Kar Ve Kan Kokusunda
Kar'ın bu kadar güzel olacağını tahmin bile edemezdim. Kar'ın bu kadar üşüteceğini donduracağını hatta öldürüceğini.
Kar'ın yağmur gibi inişine tanıklık yapıyoruz yedi kişi. Sisli bir dünyadan sisli bulanık bir bilinmez dünyaya doğru yolculuğumuza başlamazdan önce. Sessiziiğin göbeğinde Kar'ın sesini duyuyoruz. Sesle birlikte amansız kokusunu da içimize çekiyoruz. İçimiz bir an da et kemik kan su yerine, Kar kokusuyla doluyor. Beyazı beyaz saf temiz olarak bilen bizler, bayazı çok farklı enlemlerde yaşıyormuşuz meğerse eskiden. Kar'ın öteki yüzü beyaz. Bunu burda anlamamız gerçek bir merminin böğrümüzde açtığı yaraya benziyor Kar gibi beyaz çamaşırlarla ilgili sosyete reklamlarına küfür ediyoruz bu yüzden. Ediyoruz çünkü, sınırda bildiğimiz beyazı yaşamıyoruz. Bu beyaz törenlerde sallanan beyaz güllere karanfillere gülücüklere de benzemiyor. Çağırıyor bizleri şaşkın bakışlarımızın ve suskunluğumuzun ortasından kucağına.
Cemsenin o koca çadır beziyle kapanmış kasasının arkasında oturuyoruz. Aşağı da komutanların her çeşidi her rütbelisi var. Fısır fısır konuşuyorlar ama biz Kar'ın uğultusundan ne konuştuklarını duyamıyoruz. Yerlerinde zıplayıp duruyorlar. Etafta radyo çalan yok ama onlar çalan bir romantiklik mi yoksa kahramanlık mı türküsünün ritmine kendilerini çoktan kaptırmışlar. Hepsi Mutlucan olmuş. Bu mutlucan olmanın Müşefref şekli. Müşefref oldum efendim tanıştığımıza. Böyle derler ya tanışan iki kişiden biri tanıştığı kişiyi de kastederek Müşefref ve Mutlu oldum efendim tanıştığımıza. Bizler mutlu olduk değil mi?
Benim durumum özel. Özellikle dosyam ellerinde. Özellikle o dosyamın rengi "Sakıncalı üstelik Kırmızı". Kar ve Kırmızı. Nasıl da yakışırlar birbirlerine. Özgürlükle ölüm arasında fark olmadığını anladım hemen o an. Özgürlük ve ölüm! Bir yandan yok oluş bir yandan zincirleri kırış bir yandan
kurtuluş bir yandan sonsuz maviye doğru koşuş gibi de bu arada Kar'ın rengi, Kırmızı ve o Mavi Amerikan bayraklarını da anımsatıverdi. Bu anımsatış yağan Kar'a dalmaktan kaynaklanıyor. Başım dönüyor. Düş gördürüyor ve karşımda oturan Osman sürekli bana tebessüm ediyor. Öteki çocukları tanımyoruz. Onlarda başka yerlerden gelmişler. İyi de bu Cemsenin arkasında biz yedi kişi neden tebessümlerimizin içinde yediz kardeşler gibiyiz.
Parkamın yakalarını yukarı kaldırdım. Boynumu içime çektim. Beremi gözlüğüme indirdim. Ellerimi parkamın ceplerine soktum. Sağ elimin parmakları bir kâğıt parçasına takıldı. Nedir bu? Ha şimdi anımsadım. Bir mektup. Pembe kağıda yazılmış kısa bir mektup. " Ne olur bana yaz. Seni rüyamda gördüm. Çok kötü görünüyordun. Hasta mısın? Neden yazmıyorsun? Neden kendinden haber vermiyorsun? Beni sevdiğini biliyorum. Bana bunu yapma!"Sağ alt köşesi yerine sol alt köşesinde bir isim. Emine. Ezberlemişim. İlginç. Yazmadım. Benden haber yok Emine'ye. Sevmiyorum Belki de...
Osman öteki çocuklarla konuşuyor. Kar bana sesleniyor. Komutanlar zıplamaya devam ediyorlar.
Cemsenin şöför kapısı açılıp kapanıyor. Benzin kokuyor. Egzoz dumandan boğuluyor. Aşağıdan birinden ses geliyor, " Şunlara battaniye atın!" Şunlar dediği hayvanlar ve hainler topluluğu oluyorlar doğal olarak. Tozlu ve bitli battaniyeler savruluyor aşağıdan. Yedi kişi de tutmaya uğraşmıyor battaniyeleri. Battaniyeler orta tarafa yığılıyor. Yedi kişi ortak karar almışlar konuşmadan. Yedi kişi birbirlerine bakarak tebessüm ediyorlar. O tebessümlerin kutsallığını Kar bile örtemiyor artık.
Cemse homurdandı büyük gar-gur gar-gur'lardan sonra. Yanımıza binen askerlerin önce namluları göründü. Kardeşlik böyle anlarda belli olur ama bunlar Evren Paşa'nın Eylül askerleri. Bizler değiliz. Bizler Eylüllerin hüzünleri mi oluyoruz şimdi. Askerler verilen görevin bilincindeler. Bu nasıl da sırıtıyor suratlarından. Allah bilir şöyle emir almışlardır; " vukuat yapan olursa vurun! Çekinmeyin korkmayın! bu Memleketin Vatan Hainleridir bunlar anlaşıdı mı?"Askerler hep bir ağızdan "yaylalar yaylalar" demiyorlar elbette. " Anlaşıldı komutaaanımmm!" diyorlar. Bu ses dağlarda yankı yapıyor.
Cemse hareket ediyor. Haki renk ve Kar'ın dayanılmaz beyazının albenisi yakışıyor birbirlerine. Geride kalan teker izleri hemencecik kapanıyor. Osman öteki çocuklara ve bana sigara uzatıyor. Bakışlarında öyle bir hava var ki, ya adam öldürecek ya da gülecek. Çözemedim ben bu Osman'ı.
Bir yerlerden Arpa Çay'ın sesi geliyor. Şırıl şırıl akıyor. Bu geceye kalmaz donar çay. Buz tabakasının altından su akmasına devam eder. Kırmızı benekli alalarsa her zamanki gibi ters yüzmeye.
"Osman biz neden tersiz böyle?"
"Bilmiyorum." Osman öteki çocuklara dönüyor, " Neden ters olduğumuzu bilen var mı içinizde?" En dipte oturandan yanıt geliyor. Öyle bir kahkaha atıyor ki cemse fren yapmak zorunda kalıyor. Dibimizdeki silahlı askerler namluları doğrultuyor. Çavuş,
" Gülmeyin diyor. Yoksa yoksa yoksa..."
Ön tarafta oturan komutan cemsenin basamaklarına tırmanıp kasaya çıkıyor. " Ne oluyor?"
Silahlı askerler, "Komutanım gülüyorlar bunlar!" Komutan
bakışlarını bize çeviriyor. Yok aslında bir radar o bakışlar taramakla görevlendirilmiş.
" Bu hava da battaniyeleri neden örtmediniz dizlerinize? Donacaksınız!"
En dipteki çocuk yeniden daha şiddetli
gülüyor. En olmayacak bir lafı ediyor,
" Evrenin köpeği anana ver anan örtsün! diyor"
Bizler neden tersiz Osman?
Bizler neden kahkaha atarız sürekli Osman?
Yolun her iki kenarında seyrek aralıklarla dizilmiş kavak ağaçlarının dallarındaki kargaların gözleri kapalı. Komutan belindeki silah kılıfının düğmesini çözüyor. Silahını çıkarıyor. Kahkaha atan çocuğa doğru yürüyor. Cemsenin çadır bezli tavanı çatısı karla örtülmüş karanlık. Bir sis bu denli soytarılık yapar. Sanki her şeyi örtmeye çalışır. Komutan,
"Beynini dağıtayım mı senin? diyor"
" Kaç kez salata yaptın? Beyin salatasını seviyorsan dağıt diyor." Alnını silahın namlusuna yapıştırıyor. Komutan tereddüt içinde.
Osman duramıyor,
" Komutan diyor fazla uzatma istersen. Bak dağın başındayız. Osman yanındaki askerin otomatik tüfeğini kapmış. Hadi bırak kan dökülmesin. Usul usul in aşağıya! Görevini yap. Bizi götüreceğin yere götür. Derdini oradakilere anlatırsın ha komutan!"
Cemse yeniden homurdanıyor. Kar mı yağan yağmur mu? Kar yağmuru bu. Kar değil.
Geride Ömer Seyfettin kalıyor. Geride Alberto Morava kalıyor. Geride bir hafta sonra gelen o da okunması yasak olan gazeteler kalıyor. Geride standart bir radyo kalıyor. Geride sınır ışıklarının taradığı koğuşlarla yeni kurulmuş düzen kalıyor kan kokulu...
Bir cezaevi ve asker öyküsü anlaşılan. Hazindir o öykülerin bir çoğu, okuyanları ağlatırda, yaşayanlar dimdik ayakta durur aslında. Bu ve buna benzer olaylar dolu dolu memlekette. Kimisi böyle yazılıp aktarılıyor, kimiside sadece yaşayanlar ile yaşatanların arasında sır kalıyor. Kutlarım Necmi bey tebrikler...👍😅👍