Kan (14. Bölüm)
Yaşam Güneşi'nin ilk yükü dört ay sürecek bir yolculukla Kanada'dan Mısır'a gidecek olan fok balığı yağıydı. Tonlarca yük taşıma kabiliyetine sahip olan gemi bazen de insan taşımasından da kullanılabiliyordu. Eni seksen iki, boyu ise yüz atmış beş metreydi. Her türlü yaşam alanları mevcuttu. Gidilecek limanın belirlenmesinden sonra, açık sulara çıkan 'Yaşam Güneşi' uslu bir çocuk gibi doğruca koordinatında gider, en küçük bir sapma meydana geldiğinde ise ikaz ışıkları durmaksızın yanardı. Bu tür sapmalar ise sadece aşırı rüzgârlarla yükselen denizin dev dalgalarıyla olurdu. Diğer zamanlarda tüm personel keyfince dolaşır, bazen voleybol maçları bile yaparlardı. Makine dairesinde görevli üç personel aralarında vardiyalı olarak çalışıp, en küçük arızayı anında giderebilecek deneyim ve imkâna sahiptiler. Ekip olarak çalışmanın ayrı bir mutluluğu vardı ve ilk başlangıçta duyduğu heyecan ve mutluluk Robert'in yüreğinde aradan geçen sekiz yıla rağmen asla kaybolmamıştı. Sadece açık sularda uzunca gittikten sonra karaya çıkmanın garip bir mutluluğu Robert'i farklı kılıyordu. Çünkü diğer personel, gittikleri her limanda demir atmanın ve ekmeğini denizcilere bağlamış fahişelerin zevkine, koşar adımla gidişleri, Robert'in hoşuna gitmeyen bir kavgaydı sanki. Bu yüzden Robert hem sağlıklı, hem de sporcu adaleleriyle hepsinden ayrı bir gösterişe sahipti. Güvenlikten sorumlu Mohammat bile kimi zaman gidişinde kaptana gemiyi emanet ediyordu.
Yaptıkları her yolculuğun ayrı bir anlamı vardı ve her defasında gidilen limanın adı, taşınan malzemenin cins ve miktarı, teslim edileceği iskelenin numarası ayrı ayrı yazılırdı. Bazen de şirketin anlaşması doğrultusunda insan taşıdıkları olurdu. Çocukları görünce içindeki yaşanmamış yıllar dediği o çocuksu duyguları şaha kalkardı Robert'in. Kömür karası gözleri yaşlarla dolar ve kimseye görünmeden kamerasına gider, okul yıllarında alıştığı sigaradan bulurdu çaresini. Kaç defa tekrarlanmıştı bu yaşlı gözlerle kaçışı ve bunun sayısını hatırlayamaz olmuştu.
Gemi taşımacılığında aldığı sicilin temizliği, 'Yaşam Güneşi'nin taşıdığı yüklerin niteliğine göre güvenilir malzemelerin taşınmasına sebep olmuştu. Bu güvenirlilik durumu aynı zamanda bol para demekti. İşte yine Kanada'dan yola çıkarak altı buçuk ay sonra Cin'e kadar sürecek olan bir taşımada kendilerine kurşun madeniyle birlikte binlerce ton barut yükü verilmişti. Henüz yolun yarısına varmışlardı ve Büyük Okyanus'ta Afrika kıt'ası içerisinde oldukları bir konumdu. Her defasında kendileriyle birlikte yolculuk eden martılar sabah güneşle birlikte şuursuzca uçuyorlar, kimi zaman güverteye konmak üzereyken tekrar havalanıyorlar, kimi zaman daireler çizerek geminin üzerinden dolaşıyorlardı. Okul yıllarında anlatılan derslerde, havanın seyre etki edeceği hava koşullarının kötü habercilerinden birisi de ya yunus balıkları ya da martılardır demişlerdi. Bunu hatırlayan Robert, geminin baş kısmına hızlı adımlarla gitti, gözünü yarım bir daire çizerek pırıltısı gözlerini kamaştıran denizde gezdirdi. Her zamanki görüntünün aynısı diye kendi kendine söylenirken, sürü halinde grup halindeki yunusların geminin altına daldığını ve tekrar gemiden uzaklaştıklarını gördü. Robert küçüklüğünden itibaren cesur ve yürekliydi fakat bu bir doğa olayıydı, alınması gereken tedbirler vardı. Bu yüzden mürettebatı ikaz etmeliydi ancak kesin bir durum olmadan kimsenin tedirgin olmasını da istemiyordu. Doğruca kamerasındaki telsizin başına geçti ve 'Yaşam Güneşi'nden alıcıya, sesimi duyan istasyon cevap versin' diye üç defa çağrı yaptı. Cızırtılı bir ses hoparlörden gelirken Robert'in alnının ortasında bir şimşek patladı sanki: 'Konumunuzu bildirin, acil hava muhalefeti, sığınacağınız koordinatı bildireceğim' cevabıydı. Dümenin hemen üstünde bulunan radardan konumunu '14 derece 48 milyem doğu, 21 derece 08 milyem kuzey tamam' diye bildirerek beklemeye başladı. Karşı istasyonda gelecek cevabı beklemeye koyulduğunda zaman geçmek bilmiyordu. Kaşları çatılmış, yüzünde tarifi imkânsız ifadelerle değişen mimikleri bir belirip bir kayboluyordu ki nihayet 'Tanrı yardımcınız olsun, en yakın sığınabileceğiniz yer geminizin saatteki 60 km/s hızıyla on üç saat sonrasına tekamül ediyor ve dev dalgaların sizi yakalaması ise sadece yedi saat çıvarında, zaman zaman bize çağrı ve konum bildirin lütfen' dedikten sonra Robert süratle alarm düğmesine basarak mürettebatın güvertede toplanmasını sağladı. Sakin görünmeye çalışarak, mevcut durumu abartmadan ama tüm çıplaklığı ile personele anlattı. Böylesi durumlarda herkes ne yapacağını çok iyi biliyordu ama Robert 'Bu çok farklı bir durum, lütfen herkes cesaretini ve soğukkanlılığını muhafaza etsin' diye ısrarla söylüyordu. Hızları 60 km/s'i göstererek yeni verilen rotaya, daha doğrusu sığınacakları bir adaya doğru gidiyorlardı ki tamı tamına altı saat kırk dört dakika sonra önce rüzgârın sesini sonra kendisini ve daha sonra da dev dalgaları gördüler. Nerdeyse bir futbol sahası büyüklüğündeki gemi küçük bir fare gibi peşine düşen kediden kaçmak istercesine tedirgindi. Başlangıçtaki rotadaki küçük sapmalar hemen düzene sokuluyordu ama bir saat sonrasında meydana gelen sapmalara artık ikaz ışıkları yetişemez olmuştu. Tüm mürettebat elinde geldiğince bu doğa olayıyla savaşıyor, yeni gelişen duruma ayak uydurmaya çalışıyordu. Havanın kararmasına daha üç saatten fazla bir süre kalmıştı ki yağmur başlamış ve görüş mesafesi on metre yakınındaki personeli görmeye imkân tanımıyordu. Fakat herkes kimin hangi bölümde ne işle meşgul olduğunu çok iyi biliyordu. Makine dairesinde bazen kesif bir is kokusu gelse de tüm motorlar sabırla ve itaatle çalışmaya devam ediyordu. Robert sırayla mürettebatı görev yerlerinde kontrol ediyor, yardımcı kaptan Remiks'e sakin olmasını söylüyordu. Bir müddet daha gittikten sonra hava karardı, ama sorun değildi, tüm radarlar çalışıyor, aydınlatmalarda hiçbir eksiklik yoktu. Aradan geçen dokuz saatlik süre içerisinde alıcı istasyona saat başı çağrılar gönderilmiş ve her defasında daha da dikkatli olmaları konusunda uyarılmışlardı. Daha önceki taşıdıkları yükün hacmi büyük olsa da bu defa taşıdıkları kurşun ve baruttan ibaretti. Yükün ağır olması geminin dalgalardan fazlaca sallanmasına mani oluyordu ama bir o kadar da suya batan gövde kısmının varlığı diğer yüklere göre daha fazlaydı.Bir de barut varillerini tutan halatların bu sallantılara dayanıp dayanamayacağıydı. Gittikçe kötüleşen hava koşullarıyla birlikte Robert'i tedirgin edende yükün ağır oluşuydu. Nihayet onuncu saati geçmişlerdi ki parıldayan bir şimşekle birlikte gemiye yıldırım düşmüş ve tüm ışıklar kesilmişti. Az sonra makinelerin de ne yapacağı belirsizdi. Yedek jeneratörü devreye sokmaya çalışan Kangella kaygıyla düğmeye bastığında, çalışmakla çalışmamak arasında kararsız kalan bir arı gibi ortalığa bir inleme bastı. Sonra bir daha bir daha derken yedek jeneratör devreye girdi ancak radar kısmında çıkan dumanlar kaptana hiçbir bilgiyi vermez olmuştu. Hemen dümenin kenarında bulunan pusulaya sarıldı Robert. Hesaplamasını yaptı ve şımarık bir çocuk gibi yönünü kaybeden gemiyi rotasına sokmaya çalıştı. Yardımcı kaptan Remiks, pusulayla yönünü devam ettirmeye çalışırken birden dev bir dalga geminin baş kısmından yükselerek güverteyi suyla doldurdu. Barut dolu tahta variller dolan suyla bulundukları yerde kaymaya başladı. Emniyet halatları fayda etmiyor, her sallantıda bir tanesi kırılıyordu. Yirmi bir parça emniyet halatı ardı ardına taş ocağında patlatılan kaya katmanları gibi devre dışı kalıyordu. Nihayet sonuncusu kırıldıktan sonra dörderli olarak birbirine monteli barut varilleri sallantının yönü ve şiddetine göre bulundukları yerden kayarak geminin muhtelif yerlerine vuruyorlardı.
Gökyüzü iyice kararmış, geminin aydınlatmasına rağmen mürettebatın birbiriyle olan ses irtibatı birer birer kopmaya başlamıştı. Kangella savrulan varillerin önüne kurşun kalıplarını bir bir dizmeye çalışırken barut varilleriyle geminin orta kısmındaki demir direklerin arasına sıkışarak can vermişti. Mohammat, kaptandan izin alarak Kangella'yı bulunduğu yerden alıp kameraya çekmek istemiş, ancak aynı sonla o da can vermişti. Robert'ten başka geriye on bir kişi kalmıştı ama Remiks dışında diğerleriyle de çok fazla irtibat kuramıyordu. Bu boğuşmalar arasında tamı tamına on üç saate yakın bir süre geçmek üzereydi fakat kendilerine verilen noktaya henüz gelememişlerdi. Burunlarına ağır bir yağ kokusunun gelmesiyle birlikte makinelerin durması da bir olunca Robert makine dairesine gitmek istedi fakat Remiks buna engel oldu. Aralarında ölümle sonuçlanabilecek kırk iki metrelik mesafedeki makine dairesine gidiş için bir tartışma başladı, çünkü Remiks kaptana 'Siz burada kalmalısınız, ben gideceğim'diye atılmıştı. Makine dairesine bir an önce gidip duruma bakılmalı, arıza giderilip derhal yola devam edilmeliydi. Robert kaptan olması itibarıyla bu gemiye son ana kadar lazımdı ve eğer makine dairesine gitmek gerekiyorsa bu gidecek kişi Remiks olmalıydı. Karar verildi ve Remiks bir ceylan misali sıçrayarak, sakınarak makine dairesine ulaştı. Vardığında gördükleri beklediği manzaraydı. İki görevli, makine dairesine dolan suyun elektrikle kısa devre yapması sonucu hayatına kaybetmişti. Dikkatle yaralı olan üçüncü ve son makineci Sennef'in yanına ulaştı. Adamın her iki eli de kömür gibi siyahlaşmış, burnundan ve kulaklarından kan geliyordu. Tıslayan bir sesle ' Şu kolu çevir ve makineyi çalıştır' diyordu. Remiks kolu söylenildiği gibi çevirdi ve çalışmaya başlayan makineyle birlikte gemi yol almaya başladı. Sennef'e 'Başardım, dayan biraz daha' diye seslendiğinde, hiçbir cevap alamadı.Kısa bir durum değerlendirmesi yaptı. Makine dairesinde her şey normaldi ve burada beklemesine gerek yoktu, ancak kaptanın yanına en kısa sürede gitmesi gerekiyordu. Çünkü hem değişen sapma hesabını yapmak hem de bu sapmaya göre gemiyi yönüne sokmak tek kişinin yapacağı iş değildi. Dümende kaptanı vardı, kendisi de kaptanın yanında olması gerekirdi, makine dairesine girişte basarak dikkatlice geçtiği merdiven suyla kapanmak üzereydi zaten. Buradan derhal gitmeliydi. Düzensiz yanıp sönen ışığın altında yavaş ve dikkatli bir şekilde geçerken bacadan giren barut variliyle birlikte suyun içine düştü. Önce bir sıcaklık hissetti sonra ise gözleri açık vaziyette can verdi. Robert ise Remiks'in bir an önce gelmesini bekledi ancak kimsenin gelmediğini fark edince bir yandan dümene sahip olmaya bir yandan da pusulayla sapmalardan kurtulmak için hesaplama yapmaya çalışıyordu. Kaç defa yeni rotaya oturtmuştu gemisini, sayısını bile unutmuştu. En son sapmayı hesap edip dümeni çevirdiğinde elinin altında dümenin boşa döndüğünü fark ettiğinde 'Aman Tanrım, bu bir felaketle bitecek hal' diye haykırdı. Komuta odasından dışarıya çıktı, yanıp sönen sapma ikaz ışığına aldırmıyordu, etrafına bakında, mürettebatın isimlerini bir bir sesledi, hiçbir cevap alamayınca her birinin görev yerlerine giderek onları görmeye karar verdi. Önce makine dairesine yöneldi, tam içeriye girecekti ki barut varili hızla önünden geçip baş tarafa doğru kızak gibi gitti, bakınıp etrafında yeni bir tehlike olup olmadığını tespite çalıştı, yoktu. Kapıyı aralayıp aşağıya baktığında toplam dört mürettebatına yapabileceği bir şeyi olmadığını anladı. Bunlardan biri de kendisi olabilirdi ama Remiks'di. Etrafta diğer personeli bulmak için oradan ayrıldı, kurşun yüklerinin olduğu orta kısımdan boğuk bir ses geliyordu 'Kaptan, yardım et, buradayım' diye, sesin geldiği yöne yaklaştığında Tioride'nin bulunduğu yerde sıkışmış ve sol bacağının durumunun iyi olmadığını gördü. Yangın baltasıyla barut variline sıkışan ahşabı kırmak istediği esnada meydana gelen sallantıyla Tioride'nin bacağı boşa çıktı ve Robert Tioride'yi süratle bulunduğu yerden kucaklayıp kaldırdı. Aradan beş ya da altı saniye geçmeden aynı variller süratle gelip, geminin orta kısmına yakın yan korkulukları da kırarak denize düştü. Tioride'nin bacağında kırık yoktu, ancak açılan yaradan kan kaybetmekteydi. Robert atletini çıkarıp yaranın üstüne bastırdığında kameraya kadar taşımıştı Tioride'yi. Sen burada bekle, ben diğer mürettebata bakacağım dedi, telsizle yaptığı daha önceki üç çağrıya cevap alamamıştı ancak kendisi kontrol odasından giderken gelebilecek her hangi bir cevaba, acil durum bildirmesi için Tioride'ye