Kanatlarım Sende Kalmış Baba Uçamıyorum
Yaz geldi ve çiçeklerimden ayrılma vaktine gebeydi zaman artık. Hüzünlü bir sürü göz bana bakıyor renk renk. Susuyoruz bir süre... Karneler dağılmış hediyeler verilmiş ve gizlice akan gözyaşları mendillere silinmiş. Ödev vermek istememe rağmen yine de ödevsiz bir tatil geçirmek istemeyen öğrencilerim heyecan ile sordular;
- Hocam bu sene nasıl bir ödev vereceksiniz?
Şaşırmadım bu soruya nedense. Ödev isteyen öğrencilerime sevgiyle bakarak:
- Siz nasıl bir ödev isterdiniz çoçuklar? dedim.
Hep bir ağızdan fikirler söylemeye başladılar. Ben elimle susturdum ve parmak hareketi yaparak tek tek konuşmalarını istedim. Bunun üzerine parmaklar tek tek havaya yükselmeye başladı. Kimisi resim yapalım kimisi şiir yazalım dedi. En arka sırada camın kenarında oturan Gülseren:
- Öğretmenim bir öykü yazalım ve en güzel öyküyü yazana bir ödül verelim dedi.
Evet güzel bir fikirdi. Tamam dedim herkes bir öykü yazsın ve güzel bir dosya halinde hazırlasın, ayrıca yazdığı öykünün temasına göre de bir resimli kapak hazırlasın. Amacım hem öykü yazdırmak hem de resim yaptırmaktı yani bir taşla iki kuş. Böyle sık sık kompozisyon ödevleri vermek onları tanımamda bana çok yardımcı oluyordu çünkü biliyordum ki yazacakları her satırda her hecede kendilerinden ailelerinden ve ruhlarından bir parça katacaklar bu sayede ben de onları psikolojik açıdan inceleyebilecektim.
Yıllardır uyguladığım bu sistem ile bir çok öğrencimin düşünce derinliğine inebiliyor ve onlara daha faydalı olduğumu hissediyordum. Zira geçen yıl sude isimli öğrencimin kendince çaresiz zannettiği bir derdine bir nebze olsun fayda sağlamış ve ailesinin sevgi yüklü teşekkürleriyle onurlanmıştım.
On dakika sonra okuldaki bütün sınıflar bahçede yerlerini almış ve sömestre tatiline çıkmak için heyecan ile bekliyorlardı. Tabii müdür bey yine kısaaaaaaa bir konuşma yaptı.
Herkes dağılmış bütün bahçe yine çiçeksiz kupkuru kalmıştı. Bir tek hademeler yerlerde kalan son çöpleri topluyorlar hem de kendi kendilerine söyleniyorlardı.
- Recep oğlum, gözümüz aydın gari artık dinlenecez ha.
- Ne deysun uşağum biz ancak mezarda dinleniruz da.
- Ula oğlum get işine ben memeleketime gidiverecem sen ne edesen et.
- Heyyy köfteler az susun da işinize bakın çabuk olun, daha içerde bir sürü iş var.
Bu son söz kıdemli Hasan efendinin sesiydi ve kimse onun sözü üzerine daha bir şey diyemezdi. Ben bahçenin arka tarafında kalan ağaçların altına gidip oturdum. Yine yalnız kalmıştım. Çantamdan bir sigara çıkarıp yaktım ve en yakınımda olan uzaklara daldım ve öylece kaldım... Eylül, yüreğimde çoktan hasret rengi şiirlerini yazmaya başlamıştı bile.
Gözümü açıp kapayıncaya kadar geçmişti zaman sanki. Yine okulun bahçesindeydik ve cıvıl cıvıl çocuk sesleriyle çınlıyordu ortalık. Çok heyecanlıydı herkes ama ben daha çok heyecanlıydım zira bugün ödevler gelecek ve onları okuyacaktım. O kadar merak ediyordum ki hepsini. Neyse Müdür beyin yine kısaaaaaa konuşmasından sonra herkes belirlenen sınıflarına doluşmaya başladı. Herkeste bir sevinç bir telaş sorma gitsin.
Sınıfın kapısından içeri girerken kalbim küt küt atıyordu. Onlara kavuşmak benim için mutlulukların en büyüğü idi ve onları çok özlemiştim. İçeri girip kapıyı kapadım hepsi neşe içinde ayağa kalktılar. Sonra sırayla yanıma gelip elimi öptüler ben de yanaklarını... Hepsi sıra ile tatilde neler yaptıklarını anlattılar. Sıra Gülseren'e gelmişti. Aynı soruyu ona da sordum ama onun cevabı hem kısa hem de düşündürücüydü. Zaten hep böyle olgun cevaplar vererek beni şaşırtırdı ama bu kez şaşırmadım artık alışmıştım.
"Hayat bir aynadır nasıl bakarsanız öyle görürsünüz çocuklar." Diyorsunuz her zaman bize, öğretmenim öyle değil mi?
- Evet her zaman öyle diyorum size.
- Öğretmenim o zaman ya ben bakmayı bilmiyorum ya da bakacağım aynaları biri kırıyor, göremiyorum...
Haklısın Gülseren diyecektim ama sustum. Evet aynaları kıran birileri var. Hâla da kırmaya devam ediyorlar ne yazık ki diyemedim... Hâreli mavi gözlerine bakıp hadi bakalım ödevleri sırayla topla mavişim deyip uzun siyah saçlarını okşadım. Bu onun çok hoşuna gidiyordu biliyordum. Biraz sonra itina ile topladığı ödevleri masamın üzerine bıraktı ve yerine oturdu. Merakla önce resimlere bakmaya başladım. Dikkatimi bir resim çekti sayfayı çevirip ödevin kime ait olduğuna baktım. Ödev Gülseren'indi... Resim çok güzel ve bir o kadar da ilginçti. Hepsini çantama yerleştirip biraz daha sohbet ettik ve zil çaldı.
Eve gelir gelmez özel yaptırdığım sallanan koltuğuma oturdum. Çantamdan ödevleri çıkardım ve teker teker incelemeye başladım. Bütün çocuklar ödevlerini güzel yapmışlardı ama Gülseren'in ödevini bir kenara ayırdım. Ona en son bakacaktım çünkü kapaktaki resim ve öykünün ismi o kadar güzeldi ki...
Resimde siyah bir ağaç vardı beyaz yaprakları ve dallarından birinde kanatları olmayan mavi bir kuş. Altında ise yazdığı öykünün adı...
KANATLARIM SENDE KALMIŞ BABA, UÇAMIYORUM...
Daha öykünün bir satırını bile okumadan tüylerim diken diken olmuştu. Acaba nasıl bir öyküydü. Hani meraktan çatlamak deyimi vardır ya işte tam o deyimin içinde bocalıyordum adeta. Önce başımın arkasına küçük yastığımı yerleştirdim ve sayfayı çevirdim yavaşça. Okumaya başladım...
Uzak ama güzel bir ülkenin birinde, şirin mi şirin tatlı mı tatlı bir çocuk yaşarmış. Hareli mavi gözleri ve simsiyah uzun saçları ile o kadar sevimliymiş ki bakmayan bakıp ta sevmeyen yokmuş adeta. Kendisine mavi kuş diye seslenile seslenile o bile neredeyse gerçek adını unutmuş. Küçük kızın yani mavi kuşun üvey annesi gösterilen bu sevgi selini o kadar kıskanırmış ki sırf bu yüzden her akşam yemek yerine dayak yermiş zavallı çocuk. Hayvanların yanına serilen eski bir çulun üzerinde incecik bir örtüyle ısınmaya çalışarak geçermiş ayaz gecelerin uykusuzluğu. Yazında sinek vızıltıları; kısaca yaşamak kabustan öte bir şey değilmiş onun için. Sıyrılan tabakların artıkları ve bayat küflenmiş ekmeklerin kokusu ne kadar kötü olsa da yine de bitmeyen umutlarının mis gibi kokan hayali ile yaşamı sorgulamaya yetermiş aklı.
Soru sormamayı babasının onu kolundan iterek çekil önümden diyerek gittiği gün öğrenmiş ve yine o gün öğrenmiş susmayı mavi kuş. Dertlerini kimseye anlatmadan yaşamak daha kolay gelir olmuş minik yüreğine. Evde ne kadar pis işler varsa ona yaptırılıyor ve yine de hakaretten dayaktan kurtulamıyormuş. Böylece günler ayları aylar yılları kovalamış durmuş. Aradan bir kaç sene daha geçmiş. Bir gün her zaman gittiği yere yine ırmağın yanına gitmiş. Kocaman gövdeli ağacının altına oturup ağlarken dallarda sevinçle kanat çırparak ötüşen kuşlara takılmış gözleri. İşte uzun bir aradan sonra ilk defa o gün konuşmuş küçük kız...
- Merhaba kuşlar, ne kadar güzel kanatlarınız var onlarla istediğiniz yere rahatça uçuyorsunuz. Oysa benim kanatlarım yok. Annem de yok. Babam giderken kanatlarımı söktü de gitti. Kanatsız kaldım bana bir çift kanat lazım. Nereden bulabilirim ne olur söyleyin kuşlar. Ne olur babama uçmam için bana yardım edin...
Bu sözler üzerine sesten korkan kuşlar birer birer kanatlanıp uçmaya başlamışlar. Küçük kız galiba beni kanat bulunan yere götürecekler düşüncesiyle kuşları takip etmeye başlamış. Epey bir zaman kuşların peşinden koşmuş sonunda bir kayanın üstüne kadar gelmiş. Aşağıya bakmış ki bir iki adım sonrası uçurum. Kuşlar uçuruma doğru derin bir sorti yaparak rüzgârı yara yara uçup gitmişler. Uçurumun kenarına çöküvermiş yorgun aç bedeni. Üstelik çıplak ayakları koşarken kan revan içinde kalmış. Ayaklarının acısı geçsin ayaklarını ovalamaya başlamış. Ellerine bulaşan kana bakmış hüzünle mavi kuş. İşte yaşamak bu demiş kendi kendine. Kan ve savaş... Babasının giderken kanatlarını da kopardığını hatırlamış birden. Ayağa kalkıp kayanın en ucuna kadar gelmiş. Kollarını iki yana açıp gözlerini kapamış.
- Kanatlarım sende kalmış baba, uçamıyorum...
Bunlar kendini boşluğa bırakmadan önceki son sözleri olmuş mavi kuşun...
Şimdi ne zaman kanatları yaralı bir kuş görsem aklıma hep Gülseren ve bana kuşları sevdiren bu öyküsü gelir...
Şafak söktü dostlarım. Balkondaki saksıların içine yem koyup su tasını doldurmam gerek. Kuşlarımın umutları aç, yürekleri susuz kalmasın...
hüzünle okudum bir baba olarak, zaten ismi getirdi beni bu sayfaya. evet başlıklar çok önemli iyi bir hikayeyi anlatmak( okutmak) için çok önemli...
teşekkürler.
Güzel yorumunuz için çok teşekkürler mehmet bey. En derin saygı ve selamlarımla...
🙂
çok hüzünlü...
öykü diliniz güçlü sayın yazar, çok daha iyi öyküler okuyacağız sanırım sizden.
tebriklerimle 👍
Hüzünlü güzel bir yazıydı. Kalem sahibi dikkat çekmiştir. Tebrik ederim👍
Hüzünlü ve güzel bir öykü ki gün sonunda da ödülünü almış. Devamını da bekleriz Ece hanımdan. Tebrikler içtenlikle...👍