İstanbul Sevdası

Yine İstanbul sevdası düşmüş diyordu okuduğu yazılar ve tasvirler ruhunun bir yerinde misafir kalıyorlar gözlerini kapadığında bir bir yaşıyor gibi hissediyordu özellikle martıların uğraşları ve şehre kattıkları ahenk dikkatini çekiyor insanlarla olan yakınlığına dair okudukların etkisinde kalıyordu şiir ve yazılarının farklılığı okunduğunda içinizden bir şeyler bulduğunuza ait yakınlık kendisini giderek yazı ve şiirlerin sahibine yaklaştırıyordu,sık sık'..kısa ama öz ne büyük bir giz taşıyor..kim bilir şairin yüreği nasıl da sıcacık olmalı ..' demekten kendini alamadı yaşadığı beldenin yakın ve uzağında ne deniz vardı ne de martılar ne de iskele vapurlar öyle kalabalıklar da yok trafikten caddelere semtlere kadar içinden çıkılmaz bir muamma ile karşılaşmıyordu fakat mütevazi güzel bir gölün rengi ve serinliği ve çevresi yetiyordu,yağmurlu bir günde kır çiçeklerinin kokusu yağmura karışıyordu ve ıslanmışlığına aldırmamış aksine mutlu olacak kadar bu göl kıyısının yağmurlu günlerini iple çeker olmuştu ama şiir ve yazıları ile istanbul'u anlatan şairin yüreğinde bu şehirden başka aşklara yer vermeyişine inceden kıskanıyor yaptığı resimlerle bu senaryoyu canlandırmak istiyordu,yarım kalan romanı yine yarım kalacaktı bu yeni duygu akışıhiç beklenmedik ve hesap edilmedik kendinde iç dalgalanmalara sebep olmuş,belki başka bir pencere açılmıştı farklı bir ufuk vardı önünde,gözlerinin ve kalbinin tarifsiz duygu yoğunluğunu durduramıyor bir anlam veremiyor fakat hayret şekilde bundan büyük bir haz ve huzur ve mutluluk duyuyordu,altın günleri olarak bilinen eğlence günlerinden tutun da vakti boşa geçirmek şeklindeki bir durağan yaşama biçimine her zaman karşıydı üretmek ve sürekli insana topluma faydalar üretmek daha anlamlı kılıyordu hayatını.yalnızlığı ve kalbinin acılı boşluklarının insana neler yaşatabileceğini çok iyi biliyordu kendisiyle benzeşen biriyle hiç beklemediği bir anda iletişim kurmak doğrusu heyecan yapmıştı öyle ki bu yepyeni duygu his zenginliği yeni bir insan yapmıştı kendisini içinde taşıdığı korkulara rağmen önüne geçemedi gönlü bu kadar şirle dolu İstanbul sevdalı bir insanı sadece yazı ve şiirlerinde tanımak yeterli miydi ? yedi renkli gölün insanı olarak bu sade kendi dünyası çerçevesinde birbirini tekrarlayan günlerin tecrübesi ile büyük denizlerle okyanuslarla nasıl baş edebilirdi bildiği tek güzellik,gül kokularının karıştığı göl havasını teneffüs etmeye çıktığı dolaşmalarıydı,özellikle hüzünbaz dediği akşam üstlerinin ruhunun yalnızlığını unutturan ışıklı görünümü az da olsa umutlarının devamı için kendisine güç veriyordu aynı dili konuşmak kadar insana yakın gelen bir duygu yok okuduğu şiirlerin ve anlatımlarının ruhunun yaralarını serinlettiğini hayretle görüyor bu nasıl bir etkileşim olmalı ki tüm hüzünlü yalnız sıkıntılı geçen gün ve geceleri bir anda silinmiş hiç ağır gelmemeye başlamıştı esrarlı bir el beden ve ruhuna en güzel esintileri göndererek ferahlıyor gerektiğinde ağlıyor gerektiğinde sevinç gözyaşları birbirine karışıyordu,hayatı anlamlı kılan meğer çok daha güzel duygular hisler olmalı ki bunu ancak yaşamakla görebilir dünyamıza çağırabiliriz yoksa iyi pahalı bir elbise ya da eğlence kokteyl veya gezinti buluşma gibi içi boşaltılmış eğlence şekilleri kendisini hiçbir zaman tatmin etmiyordu,çekinmese yazacaktı ne olur bir günlüğüne o şehrin denizine yakın gelse,şarkılar okuyan martıları görse onlara simit parçaları atsa sahil çay bahçelerinde tahta masa ve sandalyelere oturma merakını giderse denizden gelen rüzgarlara tanık olsa iyot kokusunu hissetse akşam kuşlarının suya yakın geçişlerini görse ve resimlerine konu olacak bu kadar zengin görüntüleri olan şehre bir gün bile olsa o kadar uzun mesafeleri göze alacak kadar öyle heyecan ve kararlılık doluydu ki zihin yolculuğunda bunu yapıyordu gerçekten ama er geç bunu maddi plana dökecekti,uff zaman geçmiş neredeyse sabah olacaktı yazdığı günlüğü kapadı başladığı resme yöneldi boyaları kurumuş resimdeki renk hakimiyetinin mavi olduğuna şaşırmadı yakından bir baktı uzaktan ve yandan baktı balıkçı sandalına konmuş martıyı sandalın üzerinde iki üç tane olarak uçuyor göstermeye bir iki tanesini de balıkçının attığı birkaç balığı yakalamaya çalışan olarak düşüneceğine karar veriyordu sandala yazdığı İstanbul kelimesini değiştirip değiştiremeyeceğine karar veremedi....

12 Haziran 2012 4-5 dakika 44 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar