayan yaşam savaşlarının çözümsüzlüğünün kalbimde yarattığı sızı ile oradan uzaklaştım.
Orman idaresinin diktiği çamlıklar, fundalıklar arasında önceki yıllarda yürüdüğüm patika boyu ilerledim. Başlangıcı ileride tepelerde olan bir dere akar dar bir vadi boyunca. Vadinin yamaçlarında, dere boyu sık ve dikenli böğürtlenler arasında boy atan ısırganları topladım. Şansım yaver gitti. Kısa sürede elimdeki bez poşet doldu.
İşimi bitirince fundaların diplerinde yeşeren dünya güzeli mor renkli menekşeleri seyrettim uzun bir süre. Menekşeler bana doğduğum köydeki kırları… Evimizin yakınındaki dereyi, derenin karların eridiği zamanki coşkun akarken çıkardığı su sesini… Su sesi ile derenin karşı yakasındaki ormanda ötüşen kuş seslerini ve henüz güneşe merhaba diyen sarı kardelen çiçeklerini anımsattı.
Isırgan işi tamamdı. Zafer kazanmış lejyonlar gibiydim. Yanımda getirdiğim kitaba dalmazsam doğanın sessizline ve güzelliğine haksızlık etmiş olurdum. Yaşar Kemal’le sohbete başladık. O konuştu ben dinledim. Nazım’ın dediği gibi:
“ve güneye
pamuk isleyenlere gitmek için
Toroslardan bir kere olsun geçemedim diye
utanıyorum.”
Mersin’e gittim bir kez. Torosları geçtim. Lakin Pamuk işleyenlerin diyarına Çukurova’yı göremediğim için ben de utanıyorum. Söz Anadolu’nun destanlarına yazan büyük ustadaydı. Yaşan Kemal aldı beni “Sarı Sıcak” yerlere götürdü. Derince güneşi ve kitapta betimlenen Çukurova sıcağıyla hem bedenim hem ruhum ısındı. Eve döndüm.
Ne güzeldi kim bilir o çocuklukta yaşananlar her şey doğaldı suni çok da fazla bir şey yoktu, insanlar bile ne kadar doğaldı... Ne de güzel bir yemekti kim bilir o ısırgan çorbası, helalinden geçmiştir mutlaka kursağınızdan. Kutluyorum yürekten Hocam...