Kaçış
Kırcıali' den çıkmışlardı el ayak çekildiği gecenin bir vakti. Ayaz vuruyordu küçücük bedenine, elleri üşüyordu, yüzü buz kesiyordu, ayakları yürümemek istercesine ağırlaşıyordu.
Masum uykusunda yavaşça kaldırmıştı annesi. Çabuk kalk acele et diyordu kısık sesle gitmeliyiz. Neden gitmeleri gerekiyordu neden gecenin bu saati. Gitmeleri gereken yere yarın gitseler olmaz mıydı. O uyumak istiyordu. Bir taraftan mızmızlanıyor bir taraftan gözlerini ovuşturuyordu Annesi ise yavaş olması için ve acele etmesi için uyarıyordu, çekiştirip duruyordu kendinde 4 yaş büyük ablası. Çok acil ihtiyaçlarından birkaç parça eşyayı at arabasına yükleyip çıktılar gece ayazı bir vakit. Her şeylerini geride bırakarak.
Bir onlar değildi yola çıkan bir çok köylü ve akrabalarından bazıları da vardı onlarla gecenin karanlığına dalan. Bazı köylüleri onlarla gelmeye ikna edememişlerdi onları geride bırakmak hepsini çok üzüyordu onlardan ayrılmak ayrı bir acıydı artık görüşememek ne üzücüydü...
Günler öncesinden planlanmıştı bu gidiş. Saklı saklı sessizce geceleri hep farklı köylünün evinde toplanıp uzun uzun hararetli konuşmalar, tartışmalar yapardı büyükleri. Bunlara bir anlam veremezdi fakat şimdi bilinmeze giderken bu toplantıların nedenini anlamaya başlıyordu. At arabasının tekerleklerine bez bağlamıştı babası ses yapmasın diye. Duyulursa yakalanırız diyordu. Yakalanırız peki ne olur kime yakalanırız diye düşünüyordu. Annesine soracaktı onun yüzüne baktığında cesaret edemedi çünkü yanaklarında yaşlar vardı sessizce ağlıyordu ve sürekli arkasına bakıyordu. Her şeyini çocukluğu gençliğini en güzel anılarını geride bırakıyordu.
Yolculuk boyunca sadece Arda'nın azgın hırçın sesi duyuluyordu. Sanki onların gidişine öfkeli gibi akıyordu.İçinde sakladığı nice bedenler isyan ediyorlardı 'bizi bırakıp nereye gidiyorsunuz'der gibi. Büyükleri anlatırdı Arda da boğulan bir çok kişinin hikayelerini. Gurup halinde gece yolculuğu devam etti. Ta ki tan ağırana kadar dinlenmeden durmadan Arda boyunca yol aldılar. Kafilenin liderliği anladığı kadarıyla babasındaydı çünkü babası köyün muhtarıydı köylü onu sever ve sayardı. Tan ağarırken mola verdiler. Azıklarında ne varsa sadece açlık giderecek kadar yediler annesi ise bir lokma bile ağzına almamıştı. Annesinin bu durumu onu çok üzüyordu. Günlerce yol aldılar. Her mola verişte büyükler bir araya gelip uzun uzun görüşmeler yapıyorlardı. Sonbahar kendini iyiden iyiye belli etmeye başlamıştı. Tabi ki havada soğumaya yağmurlar yağmaya başlamıştı. Hastalananlar oluyordu. Bir gece mola verdiklerin de acı acı bir feryat yükseldi. Aysel teyzenin sesiydi bu. Bir haftadır hasta olan oğlu Ahmet ölmüştü. Onu oraya gömmek zorunda kalmıştı. Bir annenin ne acı anı evladını geride bırakmak eşi de Bulgarlar tarafından hiç nedensiz hapishane atılmış ve orada ölmüştü 3 yıl önce.
Tam 3 ay yol aldıktan sonra sınıra yaklaştılar, Tabi ki bu sınıra varış onlar için kurtuluş mu yoksa yok oluş mu bilemiyorlardı...
Şiir kolik ailesine öykümü günün yazısına layık gördükleri için teşekkürler..
Hüzün dolu olaylardı o kaçışlar o sıkıntı dolu yıllar ve yaşananlar. Güzel bir öyküydü...😅