Kan (11.Bölüm)

Çalışma ofisine önce Kohler, ardından da Minnoloya girdi. Kohler koltuğuna oturur oturmaz;
-- Anlatır mısın tüm bildiklerini bana, dedi
-- Elbette efendim, ama bilinen gençlik sevdası Robert'in yüreğindeki, isterseniz başınızı uzun uzadıya ağrıtmayayım dedi. Çünkü, anlattıklarının içerisinde mavi ışıklı küreyi nasıl izah edebileceğini bir türlü bilemiyordu ve her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlatmış olsa, bunun bir deli saçmalığı olduğunu düşünebilirdi. Oysa gerçeğin ta kendisiydi.
-- Olmaz, vaktim var ve sizi dinlemek istiyorum, diye ısrarını dile getiren Kohler;
-- Küçük bir köyde yaşayan Robert'in Helen adında bir sevdiği kızın, nedenini anlayamadığı bir durum neticesinde ayrılığın ortaya çıkmış olması, Robert'i derinden vurmuş ve yine Robert'in söylediğine göre; aralarındaki sevdanın masumiyeti ve mahiyeti yalanlarla hiç kirlenmemiş bir aşkmış. Helen'in ansızın vermiş olduğu karara göre de, 'Benden sana hayır yok, bırak benim peşimi' demesi, beklenmedik bir söz karşısında delikanlıyı yıkıma götürmüş. Tüm bildiklerim bundan ibaret, yeni bir şeyler öğrenirsem sizinle paylaşırım efendim, diye sözünü tamamladı.
İçini kemiren mavi küreyi söylemeye cesaret edememiş, söylemesinden de bir fayda olmayacağını düşünmüştü. Odadan çıktı, diğer odalardaki hastalarına göz ucuyla bakarak, alışılmışlık içinde doğruca Robert'in yanına gitti.
Robert, duşunu almış; sakinleştirici kapsülü içmişti. Başından aşağıya doğru soğuk bir kan hareketi duymanın şaşkınlığı içinde öylece bakınıyordu.Minnoloya, saçlarını okşamak, O'na yaşamın güzelliklerini her zaman yakalamak mümkündür diye beynine sokmak ve hatta omuzlarından sıkıca tutup kendine gelinceye kadar sallama isteğiyle doldu bir an. Fakat bu Robert'in içinde bulunduğu duruma ihanet etmek olurdu. Duygular ne kadar kötü olsa da insanın o duyguyu tüm yönleriyle yaşaması halinde hayatın anlamı olurdu ve bunu Minnoloya çok iyi biliyordu. Usulca sokulup, yatağının ayak ucuna oturdu.Gözlerini Robert'in tüm vücudunda gezdirip en sonunda gözleriyle birleştiğinde;
-- Uykun mu var Robert, kendini nasıl hissediyorsun dedi.
-- Hayır, başımdan aşağıya akan soğuk bir hissin ardında yürüyorum, lütfen daha sonra gelin, şimdi yalnız kalmak istiyorum mümkünse dedi.
Minnoloya başıyla tamam diye işaret ederek oturduğu yerden kalktı, hafif aralanmış olan pencereden içeriye giren havanın Robert'e duştan sonra zarar verebileceğini düşünerek kapattı. Aynı odada bulunan diğer hastalar her zamanki gibi kendi aralarında günlük dedikodularını, yaşamla alay eder tavırlarını umarsızca yaşıyorlardı. Pencerenin cephesi yeşilin muazzam bir buluşmasıyla doluydu doğada ve Robert'e bu doğa harikasıyla baş başa kalması için sol eliyle uzaklarda huzur varsa gitmek gerek diye söylenerek odadan çıktı.
Robert, akşamın dördüne kadar tam yedi saat hiç dönmeden yatağında uyuya kaldı. Uyandığında sarhoş gibiydi. Başını kaldırmak istediğinde kendini kontrol edemedi.Tanıdık bir ses O'na, 'Uyandın mı?' diye soruyordu. Bu Loreslim'di. Küçük yaşta öksüz kalmış teyzesinin oğluydu.Loreslim kendisinden iki yaş büyüktü, çocuklukları nerdeyse tüm zamanlarda birlikte geçmişti.Birlikte çobanlık yapmış, birlikte karınca dövüşüyle yarışmışlardı.Gözlerinde iki damla yaş süzülüverirken, 'Uyandım evet, hoş geldin' diyebildi. Loreslim kardeş sıcaklığı ile boynuna sarıldığında, süzülen yaşlar göz pınarlarından akmaya devam ediyordu. Ziyaret saati çoktan geçmiş olmasına rağmen, Robert hastane kurallarını alt üst etmişti Minnoloya'nın yanında. Baş başa kalıp sohbet edebilmeleri için de Loreslim'i yalnız bırakmıştı saat üç'ten beri. Zaman o kadar çabuk geçmişti ki, havanın kararması sanki bir anda olmuştu. Sohbet Robert'i az da olsa rahatlatmıştı. Ya da aldığı ilaçın etkisiydi bu. Ama Robert bunun ziyaretine gelen kuzenine borçlu olduğunu düşünüyordu. Loreslim'in vedalaşıp gideceği esnada odaya Minnoloya girdi ve Robert'i ziyaret etmesinden dolayı teşekkür etti. Şaşkınlığını gizleyemeyen Loreslim, sanki bir yerlerden tanıyıp tanımadığını düşündü hemşirenin, ancak daha ismini bile tam olarak bilmiyordu. Bu sıcaklığın nedenini düşünerek hastaneden ayrıldı ve iki gün daha hastanede kalacak olan Robert'e bir daha ziyarete gelme imkanı olmamıştı. Çünkü Loreslim hem okuluna giden hem de okul saatleri dışında ailesine üç-beş kuruş kazanç sağlamak için demir atölyesinde ayak işlerine bakıyordu. Mengeneyi sık, vidayı getir, çay hazırla, etrafı temizle...
Robert, ertesi sabah uyandığında genzinde hissettiği kan kokusundan kurtulduğunu, acılarını yaşadıktan sonra ayakta kalma nedenleri olduğunu bilen bir edayla toparlandı. Kohler, henüz yirmidört saat geçmiş olmasına rağmen hızla düzelen Robert'e, 'Eğer yarın da seni böyle görürsem, hastanede kalmana gerek kalmayacak' dediğinde, Robert bir an kendisini uçacakmış gibi mutlu hissetti. Çünkü, hastane çıkışı demek Helen'in nefes aldığı şirin köyüne gitmek demekti.Sabah kahvaltısından sonra öğle ve akşam yemeğini de büyük bir iştahla yedikten sonra, sakinleştirici kapsüllerini almış, deliksiz bir uykunun ardından nihayet hastaneden ayrılma vaktine gelmişti. Günlerden perşembeydi, tüm tetkikler büyük bir dikkatle incelenmiş, psikolojik düzey kontrol edilmiş ve en son çıkış fotoğrafı çektirmeye sıra gelmişti.Robert hasta kıyafetlerinden kurtulup, pantolon-kısa gömlek ve ökçesi düşmüş rugan ayakkabısından olan kıyafetlerine kavuşmuştu. Görevli personeller odaya alkışlar eşliğinde dalmış, odada bulunan diğer hastaların aksine beşinci günde iyileşip, melek olmayı erteleyen Robert'in çıkış fotoğrafının çekileceğini görmeye nerdeyse karşı çıkacaklardı. Garip garip homurtular yükselirken, Kohler kaşlarını çatarak, 'Sizleri de bu törene davet ediyorum' dedi. 514 numaralı odaya en son giren Minnoloya'ydı. İçinde bir yanda mutluluk bir yandan da bu kadar kısa sürede oluşan dostundan ayrılmanın hüznü vardı. Ama, Robert'in eski sağlığına hızla kavuşmuş olmasına elbette herkesten daha çok seviniyordu. Acaba Helen de sevinecek miydi?
Fotoğraf karesinde Kohler Robert'in sağında, Minnoloya solundaydı. Diğer hasta bakıcılar da Robert'e yakın olmak istemişlerdi ama doğal olarak en çok emeği geçenler başı çekmişti.
Robert'in babası Ferrari Alfonsal Kohler'in talimatıyla ilk günden itibaren hasta odasına alınmamıştı. Çünkü genç bir delikanlının duyguları yapılan tetkiklerden bile çok daha önemliydi. En küçük bir ayrıntı demek, hastanın kaybedilmesi demekti. Robert'in babası oğlunun iyileşmesi için Mısır'a kadar yaya gitmeyi bile kabul edeceğini söylemişti. Telefonla çıkış için arandığında baba yüreği hızla çarpmış, iyi duygularla birlikte aklına istemese de kötü duygularla çökmüştü. Omuzları düşmüş vaziyette hasta bakıcıya yönelmişti. Robert'in iyileşip, taburcu olmak üzere kapıya getirildiğini işittiğinde, cebinde çıkardı onluğu hasta bakıcının avucuna çoktan tutturmuştu.
Kapıya kadar eşlik eden Minnoloya Robert'i babasına teslim ederken, hasta olarak değil, sapa sağlam vaziyette kendisini hastaneye ziyarete gelmesini sıkı sıkıya tembih ediyordu. Bir de eğer mavi ışıklı küreyi tek başına yaratamazsa, mutlaka Robert'e ulaşacağını söylüyordu.
-- Hoşcakal Minnoloya, hoşcakal Sandaria!
-- Yolun açık olsun Robert! Unutma hayata tutunmak için daima nedenlerimiz vardır, yeter ki sen gözlerini açık tut! Diye öğütlerini sıralıyordu.

13 Mayıs 2010 6-7 dakika 20 öyküsü var.
Yorumlar