Karanlık Ülke
Bir varmış, bir yokmuş; masal bu ya varlıkla yokluk bir aradaymış. İnsanların yavaş yavaş merhamet ve kalbindeki sevgiyi kaybettiği, cimri mi cimri, üstelik kendinden başka kimseyi düşünmeyen bir kralı olan, dağlardaki ve ovalardaki hayvanların gezmeye korktuğu bir ülke varmış.
Bu ülkenin bir de büyücüsü varmış. Varmış ama herkesin kinle, nefretle baktığı bu büyücü; ülkenin kralından ve insanlarından daha merhametliymiş.
Sıcak bir yaz günü, sarayın önünden geçerken, saray çalışanlarından su istemiş. Bahçede gezinen kral, bunu duymuş ve hiç sevmediği büyücüyü kovmuş. Buna çok sinirlenen ve üzülen büyücü, kralı ve ülkesini lanetlemiş;
'Ülkendeki her insanın merhametsizliği, ülkeni yoksulluğa sürüklesin... Kaynaklarda sular kesilsin, ülkendeki şarıl şarıl akan ırmaklar kurusun... Ambarlarında aç fareler gezinsin, nefret arttıkça yoksulluğun artsın... Yoksulluk artarken, ülkenin üzerine kara bulutlar çöksün... Sonunda; ülken karanlığa bürünsün!' demiş.
Kral, büyücünün söylediklerini hiç umursamamış, gülüp gitmiş. Gel zaman, git zaman ülkedeki her kavgada, her merhametsizlikte; bolluk ülkesi, yoksulluk içine düşmeye başlamış. İnsanlara, büyücünün laneti hatırlatılmış ama kimse inanmamış ve aldırmamış.
Günler ayları, aylar yılları kovalamış. Sonunda ülkeyi kara bulutlar sarmış, ırmaklar kurumuş. Tarlalarda başaklar yetişmez, ağaçlar karanlıktan meyve vermez olmuş. Olmuş ta kimse akıllanmamış.
Her geçen gün diğerinden kötü geçerken, kralın bir kızı olmuş. Kral, küçük prensesin adını, hasret kaldığı güneşten esinlenerek,"Güneş" koymuş.
Güneş, adı gibi aydınlık ve sıcak bakışları olan, etrafına neşe ve mutluluk saçıp, sevgiyle bakan bir çocukmuş. Güneş Prenses, büyümeye başladıkça içindeki sevgi ve yanındakilere gösterdiği merhamet, tüm ülkede duyulmaya başlamış.
Prensesin merhamet ve güzelliği büyücünün de kulağına gitmiş. O da herkes gibi merak etmiş bu sevgi prensesini... Sarayın kapısına yaklaşmış ve bahçede dolaşan prensesi görmüş. Sessizce çağırmış ve bir dilim ekmek istemiş. Bir dilim ekmeğin, altından kıymetli olduğu herkes tarafından bilinirmiş.
Prenses önce düşünmüş... Sonra, kimseye göstermeden kendisine hazırlanmış olan kurabiye ve sütü, ülkesini lanetleyen büyücüye vermiş. Vermiş ve üstelik yaşlı büyücüye, aç kaldığında aynı yere gelerek beni bekle demiş.
Büyücü, günlerce aynı yere gelmiş; prensesin kurabiyesini yiyip, sütünü içmiş. Adı gibi kalbinin de güneş gibi aydınlık ve sıcak olduğunu görmüş.
'Bunca kötülüğün içinde, bir tane sevgi dolu, merhametli insanın olması büyüyü kaldırmaya yeter!' demiş.
Son kez kurabiyeyi yiyip, sütünü içmiş ve;
'İçindeki sevgi ve merhamet büyüdükçe ülkende refah ve bolluk artsın, bahçende çiçekler eksilmesin, kuşlar şarkı söylesin, kara bulutlar yerini aydınlık ve güneşli günlere bıraksın!' demiş. Bir daha da büyücüyü gören olmamış.
Yağmurlar yağmış, yine her yer yeşillenmiş, çiçekler açmış. Dağlarda ve ovalarda hayvanlar neşe içinde koşarken tüm ülkede, güneş prensesin kalbindeki sevgi ve merhameti gören büyücünün, kötü büyüyü kaldırıp gittiği kulaktan kulağa yayılmış.
Karanlık ülkenin insanları, refaha kavuştukça yaptıkları yanlışlığı anlamışlar. Ülkenin her yerinden insanlar, Prensesi ziyarete gelip hediyeler getirmişler. Güneş prenses, gelen hediyeleri ihtiyacı olanlara dağıtıp örnek olmuş. Çünkü paylaşmanın önemini herkesten daha çok biliyormuş.
Ama ülkenin adı, aydınlık olmasına rağmen," Karanlık Ülke" olarak kalmış, kimse değiştirmemiş.
Ülkenin adı onlara geçmişte yaptıkları yanlışları yapmamalarını hatırlatıyormuş...
Ülkeyi bolluk ve refah sarmış, herkes mutlu, mesut yaşarken ne mi olmuş? Gökten üç elma düşmüş; biri sana, biri bana, diğeri de ülkesini karanlıktan kurtaran insanların başına...
İNCİDAL
Gaaliba öyle bir büyücüye ihtiyaç var. Zenginler asalaklık yaptığını bilmiyurmuu işinemi gelmiyoor herneyse sonu iyi bitti ya emeğiniz ders olur inşallah bazılarına kaleminiz daima yazsın saygı ve selamlar