Kayıp - 1
Güneş henüz doğmamıştı. Sokaklar bomboştu. Tam bir sükûnet vardı. Biraz sonra bu sükûnet ayak sesleriyle bozuldu. 17-18 yaşlarındaki bir genç koşuyordu. O kadar çok koşmuştu ki yanakları kızarmış, sırtında su dökülmüş gibi bir ter izi oluşmuştu. Gitmek istediği eve varınca soluklanmadan önce zile bastı. Kapı açılmayınca zile bir kaç kez daha bastı. Ardından kapı açıldı. Karşısında duran adam 40-45 yaş civarındaydı, üzerinde bir sabahlık vardı fakat yüzünde yeni uyandığına dair hiç bir iz (gözlerinin altında bir şişkinlik ve ya saçlarının dağınık olması gibi) yoktu. Genç kısa bir duraksamanın ardından:
?Dedektif!.. Kardeşim öldü. Onu öldürdü. Ben... Böyle olsun istememiştim.
Dedektif olayın ciddiyetini anlamıştı. Genci içeriye, oturma odasına yönlendirdi. Oturması için yer gösterdi sonrada bir bardak su getirdi. Genç suyunu içtikten ve biraz soluklandıktan sonra Müfettiş Savsat:
?Evet delikanlı, şimdi seni dinliyorum ama önce adın neydi?
?Ender
?Evet Ender anlat haydi.
?Dün sabah Sıla anneme gidip onu parka götürmesini istemiş. Annem son günlerde biraz rahatsızdı bu nedenle bana geldi ve Sıla'yı parka götürmemi istedi. Ben de arkadaşlarımla maça gidecektim fakat anneme de hayır diyemedim. Sonra Sıla'yı parka bıraktım ve yaklaşık bir saat sonra geri geleceğimi hiçbir yere gitmemesini söyledim. Zaten oradan eve kendi başına dönemezdi. Çünkü onu her zaman gittiği parka değil yolumun üzerinde olan mezarlığın yanındaki parka götürmüştüm. Maç bir saatten çok daha uzun sürdü. Parka geri döndüğümde hava kararıyordu ve Sıla parkta yoktu. Ben de bir umut yan taraftaki mezarlığa gittim. Orada kardeşimi bir mezarın başında dalgın dalgın mezar taşına bakarken gördüm. Ben daha yanına varamadan ağaçların arasından simsiyah giyinmiş bir adam çıktı. Adamın beyaz saçları ve kırmızımsı gözleri vardı. Sonra Sıla beni gördü ve geri geri adama doğru yürümeye başladı. Onun yanına gitmek istedim fakat ayaklarım yere yapışmış gibiydi. Ona gitmemesini haykırmak istedim ama kelimeler boğazımda düğümlendi. Adam ellerini kardeşimin omuzlarına koydu ve tırnaklarını o zaman gördüm çok, çok uzun ve beyaz tırnakları vardı. Daha sonra bir elini kardeşimin boynuna diğerini ise yanağına koydu ve uzun tırnaklarını yavaş yavaş Sıla'nın yüzüne batırdı. Kan yüzünden çeşmeden akan su gibi akarken Sıla'nın çığlığı etrafta yankılandı. Sonrasında bayılmışım uyandığımda kardeşim yanımda ölü yatıyordu. Önce hemen polise gitmeyi düşündüm fakat sonra hem vakit kaybı olacağından hem de bana inanmamalarından korktuğum için oraya gitmedim. Sizin adınızı daha önce çok duymuştum ben de bu nedenle size geldim.
Ender hikâyesini anlatırken çok nadir bakmıştı gözlerine Bay Savsat'ın. Şimdiyse doğrudan gözlerinin içine bakıyordu fakat onun baktığı yer başkaydı, dalıp gitmişti. Acaba bunları ona anlatmakla iyi mi ediyorum? Diye geçidi içinden. Daha önce bu kadar garip bir adam görmemişti. Nasıl bir insan tamamı kitapmış gibi görünen bir sabahlık giyerdi ki? Üstelik o sabahlığın içinde kitap aralığı gibi gözüküyordu. Ayrıca öyle bir pozisyonda düşünüyordu ki uzaktan bakan biri bacağını döndürmüş ona sarılıyor sanabilirdi.
Kendisinin de dalıp gittiğini Bay Savsat ona dik dik bakmaya başladığında anladı.
?Peki, benimde polisleri çağıracağım hiç mi aklına gelmedi?
?Çağırsanız bile siz onları ikna edersiniz diye düşünmüştüm.
?Ne için ikna etmeliyim onları?
Bunları ona söyleyen Bay Savsat mıydı gerçekten? .Bu adam arkadaşlarının anlattığı adam olamazdı. İçinden burnundan tutup çekmek geliyordu. Adam beklide maske takıyordu. Çünkü ona anlatılan Savsat bu olamazdı. Arkadaşları onu neden kandırmak istesindi ki?
?Ben, bilmem diyebildi sonunda. Yani siz ne yapacağınızı daha iyi bilirsiniz herhalde.
Bay Savsat telefonu elinde birkaç kez çevirdikten sonra 155'i aradı. Uzun bir telefon görüşmesinin ardından yeniden gencin yanına döndü.
?Peki bu olanlardan annenin haberi var mı?
?Hayır. Hastalığı daha da kötüleşirse diye ona haber vermedim.
?Bir gün boyunca yanında olmadığınıza göre endişelenmiş olmalı, belki polisi bile aramıştır.
?Hayır arayamaz, evde hiç telefon yok.
?Telefonsuz bir evde yaşıyorsunuz, kardeşini aç susuz ıssız bir yerde bırakıyorsun, yaklaşık 10 saat maç yapıyorsunuz, kardeşin öldürülüyor ama sen korkuna polise gidemiyorsun atladığım bir şey var mı yoksa hikâyendeki saçmalıklar bu kadar mı?
?Aslında...
Bay Savsat sözünü kesti:
?Haklısın bir de şu garip adam var ve sen bunca saçmalığa rağmen siz onları ikna edersiniz diyorsun. Üstelik bir de bunu daha önce hiç tanımadığın bir adama söylüyorsun. Açıkçası kardeşinin varlığından bile şüpheliyim. Bence bu anlattıklarında doğruyu söylediğin tek yer adın. Tabii onun da gerçek olmama ihtimali var.
?Peki madem yalan söylediğimi düşünüyorsunuz, o halde neden polisleri aradınız?
?Çünkü ben tahminlerime göre hareket etmem. Her ne kadar bana yalan söylediğini düşünsem de tarif ettiğin yerde bir ceset var mı diye baktırmam gerekir.
Genç adam buna sevinse mi üzülse mi karar veremiyordu. Eh diye düşündü en azından cesede bakmaya gidecekler ama bu iş bittiğinde ona Bay Savsat'ı anlatan arkadaşına gidip bir daha anlatmasını isteyecekti. Polislerin gelmesini yalnızca on dakika beklemişlerdi. Polisler içeriye girdiler, içlerinden başları olduğu belli olanı diğerlerinden biraz daha önde duruyordu. Bakışları ciddi sırtı dimdikti ellerini arkasında tutuyordu. Yalnızca bıyıkları ciddiliğini birazcık bozuyor hafif muzip bir görüntü veriyordu. Yakasındaki yazıya baktığında adının Bay Tunzay olduğunu öğrenmişti. Bay Tunzay bir süre genci süzdükten sonra Bay Savsat'a döndü ve:
?Bu mu, dedi.
?Evet dedi Bay Savsat ve gencin yeni fark ettiği not defterinden bir sayfayı koparıp Bay Tunzay'a verdi.
?Ender'i çocuk şubesine götürün, sorguya çekin ve ne gerekiyorsa yapın elde ettiğiniz bilgileri benim e-postama atarsınız, dedi. Sonra Bay Tunzay'a biraz daha yaklaşarak kısık sesle bir şeyler söyledi fakat o adar kısık sesle söylemişti ki Ender tek kelime bile anlamamıştı.
?O zaman biz işe koyulalım, dedi Bay Tunzay.
?Elbette ama e-postayı ne kadar çabuk atarsanız bende o kadar çabuk işe başlarım.
?Elimden geleni yaparım, dedi ve sonrada Ender'e bakarak; genç adamın bize zorluk çıkacağını sanmıyorum nasılsa kendi isteğiyle geldi öyle değil mi?
?E-evet, dedi Ender.
Sonrada Bay Tunzay elini gencin omzuna koyup onu kapıya yönlendirdi. Ender kapıdan çıkmadan önce arkasına baktı ve Bay Savsat'ın onlarla gelmediğini fark etti. Konuşmalarının sadece kendi ile ilgili bölümlerine odaklandığı için bu açık geçeği fark edememişti.
?Siz gelmiyor musunuz, diye sordu.
?Hayır bana orada ihtiyaç yok. Ayrıca benim yapmam gereken başka işler var.
Bay Savsat asansörün kapısı kapanana kadar bekledikten sonra kapıyı arkalarından kapattı ve içeriye ?çalışma odasına ? gitti. Oda pek büyük değildi odada yalnızca üzerinde bir bilgisayar olan bir masa, iki tane tek kişilik koltuk ve bir dizi kitaplık vardı. Bilgisayarın başına geçerek açma düğmesini bastı posta kutusu açtı gelen mesajlarını okudu ve onlara cevap yazdı daha sonra masasını üzerindeki imzalaması gereken dosyaları incelemeye başladı.
Dosyaların sayısı fazla olmadığından on beş dakikaya kalmadan işini bitirmişti. Odada göz gezdirdi. Dağınık bir yer yoktu, zaten dağılacak bir şeyde yoktu ama e-posta gelene kadar bir şeyler yapmalıydı, boş durmak ona göre değildi. O sırada gözü koltuğun üzerinde bulunan kitaba kaydı. Boş durmaktansa onu okumaya karar verdi. Zaten kitabın çoğunu okumuştu. Koltuğa oturdu ve kitabı okumaya başladı. Büyük ihtimalle kitabı iki güne kalmadan bitirirdi. Tabi 'genç' çetin cevizse daha da az sürebilirdi.
Ama neyse ki beklediği mesaj çok geçmeden gelmişti. 'Hmm...' dedi. Ona anlattıklarının neredeyse tamamını anlatmıştı fakat annesinin hastalığından onlara bahsetmemişti ya da belki de mesaja onu yazmayı unutmuşlardı.
Bir kâğıda bir şeyler karaladıktan sonra bilgisayarını kapattı. Odasına gidip üstünü değiştirdikten sonra paltosunu ve çantasını alıp dışarıya çıktı.
Yarım saat sonra istediği adrese varmıştı. Burası bir çeşit gecekondu gibiydi fakat etrafındaki ağaçlar evi öylesine sarmıştı ki evin yalnızca ön kısmı görünüyordu. Dikkatli adımlarla ön kapıya gitti ve iki kez tıklattı. Biraz bekledi fakat kapıyı açan olmadı. Kapıya birkaç kez daha vurdu fakat yine açan olmadı. Bunun üzerine evi n etrafını dolaşmaya başladı. Ağaçların içinden zar zor geçip evin arka kısmına baktı. Burası evin önden gözüken kısmının en az üç katı büyüklüğündeydi. Ev artık o kadarda eski görünmüyordu. Dubleks bir ev gibiydi. Evin arkasından sık bir orman başlıyordu. Ağaçlar o kadar sıktı ki orada yüz insan saklansa yinede hiçbiri fark edilmezdi. Evin bu bölümünde bir kapı daha vardı. Bu sefer bu kapıyı çaldı fakat yine açan olmadı. Sonra pencerelerine baktı üst katta bir tanesi açıktı oradan girebilirdi fakat merdiven ya da ona benzer bir şey lazımdı. Bay Tunzay'ın telefonunu çevirdi. İlk çalıştan sonra açıldı. Bir ses:
?Buyurun ben Komiser Tunzay...
?Bay Tunzay ben Dedektif Savsat. Şu bana gönderdiğiniz maildeki adrese geldim, kapıyı çaldım ama açan olmadı. Ben birazdan içeri girmeye çalışacağım. Sizde gelseniz iyi olur. Birde yanınızda bir doktor getirin. Belki annesi gerçekten içeride ve hastadır.
?Anlaşıldı kırk dakikaya orada oluruz.
Telefonu kapatıp yeniden cebine koydu. Etrafa bakındı fakat oraya çıkmak için kullanabileceği hiçbir şey yoktu. Kapıyı eliyle yokladı. Epey sert bir malzemeden yapılmışa benziyordu, bunu kırayım derken omzunu kırabilirdi. Bir de camlara baktı, içerisi hiç gözükmüyordu. Kadın eğer camın yakınlarındaysa diye camı kırma riskini göze alamadı. Onun yerine kulpuna basıp kapının üstüne tutundu diğer ayağını pencerenin üstüne koydu ve eliyle bir ağacın dalından tutup, kapının kolundaki ayağını kapının üstüne koydu. Son olarak üst pencerenin önünü tutup diziyle tırmandı ve içeri girdi. Epey zor olmuştu ama sonunda içerdeydi. Çevresine şöyle bir bakındı burası mutfak olmalıydı. İnsanlar neden üst kata mutfak yaparlar ki? Diye düşünmeden edemedi. Pek geniş sayılmazdı ama bir mutfak için ideal ölçülerdeydi. Tezgâhıyla, lavabosuyla, dolaplarıyla çok şık bir mutfaktı yalnız duvarların rengi işi bozuyordu; duvarlar altın sarısıydı. Neyse diye düşündü, bu beni ilgilendirmez. Sessizce mutfaktan dışarı çıktı ve etrafına bakındı. Burada iki kapı daha vardı ikisini de açıp baktı fakat içersi bomboştu, anlaşılan daha düzülmemişti. Bunun üzerine merdivenlerden aşağı indi. Buradaysa dört kapı vardı. Şöyle bir bakınca bunlardan birinin tuvalet kapısı olduğunu hemen anladı. Tam kendisine en yakın olan kapıyı açıyordu ki diğer odalardan birinden bir ses duydu. Geriye döndüğünde bir şey fark etti. Evin sadece önden gözüken kısmı ile arka kısmı bir duvarla birbirinden ayrılmıştı. Sesin geldiği odanın kapısını hafifçe araladı, içerideki eski model bir çekyatı ve sararmış perdeyi görebiliyordu şimdi. Kapıyı tamamen açtı, içerisi daha önce baktığı odalardan çok daha küçüktü ve rutubetli bir kokusu vardı. Köşedeki diğer bir çekyatın üzerinde kıpırtısız yatan kadını gördü yerde de bir kitap vardı. Anlaşılan az önce duyduğu ses bu kitaptan gelmişti. Kadına yaklaştı ve nabzını yokladı, emin olamayınca kadının ağzına kulağını götürüp dinlemeye başladı. Evet nefes alıyordu.
Tam nerede kaldı bunlar deyip odadan çıkmak üzere arkasını dönmüştü ki geldiğini sandığı yerde bir kapı olmadığı fark etti. Sağ tarafına döndü evet orda bir kapı vardı. Bu kadar mı sersemledim! Diye düşünerek kapıyı açtı fakat burası kesinlikle az önce geldiği yer değildi. Burada çıktığı odanın dışında iki kapı daha vardı ve merdivenler yoktu. Şimdi anlamıştı burası ön kısım olmalıydı. Tam telefonuna uzanmıştı ki uzaktan gelen arabaları gördü. En arkadaki araba hariç hepsi polis arabasıydı. Park ettikten sonra ilk açılan kapı sivil arabanın kapısı oldu. Arabadan çıkan adamı tanımıyordu fakat elindeki çantayı görünce onun doktor olduğunu anladı. Doktor hızlı adımlarla Bay Savsat'a yaklaştı. Hiç konuşmadan gözleriyle anlaştılar. Ardından Bay Savsat onu kadının yanına götürdü. Adam önce kadının nabzı yokladı, daha sonra yüzünü elledi ve gözlerine baktı. Daha sonra kadına bir serum taktı ve beraberce kadını doktorun arabasına taşıdılar. Polislerin bir kısmı evi aramaya başlamışlardı bile:
?Hayır, hayır durun! Evi aramanıza gerek yok. Bu kadar fazla kişi geleceğinizi tahmin edemedim, suç bende.
O sırada Bay Tunzay eve girdi. Anlaşılan bir açıklama bekliyordu. Bay Savsat kapıya giderken:
?Beni takip edin size göstermek istediğim bir şey var.
Dışarı çıkıp evin etrafını dolaşmaya başladılar. Evin arkasına geldiklerinde Dedektif Savsat durdu ve Bay Tunzay'a baktı. Anlaşılan o nereye bakması gerektiğini anlamamıştı. Dedektif çenesiyle evi gösterdi. Bay Tunzay onun gösterdiği yere baktı, ağzını açtı fakat ne diyeceğini bilemedi. Bu şey önden nasıl fark edilmez diki? Bay Tunzay'ın bir şeyler söyleyemeyeceğini anlayan Dedektif Savsat evin kapısına doğru gitti ve o anda yaptığı hatayı fark etti; kapı kilitliydi, buradan giremezlerdi. Yukarıdaki pencereye baktı yine oradan girmeye deneyebilirdi fakat bu kez şansını zorlamış olacaktı. Bay Tunzay'a döndü:
?Lütfen beni burada bekleyin.
Koşar adım evin ön tarafına gitti. Kadını buldukları odaya gelince durdu ve odayı incelemeye başladı. Düşündü; kapıyı biraz aralayıp baktığında perdenin sol ucunu görmüştü. O zaman diğer kapı pencerenin karşısında olmalıydı. Oraya gitti ve duvarı elleriyle yokladı. Küçük bir çivi buldu ve çekti evet kapıyı bulmuştu. Hole çıkıp Bay Tunzay'ın beklediği kapıyı açtı. Anlaşılan ilk şaşkınlığı geçmişti. İçeriye girdi ve şöyle bir etrafına baktı:
?Anlaşılan zenginlermiş.
Dedektif hiçbir şey söylemedi. Az önce çıktığı kapıyı açtı ve önce o ardından da Bay Tunzay içeri girdi.
?Burası eski gözüküyor diğer odalar da böyle mi?
Derken arkasını döndü. Anlaşılan kapıyı arıyordu. Kapının orada olmadığını görünce biraz afallamıştı. Sağına bakıp kapının orada olduğu görünce yüzü eski halini aldı. Gidip o kapıyı açtı fakat beklediği görüntüyle karşılaşmamıştı. Orası polis doluydu.
? Neler oluyor allah aşkına!
? Aslında olan bir şey yok sadece odada iki kapı var.
Dedektif çiviyi tutup asıldı. Durduğu yerden holü görebiliyordu.
? Ne demek bu şimdi?
? Sanırım onu sorgudan sonra öğreneceğiz. Bu sefer çocuğu ben sorgulamak istiyorum. Siz de annesi iyileşince onunla ilgilenirsiniz.
? Tamam.
Sonra Bay Tunzay diğer polislere döndü ve:
? Sanırım buradaki işimiz bitti. Alfa ekibi benimle gelsin diğerleri kendi işlerine gidebilir.
Bütün ekiplerin yüzünde aynı ifade vardı; hayal kırıklığı. Onları çağıran Dedektif Savsat'tı ve o asla kimseyi boş yere çağırmazdı. Herkes suçu Komiser Tunzay da buluyordu o yanlış anlamış olsa gerekti.
Dedektif şimdi bir yandan polis arabasının dikiz aynasından Ender'in evine bakıyor, bir yandan da soracağı soruları düşünüyordu.
Şubeye varmaları fazla sürmedi anlaşılan oraya gitmek için harcadığı yarım saatin çoğu orayı arayarak geçirmişti.
Bay Tunzay önde Dedektif arkada Komiser'in odasına girdiler. Anlaşılan onunda anlatacakları vardı. Kahveleri gelip onlardan birer yudum alana kadar konuşmadılar. Bay Tunzay bir iki kez boğazını temizledikten sonra söze başladı:
? Sen bizi o eve çağırmadan önce şu öldürülen kızın yanındaydık.
? Yani gerçekten öldürülen bir kız var.
? Evet var fakat benim söylemek istediğim şey şu. Kızı bulduğumuz park ile çocuğu evi arasında neredeyse üç kilometre yol var. Ayıca o yakınlarda da hiç futbol sahası ve ya oynayabilecekleri boş bir arazi yok.
? Ne demek istiyorsunuz?
? Demek istediğim şu ki çocuk kesinlikle yalan söylüyor.
? Aslına bakarsınız Komiseri bende çocuğun yalan söylediğini düşünüyorum fakat bu söyledikleriniz onun yalan söylediğini kanıtlamaya yetmez. O yakınlarda bir playstation da ve ya bir arkadaşının evinde oynamış olabilirler. Söyleyecek başka bir şeyiniz yoksa ben hemen sorguya başlamak istiyorum.
Anlaşılan Komiser daha önce bunu düşünmemişti. Sakin görünmeye çalışarak Bay Savsat'ın önüne düştü. Orgu odasına geldiklerinde bir süre kameralarla kaydedilen ekranda ki çocuğa baktı. Pek endişeli görünmüyordu. O sırada ekranda birisi daha gözüktü anlaşılan Dedektif iş başındaydı. Olacakları izlemek için kendine bir sandalye çekmişti ki:
? Komiserim dünkü olayla ilgili yeni ipuçları bulduk gelip baksanız iyi olacak.
Kenarda ki bilgisayara bakıp kameranın kayıtta olduğundan emin olduktan sonra genç polisi takip etti.
Dedektif Savsat içeri girmez fark etti; çocuk epey sakindi. Bu iyi bir şey diye düşündü. Çocuğun tam tepkilerini görebilirdi bu sayede. Onun tam karşısına oturdu. Bir süre bakıştılar sonra Dedektif Savsat:
? Aç mısın?
? Hayır, kısa boylu mavi gözlü garip bir polis bana tost ve ayran aldı.
? O halde sana ilk sorumu sormalıyım. Fark etim ki kardeşinin öldürüldüğü yer benim evime epey uzak, oraya kadar koşarak mı geldin?
Genç birkaç saniye duraksamanın ardından:
? Aslında tam olarak öyle olmadı. Olduysa da ben hatırlamıyorum. Yani o an şoka girmiştim. Ne yaptığımı ve nasıl yaptığımı hatırlayamıyorum. Sadece tren istasyonunun oralarda durduğumu hatırlıyorum. Sonra aklıma siz geldiniz, ondan sonra koşarak sizin evinize gittim.
? Peki ama merak ettiğim bir şey daha var. Sen adresi verdikten sonra evinize gittim. Epey ilginç bir eviniz var.
? Evet halısınız bence de ilginç.
? Evin güzel kısmı ormandan yana, eski kısmı ise diğer insanların görebileceği bir yere bakıyor. Söyler misin, nasıl ya da niçin bir insan zengin olduğu halde fakir görünmek ister?
? Aslında bunu açıklamam biraz zor.
? Eğer uzun olduğu için söylüyorsan sorun yok benim işim bu fakat başka bir şeyse kastettiğin ben o konuda bir şey yapamam.
? Tamam anlatayım. Iııı... Biz yaklaşık on yıldır yurt dışındaydık. Çünkü babam orada çalışıyordu. Bir yıl kadar önce o öldü. Babam ölmeden önce hep beraber asıl memleketimize yani buraya taşınmayı planlıyorduk. Babam ölünce onun son isteğini yerine getirelim dedik ve babamın naşını da alıp buraya geldik. Oradayken annemin en çok yakındığı şey babamın eve misafir getirmesi ve bizim arkadaşlarımızı eve getirmemizdi. Annem en çok erkek çocuklarının evde oynarken çıkardıkları seslere kızar. Kendisinin zaten iki ya da üç arkadaşı var. Neyse biz buraya gelince annemde böyle bir şey düşündü. Okuldaki arkadaşlarımdan evimizi bilenler bu sayede hiç yatıya kalmadılar.
? Peki ya annenin arkadaşları?
Genç gülümsedi ve:
? Demek ki evi iyi incelememişsiniz, daha doğrusu evin çevresini. Eve klasik yoldan gelmiş olmalısınız. Çünkü eğer diğer yoldan gelmiş olsaydınız oradaki kapıyı görürdünüz. Az çok kamufle edilmiş fakat yavaş gittiğinizde ayan beyan ortada.
? Anlıyorum.
Bir süre cebinden çıkardığı not defterine notlar aldı ardından:
? Peki anneni seviyor musun?
? Elbette annemi çok seviyorum. Bunu bana neden soruyorsunuz?
? Peki annen seni seviyor muydu?
? Evet herhalde seviyordur. Ne düşünüyorsunuz annemi ben mi hasta yaptım? Yemeğinin içine zehir mi attım yani?
Dedektif genci şöyle bir sözdü not defterine bir şeyler karaladı ve:
? Benim söylediklerimden bunu nasıl çıkardın şaşırdım doğrusu. Bu kadar yeter sanırım.
dedi ve dışarı çıktı. Bilgisayarın başında biri oturuyordu. Ona döndü:
? Kayıtları benim için bir cdye at sonra benim evime gönder. Bu arda, çocuğun ilk girdiği andan en son çıktığı ana kadarki bütün görüntülerini istiyorum.
? Elbette efendim.
Şimdi sırada ne vardı? Gelmişken en iyisi buradaki işleri halletmek diye düşündü ve oradaki birine Komiser Tunzay'ın yerini sordu. Dediğine göre Komiser yaklaşık yarım saat önce gitmişti. Onun için Dedektif Savsat'ta Komiserin sekreterine gitti ve ondan şu anda sorgu odasında olan çocuğun annesinin hastalığını ve hastalığın tam nedenini rapor halinde istediğini, ayrıca şu anda boş olan ekiplerden birini çocuğun evine göndermesini istedi. Evde aramaları gereken yer çocuğun odasıydı. Odasında ne varsa hepsinin bir listesini istiyordu.
? Unutmadan, eve arka kapıdan girsinler.
Çıkış kapısına giderken yapacaklarını düşünmeye başladı. Saatine baktı, bire geliyordu. Sanırım otobüsle gidebilirim dedi kendi kendine.
Binanın arkasındaki durağa vardığında yakalaşan otobüsü gördü. Kapıları açıldığında otobüse binip boş bir yere oturdu. İneceği durağa gelinceye kadar bundan sonra yapacaklarını planladı. İndiğinde ne yapacağından emin bir şekilde evine gitti. İçeri girince ilk olarak yatak odasına gidip üstünü değiştirdi. Ardından çalışma odasına gidip çantasını aldı. Bir şişeye su doldurup onu da çantasının içine koydu. Tek kullanımlık plastik eldivenlerine de çantasına koyduktan sonra ayakkabılarını giyip evinden çıktı.
Asansörden inip arabasına doğru yürüdü. Çantasını yan koltuğa koyup sürücü koltuğuna oturduğunda acıktığını fark etti. Bunu hiç fark etmişti. Şehrin haritasını gözünün önüne getirdi, evet yolunda bir pastane vardı. Geçerken oradan bir şeyler alabilirdi. Arabasını çalıştırdı ve cesedin olduğu mezarlığı gitmek için yola çıktı.
Bir süre sonra pastaneye varmıştı. Arabasını yakınlardaki boş bir yere park edip pastaneye gitti. İçeriden çok keskin bir koku geliyordu. Bu kokuyu bir yerden tanıdığını fark etti. Tezgahtar kadına dönerek:
? Burası ne kokuyor böyle?
Kadının da bu durumdan hoşlanmadığı açıkça belli oluyordu. İlerideki yerleri silen çocuğu göstererek:
? İşte daha ilk günü ve yanlışlıkla çamaşır suyunu yere dökmüş. Siz ne istemiştiniz?
? Ben iki peynirli poğaça, bir tanede kurabiye alacaktım.
Kadın Bay Savsat'ın istediklerini bir kese kâğıdına koyup:
? Hepsi bir buçuk lira.
Dedektif kese kağıdını aldı ve parayı verip dükkandan çıktı. Arabasına bindiğinde bir tane poğaçayı eline alıp diğerlerini çantasına koydu. Bir yandan arabasını sürüp bir yandan poğaçasını yerken mezarlığa doğru yola koyuldu.
Parkı gördüğünde yaklaşık yedi-sekiz dakika geçmişti. Parkın önünde iki polis arabası duruyordu. Arabasını onların biraz ilerisine park etti. Çantasını alıp arabasını kilitledikten sonra parka doğru yürüdü. Anlaşılan burayı incelemek kimsenin aklına gelmemişti. Parka şöyle bir göz gezdirdi. Parkta üç kaydırak, dört salıncak birde tahterevalli vardı. Parkın yola bakan tarafında birkaç tane bank, mezarlık tarafında ise demir çitler vardı. Çitlerin öbür tarafında ki kısa ve dik bir yokuşun ardından mezarlar başlıyordu. Yokuş dışında mezarların çevresi ağaçlarla çevriliydi.
Dedektif parkı inceleyerek çitlerin yanına kadar gitti. Çitler çok sivriydi. Çitleri biraz inceleyince bir şeyi fark etti. Biraz daha yakından bakınca ne olduğundan kesin emin oldu. Biraz kurumuştu fakat örnek alınabilinir gibi görünüyordu. Plastik eldivenlerini giydikten sonra çantasından küçük bir poşet çıkartıp biraz örnek aldı. Sonra çantasını da alıp mezarlığa doğru gitti.
Mezarlığa vardığında cesedin götürülmüş olduğunu gördü. Yere cesedin pozisyonu çizilmişti. Dedektif kafasını parktan yana çevirdi. Ceset yokuştan epey uzaktaydı. O sırada yanına bir polis geldi anlaşılan elindeki dosyayı ona getirmişti. Polis daha ağzını açamadan Dedektif Savsat ona çitlerden aldığı örneği uzattı:
? Bunun kime ait olduğunu bilmek istiyorum. Ölen kızın ya da abisinin olabilir.
Yine polisin bir şey söylemesine fırsat bırakamadan elindeki dosyayı aldı ve yeniden yokuşa doğru döndü.
Elindeki dosyayı açtı. Tamda düşündüğü gibi içinde cesedin fotoğrafları vardı. Hepsi farklı bir açıdan çekilmişti, bu sayede cesedin tam olarak ne şekilde durduğu gözüküyordu.
Kız anne karnındaki bir bebek gibi duruyordu. Kollarını ve bacaklarını kendine doğru çekmişti. Sol yanağında dört derin delik vardı. Kızın her yeri toz içindeydi, kollarında çizikler ve morluklar vardı. Dosyayı çantasına koyan Dedektif incelemesine devam etti. Cesedin bulunduğu yerden yokuşa doğru yerleri inceleyerek gitti. Her yerde kan izleri vardı. Kanlanmış biraz toprağı alıp burnuna götürdü. Evet bu kokuyu biliyordu. Kan kokusuna artık alışmıştı. Cesedi buldukları yere gidip yine biraz kanlanmış toprağı alıp burnuna götürdü. Bu toprak kan kokusu dışında başka bir şeyde kokuyordu. Bu kokuyu daha önce de duymuştu. Az önce kokladığı topraktan biraz daha alıp bir poşete koydu. Eldivenlerini çıkarıp gitmeye hazırlanırken ilerideki bir polise seslendi. Poşeti uzatarak:
? Al bunu ve içindekiler hakkında bana detaylı bilgi getir.
? Tamam efendim.
? Ayrıca parka da kimsenin girmesine izin vermeyin. Şimdi nasılsa gelecek üç gün boyunca da aynı kalmasını istiyorum.
Polis anladığını belli eden bir şekilde başını salladı ve gitti. Bay Savsat arabasına doğru giderken Bay Tunzay'ı aradı. Çok geçmeden telefon açıldı:
? Sizi dinliyorum Dedektif.
? Şu öldürülen kız hangi hastane morgunda ve sen orda mısın?
? Bu soruyu sen mi soruyorsun? Her zaman ki hastanede. Ayrıca ben oraya gittim fakat iş başında yeterince görevli vardı ve bana ihtiyaç yoktu.
? Haklısın.
Sonra telefonu kapattı. Arabasına bindi, çalıştırmadan önce çantasından bir poğaça daha alıp yemeye koyuldu.
Hastane buraya beş dakikalık mesafedeydi. Bu şehir ne kadar da küçük diye düşündü bir ara. Sonra arabasını park edip hastaneye girdi.
Morgun yeri Bay Savsat'a hep saçma gelmişti. Morga doğru giderken yine aynı şeyi düşündü. Morga giriş kapısının hemen sağındaki bir kapıdan gidiliyordu. Ölülerin acelesi yoktur dedi kendi kendine. Neden kapının yanındaki? Hem herhangi biri bilmeden girebilirdi.
Morgun kapısına varınca hiç duraksamadan sola döndü çünkü otopsi odası o taraftaydı. Otopsi odasını hiç sevmiyordu. Orasını soğuk bir havası vardı, ayrıca oraya gidince kendini ölü gibi hissediyordu. Kapının önünde durdu derin bir nefes aldı ve içeriye girdi. Sol tarafta doktorlar hazırlık yapıyorlardı anlaşılan daha otopsi yapılmamıştı. Ceset doktorların karşısında, odanın sağında kalıyordu. Düz bir masaya yatırılmış üzerine beyaz bir örtü örtülmüştü. Yapması gereken iş kısa ve basitti. Kıza yaklaşıp yaralı olmayan yanağına dokundu. Bir şey yok gibiydi fakat emin olmalıydı. Yaklaştı ve kızın yanağını kokladı. İşte şimdi olmuştu. Doktorların yanına gitmek üzere arkasını döndüğünde bir tanesinin zaten yanına gelmiş olduğunu gördü:
? Kızın ölümünün kesin nedenini istiyorum. Birde yanağına bulaşmış olan şeyin ne olduğunu tespit edin. (tam dönüp gitmek üzereyken) Bu arada ben Dedektif Savsat. Hazırladığınız raporları Komiser Tunzay'a verin o bana iletir.
Bu yerden çabuk ayrıldığı için seviniyordu doğrusu. Nede olsa yapması gereken işler vardı daha. Aklından listesini kontrol etti. Yapması gereken sadece üç iş kalmıştı. Annesini sorgulama işini zaten Komiser Tunzay yapacaktı. En iyisi yeniden mezarlığa gitmekti, orada yapacak işleri henüz bitmemişti. Saat iki buçuk olmuştu, zaman ne kadar da çabuk geçiyordu. Arabasına binip çantasını açtı. Önce fotoğraf makinesi yanında mı, diye baktı sonra kurabiyesini alıp çantasını yan koltuğa koydu. Arabasını çalıştırıp parka doğru sürmeye başladı.
Parka vardığında ortalıkta hiç polis yoktu. ?En azından girilmez işaretini koymuşlar' diye düşündü. Yazının altından geçip parka girdi. Önce çittekinin fotoğrafını çekip, bu işi nasıl yaptığını sonra düşünmeye karar verdi.
Elinde ki makine ne kadar eski de olsa, çektiğini kendisi çıkarması bakımından çok işe yarıyordu. Lekenin birkaç açıdan fotoğrafını çekip makineyle beraber çantasına koydu. Şimdi sıra bu işin nasıl olduğunu bulmaya gelmişti.
Bir insan sıvı bir maddeyi taşımak için ne kullanırdı? Herhalde bir pet şişe, peki şişeyi kullandıktan sonra ne yapardı? Hızlıca etrafı taradı parkta tek bir çöp kutusu vardı. Oraya doğru giderken plastik eldivenlerini giydi. Kapağını açıp içerisine baktı, fazla dolu değildi. İçinden sıvı koyulabilecek olanları çıkarıp yere dizdi. İki teneke kola şişesi, bir kapaksız cam şişe, iki de pet şişe vardı. Pet şişelerden birinin içini kokladı. Aradığı şeyi bulmuştu, bu gün şanslı gününde olmalıydı. Şişeyi alıp bir torbanın içine koydu ve gitmek için hazırlandı. Arabasına binmeden önce komiser Tunzay'ın numarasını tuşladı.
? Dedektif! Bende ta sizi arayacaktım. Çocuğun annesi uyandı ve sorgu için hazır. Ayrıca saat üç buçuğa doğru otopsi raporları hazır olurmuş.
? Anladım.
Telefonu kapattı ve arabayı evine doğru sürdü.
Epey yorulmuştu, dinlenme zamanı az da olsa, her zaman, evinde dinlenmeyi tercih ederdi. Evine girdiğinde paltosunu ve çantasını portmantoya koyup içeriye gitti. Kitaplığın önündeki koltuğuna oturduğunda yorgunluğunu daha fazla hissetti. Tam gevşediğinde sehpanın üzerinde duran kitabı gördü. Bu kadar az mı kalmıştı diye düşündü ve alıp okumaya başladı. Çok geçmeden kitabı bitirmişti kitabı raftaki yerine koyarken geçen gün aldığı kitabı gördü. Kitabı eline alınca şöyle bir evirip çevirdi. Adı dışında kitabın üstünde hiçbir şey yazmıyordu. Bunu bir ikinci el dükkanından almıştı. Bir köşede öylece duruyor, sanki beni al diyordu. Kitaplara karşı bir zaafı vardı. Güzel ya da ilginç bir tane gördüğü zaman almadan duramıyordu.
Tam kitabın ilk sayfasını açmıştı ki, telefonu çaldı. Ama yanılıyordu mesaj gelmişti. Kitabı sehpanın üzerine koyup odadan çıktı. Paltosunu giyerken mesajı okudu. Bu kez yanılmıyordu. Başka kim ona mesaj atardı ki zaten? Kapıyı kilitleyip merdivenlerden aşağı inmeye başladı.
Raporların hazır olduğunu bildirmek için onu aramaz, daima mesaj atarlardı. Onunla konuşmak istemiyorlardı çünkü Bay Savsat lafı her zaman kısa keserdi, bu da karşıdakini sinirlendirirdi.
Arabasına binip çocuk şubesine doğru yola koyuldu. Bu gün ne kadar çok arabaya bindim diye düşündü. Bu iş bu gün biterse iyi olacaktı doğrusu.
Sonra arabasını birden durdurdu. Allah'tan yolda başka kimse yoktu. Arabasını sağa çekti, çantasını açıp içine baktı; evet şişe ordaydı. Hemen arabayı döndürüp laboratuara doğru yola çıktı. Acaba yapmayı unuttuğum başka bir şey var mı, diye düşündü. Aklında bir sürü düşünce uçuşuyordu. Yaptığı listesini gözünün önünde canlandırdı. Şimdi hatasını anlamıştı yapmadığı bir şeyi yaptı saymıştı.
Arabasından inip kapıyı öyle bir çarptı ki arabanın camları sarsıldı. Hızlı adımlarla laboratuara girdi. Basamakları üçer üçer çıktıktan sonra istediği kapıya varınca çalmadan içeri girdi. Poşetin içindeki şişeyi gri saçlı adama uzatırken bir çırpıda yapması gerekenleri anlattı:
? Şişenin içindekinin ne olduğunu bulmanı istiyorum. Ayrıca üzerindeki parmak izinin de...
Çantasından çıkardığı bir dosyanın içindeki bir kağıdı uzatarak:
? Buradakiyle uyuşup uyuşmadığını bulmanı istiyorum.
Adam laboratuarına gidiyordu, Dedektif Savsat'sa çoktan çocuk şubesine doğru yola koyulmuştu.
Nasıl bu kadar unutkan olabilmişti? Önceden bir yılda bir not defterini zor bitiriyorken, şimdi her ay bir tanesini bitiriyordu. Yaşlanıyordu galiba. Her zaman bir yardımcıyı reddetmişti fakat artık gerçekten bir yardımcıya ihtiyacı vardı galiba.
Sonunda şubeye varabilmişti. Hemen danışmaya gidip kendisi için bırakılan dosyaları aldı. Kendine bir bardak kahve alıp dosyaları incelemeye başladı.
Bütün dosyalar tamdı. Şimdi yapması gereken laboratuar sonuçlarını beklemekti. Arkadaşına güvenebileceğini biliyordu. Hangi işin ne kadar acele olduğunu anlayabilecek türden biriydi, o.
Dedektif, tam oturmaktan sıkıldığı için ayağa kalkmıştı ki, bir genç danışmaya yaklaştı. Bir süre orada durduktan sonra da Bay Savsat'ın yanına geldi. Elindeki dosyayı dedektife verdikten sonra hiçbir şey söylemeden, geldiği gibi gitti.
Dedektif dosyayı hızla göden geçirdi ve rahatladı. Bir ara yanlış tahmin yürüttüğünü düşünmeye başlamıştı. Artık bütün kanıtlar elindeydi fakat, kesin olarak bir şey söylemeden önce annesinin neler söylediğini öğrense daha iyi olacaktı.
Komiser Tunzay'ın odasına geldiğinde bir kez kapıya vurup cevap beklemeden içeri girdi. Anlaşılan o da bir şeyleri anlamıştı, yüzü ışıl ışıldı. Hatta odaya izinsiz girdiği için bile kızmamıştı. Bay Savsat'a baktı ve gülümseyerek:
? Dedektif! Sizi gördüğüme çok sevindim, çok iyi haberlerim var, dedi.
Elinde ki kağıtları uzattıktan sonra:
? Elinizdeki kağıt annesiyle yaptığım sorgunun bire bir hali. Kızı kimin öldürdüğünü biliyorum artık. Annesi öldürmüş. Annesi hasta değilmiş, sadece uyku ilacı içmiş. Bu sayede ilk başlarda çok hasta gibi gözüküyordu. Üstelik kağıtlara iyi bakarsan göreceksin açıkça çocuklarını sevmediğini de itiraf etti. Sadece kızı nasıl öldürdüğünü bulamadım
? Moralinizi bozmak istemezdim fakat size yanıldığınızı söylemek zorundayım. Evet doğru annesi uyku ilacı yüzünden böyle olmuş fakat bir şeyi unutuyorsunuz, o kadar uyku ilacı bir insanı kaç saat uyutur haberiniz var mı? Biraz daha ilaç alsaymış ölebilirmiş. Ayrıca burada kızını sevmediğiyle alakalı hiçbir şey yok, burada açıkça oğlunu sevmediğini belirtmiş.
? Ne yani o çocuğun söylediklerinin doğru olduğunu mu düşünüyorsun?
? Hayır, onun söylediklerinin çoğu yanlıştı fakat istemeden söyledikleri bazı şeyleri açıklıyordu. Anlaşılan sizin için önemli olan kızın nasıl öldürüldüğü değil, onu kimin öldürdüğü. Bence katilde bunu istemiş zaten.
? O halde siz kızı kimin öldürdüğünü düşünüyorsunuz?
Dedektif elindeki dosyaları kendince sıraya koyup anlatmaya başladı:
? Öncelikle olay erini incelemeye gittiğimde herkesin sadece mezarlığa yoğunlaşmış olduğunu gördüm. Oysaki olayın ilk başladığı yer park olarak belirtiliyordu. Bunun üzerine bende parkı incelemeye başladım ve sonra (çitlerin fotoğrafını çıkarıp Bay Tunzay'a uzattı) çitlerin üzerindeki lekeleri fark ettim. Bunlar kan lekesiydi. Bende bunun kimin kanı olduğunu anlamak için DNA testi yaptırdım. Sonuçlar tamda düşündüğüm gibi çıktı. ( DNA testlerinin sonuçlarını da verdi) Kan kızın kanıydı, bu da yanağındaki izleri açıklıyordu. Oraya çarptıktan sonra aşağı yuvarlanmış olmalıydı çünkü kızın üstü başı toz içindeydi fakat kız yokuştan çok uzakta duruyordu. Oraya kadar yuvarlanmasına imkan yoktu. Zaten kız kan kaybından da ölmemişti bu da kızın yokuştan çok ilerde oluşunu açıklıyordu. Kızın ölüm nedeni ona içirilen sıvıydı, işte katil burada devreye girdi.
? Peki kızın ölüm sebebi neymiş?
Kağıtların arasından kızın ölüm sebebini bulup Bay Tunzay'a uzattı:
? Zehirlenerek ölmüş. Bence olay şöyle oldu: Katil kızı çitlere doğru ittirdi. Yanağı çitlere batan kız daha sonra yokuştan yuvarlandı. Katil bir süre kızı izledi. Kız ölmemişti ve sürünerek uzaklaşıyordu. Bunu gören katil yokuştan atlamayı göze alamadığı için, ağaçların etrafından dolaşıp mezarlığın girişinden girdi ve daha sonra kıza çamaşır suyu içirdi. Bunu içen kız kıvranmaya başladı. Bundan kurtulamayacağını bilen katil oradan uzaklaştı.
? Fakat bence senin hikayende eksiklikler var. Örneğin katil durup dururken o çamaşır suyunu nerden buldu?
? Katilin planı zaten kızı çamaşır suyuyla öldürmekti fakat kız çitlerin yanına gidince şansını denemek istedi.
? İçirdiğinin çamaşır suyu olduğunu nereden bilebilirsin ki? Ayrıca onu yanında getirdiğini nerden biliyorsun?
? Birincisi kızın yanağında da çamaşır suyu vardı. Ayrıca çöpte bulduğum şişede de çamaşır suyu vardı. Şişenin üstündeyse katilin parmak izleri vardı.
? Peki kimmiş bu katil?
? Katil kurbanın abisinden başkası değil.
Anlaşılan komiser böyle bir şey beklemiyordu.
? Peki ama neden böyle bir şey yapsın ki?
? Neden mi? Sorguda annesinin Ender'i sevmediğini sen keşfetmemiş miydin?
? Anlıyorum. Peki ya annesi neden uyku ilacı içmiş?
? Ona ilacı içiren de Ender. Odasındaki çöpte kabı soyulmuş bir uyku ilacı kutusu bulundu.
Komiser olanları gururuna yediremiyordu. Dedektif'i severdi fakat...
? Hepsini kabul ettiğimizi varsayalım, 17 yaşındaki bir çocuk bunları nasıl yapabildi? Sonuçta kimse ne olduğunu anlamamıştı.