Kar'la Gelip Yağmur'la Giden
Kapıyı hızla çarpıp, deli gibi dışarı attı kendini. Ne bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun, farkındaydı. Ne de yağmura karışan, göz yaşlarının. Bir tek şey istiyordu; uzaklaşmak.
Dakikalardan beri, aklında tek bir kelime yankılanıyordu, durmaksızın ' Neden?'.
Yürüdü, yürüdü...Nereye gittiğini bilmeden. Sonunda, gücü tükendi bacaklarının. Gördüğü ilk banka çöktü, boş bir çuval gibi. Elleri cebinde, amaçsızca bakmaya başladı, karşı kıyıdan görünen evlerin, soluk görüntülerine.
.../...
Gece, alıştığı gibi iniyordu, şehrin üstüne. Evlerin ve sokakların ışıkları, birer birer yanmaya başlamıştı. Günün, en çok, bu saatini seviyordu. İçkisini koyup, sigarasını yaktı. Camın önündeki yumuşak mindere oturdu. Loş salonu saran caz müziğinin yumuşak nağmelerini dinlerken, karşı kıyıdan görünen, ışıkları seyretmeye başladı. Gözlerini dolaştırdı ve aynı ışığı yakalayınca, gülümsedi. ' O'nun ışığı ' diye geçirdi içinden.
.../...
İzmir, tarihi bir gün yaşıyordu. Kar yağıyordu. Bütün şehir, çocuk olmuş, incecik yağan karın altında, bir o yana, bir bu yana koşturup duruyorlardı. O da kalabalığa uymuş, evinin önündeki dar sokakta, kaymadan, yürümeye çalışıyordu. Koşarak gelen çocuğu gördüğünde, artık çok geçti. Hızla çarpan çocuktan kaçamadı ve yavaş çekim bir filmi izler gibi, düşmeye başladı. İçinden ' Düşüyorum ' diye geçirirken, kollarının altından, sertçe, kavradığını hissetti, iki elin. Kurtulmuştu. Ellerin sahibine doğru dönerken, hoş bir parfüm kokusu doldu genzine, temiz, sabun kokusu gibi. Sonra, soğuktan kızarmış kırmızı bir burun ve gülen bir çift göz.
Teşekkür faslından sonra, sıcak bir çay içmeye karar verdiler. Köşede ki küçük pastahaneye oturdular. İsmini bile bilmediği, kurtarıcısı çayları söylerken; ' Ben ne yapıyorum? ' diye sordu, kendine. Hiç tanımadığı bir adamın, teklifini kabul etmişti. O sırada adam döndü ve ' Özür dilerim, daha ismimi bile söylemedim size.' dedi. Ardından isimlerini söylediler karşılıklı ve bir anda koyu bir sohbetin içinde buldular, kendilerini.
Ankara'da yaşıyordu. İş için gelmişti, İzmir'e. Birkaç gün sonra dönecekti. Mühendisti. O da kendisini anlattı. Karşılıklı sorularla, kahkahalarla, saatlerin nasıl geçtiğini, anlamadılar. Her ikisinin de kalkma zamanı geldiğinde, telefon numaralarını ve e-mail adreslerini verdiler, birbirlerine. El sıkışıp, ayrıldılar.
Önce, mailler gidip gelmeye başladı, karşılıklı. Sonra, msn de sohbet etmeye başladılar. ' Günaydın, müsaitsen arayabilir miyim? ' mesajı geldi, bir sabah, cep telefonuna. Derken, günde iki, üç, beş, sayısız konuşmaları başladı. Ve bir akşam, sofrayı kurarken, titredi telefonu. ' Seni seviyorum. ' ' Ben de. '
Sonrası, çorap söküğü gibi geldi. Kaçınılmaz olan, yaşanmaya başladı. Tüm engellere, rağmen. Tüm imkansızlıklara, rağmen. Ve tüm yanlışlara, rağmen.
Hayatının, öyle bir dönemine denk gelmişti ki, bu sevgi. İstese bile, kaçması imkansızdı. Kendini, en değersiz, en yok hissettiği zamanlardı. Tutunmaya çalıştıkça, ellerinin arasından, kayıp gidiyordu, hayat. Ne yana dönse, bir başka duvar çıkıyordu, karşısına. Değerleri, mesuliyetleri ve kendisi arasında, sıkışıp kalmıştı. ' Ölüyorum ' diye düşünüyordu.
Can suyu gibiydi. Yeniden hayata döndüğünü, hissediyordu. Gözleri ışıldamaya, dudakları gülmeye başlamıştı. Yeniden, şarkılar mırıldanır olmuştu. Tutunacak dalını, bulmuştu.
Sonra, bir mucize gerçekleşti. ' İyi bir iş teklifi aldım. İzmir'e geliyorum.' Dünyalar onun olmuştu. Geliyordu. Her şeyi bırakıp, o'na geliyordu.
Geldi. Mucize olan gelişi, sona giden yolun, başlangıcı oldu. ' Ben bıraktım, sen de bırak ' diyordu. Her, ' Yapamam ' dediğinde, daha uzun ayrılıklar yaşıyorlardı. Günlerce, sessiz kalıyordu, telefonları. Hepsinin üstüne, işten de çıkartılmıştı. Boşluk, iyice sarmıştı, yaşamını erkeğin. Gecelerin üstüne, gündüzler eklenmişti. Ne yapacağını bilmediği, uzun saatler. ' Ne yapıyorsun? ' diye sormuştu, bir keresinde. ' İnternet cafe ye gidiyorum. Zaman öldürüyorum.' demişti. Önce, memnun olmuştu, zaman geçirecek bir şeyleri olduğu için. Sonra, iş araması gereken saatleri de orada geçirdiğini öğrenmişti, bir lafın arasında. Bir tedirginlik çökmüştü, içine. Gittikçe uzaklaşıyorlardı, birbirlerinden. Tanışmalarından bu yana geçen üç yılın sonunda, en büyük kavgalarını yaptılar. Ve ' Hoşça kal ' dediler, karşılıklı. Pek çok kez dedikleri ve sonrasında büyük bir özlemle sarıldıkları gibi.
Günler geçti. O derin ve koyu sessizlik içinde, ilk defa, düşünmeye başladı. Ters giden ve o an dikkatini çekmeyen, her şey, tarih sırasına göre, dizildiler, önüne. Sorular sormaya başladı, kendisine. ' İş teklifi almasaydı. O işten kazancı, daha yüksek olmasaydı, gelir miydi?' ' Gelmezdi. Benim için değildi, gelişi.' Sayısız sorudan sonra, düğümü çözen, son soruyu da sormuştu.
İçinde, tarifi imkansız bir boşluk hissetti. Sanki, bir şey, bağlı olduğu yerden kopmuş, yuvarlanarak düşüyordu. Kendisini sevmişti. Bu doğruydu. Ama söylediği kadar derin değildi, sevgisi. Vazgeçilmez, değildi. Sevmişti ama, listesinde bir numarası, o değildi. ' Üç sene ' dedi içinden. ' Koskocaman, üç sene. Yalan bir insanla, yalan bir sevgi.'
.../...
Cebinde, soğuktan buz tutmuş ellerinin arasında, hala sıkı sıkı tuttuğu telefonu, hissetti. Çıkarttı. Hissizleşmiş parmakları ile, tuşlara bastı. Mesajlar bölümünde ki, son mesajı açtı.
' Yalnızlığa, daha fazla dayanamadım. Dün akşam, bir başkası ile birlikte oldum. '
Kalktı. Mesajı sildi. Telefonu kapattı. Oturduğu bankın üstünde biriken, suların içine bıraktı. Son kez okşadı ' Hoşça kal ' diye fısıldadı.
Yürüdü, uzaklaştı. Evinin kapısından girmeden, yüzünü kaldırdı yağmura. Yağmur, gözyaşlarını yıkarken fısıldadı, karşı kıyıya; ' Kar'la geldiğin hayatımdan, yağmur'la gidiyorsun. '
.../...
Bu, o'nun tek ve son aşk hikayesiydi.
.../...
Merhaba sevgili Eser, yazılarını özlemişim. Her zamanki akıcılığı ve öykü örgüsü çok güzeldi, bizdendi.
Tebrik ederim, sevgimle