Kan-18. Bölüm / Mektup
Gece sessizliğe bürünmüş, gökyüzünde yıldızların pırıltısı, gözlerindeki yaşların süzülüşünü aydınlatarak yakamozda kendini dinliyordu...tıpkı yıllar öncesinde olduğu gibi içindeki ışığa yöneldi, zira Samanyolu öylesine yol göstericiydi ki. Elinde kalan hatırlardan belki de en önemlisiydi kaptan notları içerisinde sakladığı Helen'e yazılan mektupları. Hep yazıp da yollanamayan mektuplardandı bunların çoğu. Aslında bir kısmı Helen'in yüreğiyle buluşmuştu, içindeki sevdayı belki tamı tamına anlatamamış olabilirdi ama yine de sevgilisine olan duygularını yazması Robert için çok önemliydi. İşte o mektuplardan bir tanesini ateş böceklerinin de yardımıyla okumaya durdu. Daha öncesinden defalarca okuduğu bu mektubu da kör ışık altında okuması zor değildi;
Sevgilim, Canım, Yarımım;
Bugün seni düşünerek uyandığım günlerden sadece bir tanesi. Ne çok zor oluyor sensizken sabahlar. Sensizken deyişime sakın üzülme; tabii ki sen benim içimdesin, ben senden uzakta olan bedenlerimiz için kullandım bu kelimeyi. Anlıyorsun değil mi? Lütfen anla, çünkü senin bazen anlam karmaşasına neden olan özlemlerin yok mu, işte o girdaba girişlerinde beni gerçekten üzüyorsun...Unutma ki, sevdaların hüznü bile sevdadır ama bir çivinin tahtadan çıkarılış izi gibi kalıyor yarası, gereksiz öfkelerin...
Aşkım;
Bana kırk defa aşkım dersen, iflah olmaz aşığım olursun demiştim hatırlıyor musun? Bu şehir ne kadar anlamsız biliyor musun senden ayrı alınan nefesle. Sen kırkıncıdan sonra demez oldun o ömre bedel kelimeyi; sadece hissettirdin...biliyorum elbette senin bildiklerini, tıpkı benim bildiklerimi de senin bildiklerin misali. Bana bir defasında 'artık yetmiyorsun' demenden 'korkuyorum' demiştin, 'maddesel olarak yanımda olsan da yetmeyebilirdin' belki, oysa ne çok korkacak gerçeklerimiz varmış değil mi maddesel olmayan? En kötüsü de saçlarının arasında bir telin düşmesine benim sebep olmam endişesidir. Fakat son görüşmemizden bu yana, bu tellerin ayağa fırladığını görmek de kahretti beni...malum 'Rose Bayramı' dolayısıyla pek çok yoğunluğum oldu.Gelen gidenlerin yoğunluğunu saymazsak bir de annemin hastalığı bu yoğunluğun tuzu biberi oldu...sadece Samanyolu aracılığıyla sana seslenebildim...mavi küreyle karşılaşıp senle konuşmaya ise hiç mi hiç fırsatım olmadı...bakıyorum bu durum seni hırpalamış. Hep böylesi durumlarda 'kaç zamandır senden habersiz kaldım ve sen beni hiç merak etmiyor musun'der ve o güzel yüreğindeki sevdayı savururdun gönlüme...ancak sanki bu defa daha farklıydın; savurma yerine saldırışın vardı...senin ya da benim varlığımın önemsiz olmasını düşünmense deli etti beni...sanki seni tanımak ya da tanımamak önemli değilmiş gibi ağırca yüklendin be Sevgili?
Olur mu hiç senin de içinde olmadığın bir nefes...Bilmez misin ki bendeki senle varım ben, bilmez misin ki sendeki yaşayan benle teselli ararım ben? Yine o güzel gülüşlerini ver bana hadi, hadi ellerini kenetle yine ellerime, gözlerinin hüznünü silsin küçük bir dokunuşum, sarıl bana doyasıya, düşlerde yaşarcasına öp beni hadi...bana cennet kokularından sun sevgili...dayanamamam sensiz yaşanan hayatın ızdırabına...Bir zaman resmini yapmasını ister miyim bilmiyorum bu yaşamın senin kaleminle ama o kalemin gölgesinde bir nefes koklamayı çizmeni isterim biliyorsun...Bilinmedik yerleri keşfetmek kim bilir ne kadar haz verir insana; bir ormanı, bir okyanusu, gökyüzünü, yerin derinliklerini, aldığımız nefesin bileşenlerini, güneşi, ayı ve hatta şu seni bana yaklaştıran samanyolunu...sana dokunuşum acaba hangisinin keşfinden geri kalırdı ki. Hadi gel kaçma, yine sal saçlarını rüzgara. Rüzgarlar cömerttir kokunu bana getirmekle, hadi sokul usulca hayallerime, hayallerim seni keşfetmesini bilir. Kaşlarını çatma artık, bu can canansın nasıl olsun ki hem... Dostlarımıza şikayet de edemem, derdimin dermanı seni de söyleyemem. Konuştuğum bir tek ayna var o da kararmasın karşımda sevgilim. Ellerindeki kına gibi, yüreğindeki kan gibi gerçeğim ben de...tabi ki yaşamın her algılanışı bir gerçek; rüya bile olsa-rüyalarımı süsleyişindeki haz da bir gerçek...Şu engin denizlerde bir balık olmak vardı biliyor musun; seni tüm sığ sularıyla bulabileceğim bir bataklık da olsa; senin yanında olmak ne şeref olurdu. Sen benim kutsalımsın, dokunmak istedikçe yandığım, yaklaşmak istedikçe kaçan gölgemsin...En çok da benim sevda dolu yarımımsın...
Günler geçmiyor olsa ne yazar, sensizlikse zaten geçmesin bir saniye bile. Göğsümdeki son zamanlarda baş gösteren ağrı yine son birkaç gündür kendini göstermekte. Rutubetli havalarda soluduğum nefeslerin de katkısı yadırganamaz belki ama senin o kaşlarını çatman en nemli havada alınan nefesten bile daha ağır gelmekte haberin ola... Havaların soğuması da belki bir başka etken ama bil ki yüreğimdeki yangını söndürecek bir başka sevda arayamam-arasam da bulamam...her şeye rağmen her kapıyı sonsuza kadar kapatıyorsan da bir şey diyemem... Sevgiliye sunulan kafesin kapısı sadece gönül ağıyla örülürdür- kilidi olmaz bilirsin;sen her hırçınlığında o kapıyı zorladın belki ama asla gitmedin-gidemedin; şimdi yine diyorum ki sana Gitme!
Seni ve senle gelen güzellikleri her daim sevecek olan Robert. Sevgilerimle. 12 Kasım 1839 Kanada.
👍👍👍👍
Sabirla bekledigim yazinizin devaminin gemeye baslamasi ne kadar güzel..Acikcasi ben su an Helenden Roberte gelecek cevabin merakindayim simdiden bilesin.Umarim yine uzun süre ara vermeden yazilarinizi okuma firsati verirsiniz.Su gibi akan bir yazi daha okuma dilegimle.Tebrikler...