Kan (12.Bölüm)
Jozef Sandaria Hastanesinin giriş kapısına geldiğinde Robert'in gözleri beş gün öncesinde hastane girişinde gırtlağını yararak çıkardığı kahve telvesini andıran kan öbeğini aradı ama bulamadı. İçinden garip bir kasılma hissettiğinde taksiye binmiş ve geride kalanlara el sallıyordu.
Ey geride kalanlar!
Yüzüme gülerek söylenen tatlı yalanlar!
Her yüreği kendi sananlar!
Çıkma karşıma, tanımam sizi! Diyen mısralar elinde olmadık bir şekilde dudağında döküldü Robert'in. Terminale vardıklarında ilk otobüs için biletlerini aldılar. Ellerindeki küçük valizi bagaja verdikten sonra, Kohler'in tavsiyeleri arasında olan yolculuğa çıkmadan öncesi içmesi gereken haptan bir tablet aldı. Koltuğa oturduktan kısa bir süre sonra otobüs harekete geçti. Babası ısrarla durumunun nasıl olduğunu soruyor, her defasında iyi olduğunu söylüyordu Robert. Yolda giderken koşuşturma içinde tanımadık insanları gördü, köpek yavruları annesinin etrafında oyunlar içinde, sonbaharın serinliği tüylerini tamamlamamış koyun ve keçilerin ensesindeydi. Acaba hastaneye gelişinden de bu gitmekle tükenmek bilmeyen yol yine bu kadar uzun sürmüş müydü? Bunu yarı baygın haldeyken bilemezdi. Üç buçuk saatin sonunda küçük bir kasaba görünümündeki şehre ulaşmışlardı. Yolcuların bir kısmı indikten sonra, içerisinde kalan birkaç çocuk, bir yeni evli çift, aralıklarla öksüren yaşlı bir kadın, eşlerini özledikleri her halinde belli olan gurbetten dönen yedi sekiz kişilik işçi tayfasıyla otobüs hareket etti. Şimdiki yolculuk daha kısaydı, yirmi beş dakika sonra otobüs durunca önce babası ardından da Robert indi. Ayakları, o hiçbir zaman vazgeçemeyeceği köyünün toprağına basıyordu. Kulakları pek işitmeyen köylüsü İnhyla ilk selamladı onları. Sığır çobanlığı yapıyordu yol kenarında. Boz toprakları eğilip öpmek istedi ama yapamadı. Topu topuna beş günde bu kadar özlemiş olamayacağını düşünecek olanlardan çekindi. Oysa bu toprakta kalan yarısını özlemişlikti. Yarısı Helen'di. Sakin adımlarla yürüyorlardı, koşmak istedi bir an ama Kohler asla kendini yormamasını da söylemişti. Evlerine yaklaştıklarında onları ilk karşılayan Karabaş'tı. Belli ki kokularını almıştı. Hayvan garip bir şekilde sevinç gösterisi yapıyor, zıplayarak Robert'in yanaklarını yalamak istiyordu. Robert Karabaş'ın boynuna sarıldı, iniltiye benzeyen bir sesle köpek sanki 'Hoş geldin' diyordu. Başını okşamaktan çok hoşlanan Karabaş, Robert'in etrafında daireler çizerek eve kadar getirdi. Robert'in annesi Karabaş'ın havlama sesini duymuş ve kapıya çıkmıştı, bir yanda Robert bir yanda kocası Ferrari yaklaşmaktaydı. Ev halkına müjdeli haberi verir vermez, ayağına giydiği takunyayla onları karşılamaya çıktı. Bayram günü gibiydi evleri. Merakla beklenen beş uzun günün sonunda her şeye rağmen Robert sapasağlam gelmişti babasıyla. Oysa Robert'in evden ilk gittiği günden beri, köy halkında yaşlı kadınların bir çoğu 'Vah! Vah! Yazık oldu bu genç yaşında! Kurtulamaz bu dertten, bunun adı besbelli Kara Sevda' diye söyleniyorlardı ve bunu da Robert'in annesi çoğu kez duymaktaydı. Her gece ağlamıştı anne Aftelliya. Geceleri gözlerine uyku girmez, sabahları edemez olmuştu. Kiliseye günlük gidişlerinde, yolda gördüğü her dilenciye nerdeyse elinde avucunda olan tüm parasını vermişti. Ama şimdi Robert bitkin görünse de evindeydi. Kolay değildi, günlerdir boşalan kan, O'nu elbette yıpratacaktı. En azından yaşıyor oğlum diyordu.
Köye gelişinin ilk sabahıydı ve eve gidip gelen misafirler içinde tek kişi Robert'in dikkatini çekmekteydi. Aweşa'ydı bu. Sabah birkaç lokma yedikten sonra Robert'i ateş basmış ve vücudunda alevler yükselmeye başlamıştı. Hemşire Minnoloya, böylesi ateşlenmelerde, mutlaka ılık duş almalı ya da tüm elbiselerini çıkarıp, kolonya ile özellikle koltuk altlarıyla birlikte, başına, ayaklarına ve mümkünse vücudunun büyük bir bölümüne kompres yapmasını tembih etmişti. Bu tembihini birebir uygulamış, çırılçıplak vaziyette ve üzerinde ince bir örtü bulunduğu halde gelmişti Aweşa.
-- Hoş geldin Aweaşa!
-- Hoş bulduk, geçmiş olsun Robert!
-- Teşekkür ederim, sağol!
-- Şimdi daha iyisin değil mi? Çok korktuk senin rahatsızlığını etrafta konuşanlardan duydukça, dedi Aweşa,
-- Şimdi daha iyiyim, tüm tetkiklerim normal çıktı, sadece yorgunluk var üstümde, sanırım o da yakın gelecekte geçecektir, dedikten sonra yanına yaklaşan Aweşa'ya usulca;'Helen nasıl? Bana mektup filan yolladı mı?' dedi. Hayır anlamında başını sallayan Aweşa, takma kafana hiç bir şeyi, sen önce sağlığına kavuşmaya bak, diğer her şey düzelir Robert dedi.
Aweşa'nın söyledikleri çok doğruydu. Bir insan için en önemli husus sağlıktı.Doğru bir karar verebilmenin bile ön koşulu sağlıklı olmaktı. Bir saat kadar oturduktan sonra Aweşa o çocuk haliyle hasta ziyaretinde dönerken yolda Helen'i gördü ve Robert'in durumu hakkında gördüklerini, duyduklarını bir bir anlattı. Helen, çaresiz boyun eğiyordu kaderine ve bu kaderin karşı cephesindeki mağdur elbette Robert'ti. Anlatılanları dinledikten sonra, 'Umarım eski sağlığına tez zamanda kavuşur' dedi Aweşa'ya.
Akşam olmuş ve ev halkı erkenden yatağına çekilmişti. Bu saatler genelde nöbetçi olduğu akşamlarda Minnoloya ile sohbet ettikleri saatlerdi. Sekiz günlük bir misafirlikti belki de ama yine de geç yatmaya alışmıştı Robert. Dışarıda güz soğuğu başlamıştı, serinlikle vuruyordu hava kararırken bu değişim. Önce uzandığı yatağından uyumaya çalıştı ama aklından bir türlü uzaklaştıramadığı Helen'e saman yolunu seyrederek ulaşmaya çalıştı. Olmadı. Mavi ışıklı küreyi yakalamak istedi kan gerekti, eline aldığı jiletle etini kesemedi, vazgeçti.Dışarıda köpek havlamaları yükseliyordu, uzaklarda yaklaşan bilinmedik sesler geldi kulaklarına, aldırmadı. Bir müddet oturdu ve sonra eline aldığı kalemle Helen'e yazmaya başladı. Çünkü Aweşa'nın tekrar kendisini ziyarete gelmesini rica etmişti. Tüm yazdıkları Helen'i belki ikna eder diye kaleme aldı.
'Biricik Sevgilim,
Biliyorum şuan sessiz ve çaresiz yatağında uyuyorsun. Alışık olmadığın bir saatte senin ruhuna sesleniyorum, beni lütfen anla. Zira sana yazdıklarım hiç bu saate kalmazdı, bilirdim sana yazarken tıpkı seninle konuşur gibiydim. Şimdi de yazıyorum ama nedense karşımda sen yoksun gibime geliyor. Bu yüzden okuduğun satırların vakitsizliğine sadece hastalığım sebeptir. Ve bundan dolayı gecenin bu vaktinde o güzel yüreğine sesleniyorum.
Son buluşmamızda ne büyük hayallerle gelmiştim bunu kelimelerle anlatamam. Seni seviyor olmaktan asla geri kalmadım. İçime bir çığ gibi düşse de söylediklerin, inan ki senden vazgeçmem imkansız. Kim bilir ne sebeplerin vardır bana anlatamadığın. Kim bilir ki dilinde dökülen zehri sana kimler zorla zikretti. Ama bildiğim tek şey varsa o da seni seviyor olmamdır. Keşke şu halimle seni bir kere görebilsem. Biliyor musun bu münasebet sonrasında ne kadar zayıfladım. Yürüdüğüm yollarda karşıma çıkan karınca yuvalarını bile aşmaya dermanım yok. Benim yaşama sevincim sendin ve bunu da elimden alıyorsun. Bu haksızlık değil mi? Hem sadece bana yapılan haksızlıksa bir yerde seni suçlu görmem, ama biliyorum ki aynı haksızlıkla sen de cezalandırılıyorsun.
Hastanede Minnoloya adında bir hemşire vardı. Bana senin beni hala sevdiğini söylediğinde, içimde bir ışık yükseldi ve yaşamaya karar verdim. Çünkü bu yaşamın sensiz bir anlamı bulunmuyordu. Belki vakti değildir söz vermenin, belki yukarıdan da yazdığım gibi sebeplerin vardır, ne olur her kapıyı üstümüze kapatma. Hani beni sadece gündüzleri değil geceleri de düşünürdün...Hani benimle rast gelmem için her yolu denerdin...hani ben Sandaria'ya okula giderken beni unutma sakın diye tembih edendin...Lütfen, o sevgi dolu sözlerini bir hatırla! Biz sadece çocukların oyuncağını severcesine sevmedik değil mi? Kırıp da kanatlarını çöpe fırlattığımız bebek miyiz... Bak belki de öleceğim bu aşkın ızdırabından....sakın acıyıp da bana güzel sözler yazmayasın, çünkü sevgine ihtiyaçı olan bu yüreğimi artık ebediyen sahte bir suretle taşıyamam. Tıpkı kaş altında bakışlarındaki sıcaklıkla yaklaşıp, tıpkı o ellerine ellerimin dokunuşunda yüreğinin atışı gibi sevgine sahip çıkasın istiyorum. Anlıyor musun?
Birkaç güne kadar okulum açılacak ve ben buralardan gideceğim. Gitmeden önce Aweşa ile bana yazmanı istiyorum. Fırsatın olmazsa eğer boş bir kağıdı katlayıp koysan da bilirim ki o yüreğin hala beni seviyor.
Aslında şu havlayan köpeklerin önünde kaçan bir tilkiye eş olmak ve evinizin bahçesinde seni beklemek isterdim ama asla seni çalmak için değil. O sevdiğim yüreğinin bana koşarak gelişini beklemek için elbette....Ama bak işte tilkiler bile benden şanslı...
Seni ....' Robert.