İspanyol Lokantası
Lokantalarıyla ünlü yarı elit bir caddenin dar kaldırımlarında yürüyordum. İçerisinde bulunduğum muhit, Kaplan’ın malikânesinin bulunduğu yere yakındı. Belki de Kaplan’ın evinin yakınlarda olmasıyla kentin ünlü lokantalarının neredeyse iç içe olmasında bir neden sonuç ilişkisi vardı. Lokantalar dış görünüşleri itibariyle birbirleriyle şıklık konusunda yarışıyor gibiydiler. Belki bu, Kaplan gibi yemek konusunda hikmet sahibi, damağına hâkim, boğazına düşkün; lakin dengeli beslenen birisine yaranmak içindi. Envai çeşit lokantanın ortak gayesi yine bir gün daha Kaplan gibi birini ağırlamak ve bu sayede prestij kazanmaktı. Acaba şanslı lokanta bu rüzgârlı cumartesi günü hangisi olacaktı?
Bu gün Kaplan ve Tomrukla bir kitapçıda buluşup edebi tartışmaların içerisine girecektik. Niyetimiz karşılıklı görüş alış verişinde bulunup; birbirimizi aydınlatmak, eksik noktalarımızı saptamaktı. Kitapçıda her zamanki gibi mutfakla ilgili kitapların olduğu reyondaydık. Kitapların simetrik bir şekilde istiflendiği bu reyonda kitaplardaki yazılardan çok görsellerle ilgilenmiştik. Bu, şüphesiz bize acıktığımızı hissettirmişti. Aç karnına sağlıklı görüş alışverişinde bulunamayacağımıza karar verip ivedi olarak kendimizi bir lokantaya atma kararı aldık. Bu kararı almadan önce de gözlerimizin içine bakmıştık. O an gözlerimiz ayna gibi tüm çıplaklığıyla acıktığımızı ele vermişti.
- (Kaplan) Ben acıktım. Kitapçıya sonra mı gelsek?
- (Tomruk) Yahu ben de acıktım. Bir ağaçkakan karnımı tırtıklıyor sanki.
- (Emir) Siz acıktıysanız ben hayli hayli acıktım. Zaten sabah pek bir şey yemedim. Ee Kaplan nereye gidelim. Sen civarı iyi bilirsin.
- (Kaplan) Baboş, şu 100 metre ilerde bir İspanyol lokantası var. Paella yeriz. Ucuz da hani. Tam kesemize göre. Ben tam not verdim.
- (Emir&Tomruk) Oley…
Kitapçıdan hemen ayrılıp kaldırımda yürümeye başladık. Yol boyunca Kaplan bize civarı tanıtıyor, lokantalar hakkında bilgiler veriyordu. Lokantalara o kadar hâkimdi ki mönülerini neredeyse ezbere biliyordu. Tomrukla beraber bu duruma o kadar çok şaşırmamıştık. Gurme olarak ün yapmış birisinin bu kadar bilgi sahibi olmasını yadırgamamak gerekirdi.
Şen lakırdılar arasında bu küçük İspanyol lokantasına vardık. İspanyol lokantası olmasına rağmen Türk mutfağından da yemeklerin olması hoştu. Masaya oturur oturmaz Kaplan, garsona işaret parmağıyla hareket yapıp sipariş vereceğini hissettirdi. Kaplan, masada fazla beklemeyi sevmediği için bu işaret parmağı bir müddet sonra orta parmağa dönüp müstehcen bir izlenim de yaratabilirdi. Neyse ki garson hemen geldi ve siparişi bir hamleyle aldı.
- (Kaplan) Yeğenim bize oradan 3 porsiyon paella. Bol olsun. Esirgeme ha!
- (Garson) Hemen ağabeylerime oradan 3 paella çek.
Hemen akabinde içeriden gür bir sesle bir personelden kendinden emin bir şekilde ‘’Peki’’ kelimesini duyduk. Lokanta’nın fazla kalabalık olmaması, siparişlerimizin en kısa zamanda geleceğine işaretti. Bir müddet bekleyince öngörümüzün doğru olduğunu anladık. Siparişler gelmişti.
- (Garson) İçecek ne istersiniz?
Kaplan, Tomruk ve ben, bu gizemli yemeğin yanında Şalgam içmeye karar verdik. Farklı bir lezzet deneyimi olacaktı. Bir taraftan İspanyol yemeği paella yedik. Bir taraftan hakiki Adana şalgamımızı yudumladık.
Serin hava dışarıda tüm şiddetiyle esmeye devam ederken biz bir öğünü daha bitirmiş ve kitapçıya tekrar gitmek niyetiyle hesabı ödeyip, masadan kalkmıştık.
Emir Erten