Kıpır Kıpır Duygular

O gözler...

Kahve bakışlarıydı ilk fark ettiğim. Bir insan ancak böylesine güzel bakabilirdi. Ancak bu kadar güneşe yurt, geceye mekân olabilirdi bakışlar. 'Allah özene bezene yaratmış' dedikleri bu olsa gerek...

Farkında mı acaba üzerimde sahip olduğu etkinin?

Düşündüm uzun uzun. Beni fark etmeyen bir adam hakkındaki bu düşüncelerim ne kadar saçmaydı aslında. Tanıyor olsa, belki etkilenirdi benden. Bir ihtimal severdi hatta...

Hani, eli yüzü düzgün biri olduğum söylenir genelde. Aynaya baktığımda, bana gülümseyen gözlerin karası hiç de fena sayılmaz üstelik...

Aman Allah'ım. Aklımdan geçenleri iyi ki kimse duyamıyor. Bir saattir izliyorum karşı masadaki genç adamı. Kitabı elinden bırakmış, üçüncü bardak çayını yudumluyor. Her damlanın tadına vararak değdiriyor güzel dudaklarını ince belli cama.

Gözlerini kapadı uzun süredir. Yüzüne vuran güneş gülümsetti yüzünü. Belli ki; aklındaki düş, güneş kadar ısıtıyordu yüreğini.

Ne kadar da çekici...

Tarifsiz bir şiddetle doğdu, içimdeki ona dokunma isteği. Evet, evet! Dokunmak istiyordum sakallı yüzlerine.

Acaba nasıl bir duygu ona dokunmak? Aklındaki düş olmak, yüzüne vuran güneş, yüreğindeki sevda olmaya ne çok istiyordum.

Delirmiş duygularım! Kendi kurduğu düşler diyarında, beğendiğim erkekle birlikte müthiş bir aşk yaşıyorlar.

Kendine gel kızım, kendine! Kayıp gitmiş gerçekler elinden. Hayalde yaşamanın faydası olmaz.

Hala izliyorum genç, sakallı; çılgın duygularımın sahibi adamı.

Günlerce hep aynı saate gelirdi kafeye. İki saat kalıp kol saatine bakardı uzun uzun. Sonra kapıya yönelirdi anlamadığım bakışları. Hüzün mü, hasret mi bilemedim; çıkaramadım da bir türlü. Giderdi sonra.

O iki saat boyunca ne telefon eder ne de kimseyle konuşurdu. Elinde hep aynı kitap... 'İhanete uğrayanlar'. Kimin eseriydi acaba? Gerçekte ihanete mi uğramıştı? Yoksa zamanını geçirmek için mi hep bunu okuyordu? Çok da merak ettim. Bir ara masasına gidip sormamak için baya bir inatlaştım kendimle.

Aklım, girdiğim savaşı kazanmıştı. Duygularımsa isyanlarda... Sürekli suçluyorlar beni.

İnsan giyindiği terbiyeyi soyamıyor istese de. Doğru bildiklerini çiğneyemiyor işin ucunda mutlu olmak olsa da... İmkânsız gibi geliyor hep.

Hâlbuki gitsem yanına, kitabı sorsam, 'Merak ettim, okumak istiyorum' desem kime ne zararı var? Yapamadım işte!

Geleceğimi görür gibiyim. Bu adam, bu kafeye geldikçe içimdeki duygular birikmeye devam edecek. Biriken özlemler bir gün yanar dağ misali patlayacak. Biliyorum; yanan ben olacağım her zamanki gibi.

'Ey deli gönül! Kalk hadi, bir şeyler yap' diye fısıldıyor içimdeki ben. 'Biraz daha cesarete ihtiyacım var' diyerek susturuyorum her defasında yükselen o sesi. 'Yarın konuşurum, yarın!' diye avutuyorum her defasında.

Kandırarak geçirdim hep günlerimi. Kandırarak ve iki saat boyunca onu izleyerek...

İnsan azla ne kadar çok yetinebiliyormuş meğer. Ona bakmak bile anlatılmaz bir mutluluk. Tek taraflı, bana ait, kimsenin dokunamadığı, elimden alamadığı bir mutluluk...

Yine kandırıyorum kendimi; ama isteyerek yapıyorum. Bana iyi geliyor. Bu adama ilgim, sadece kendimle paylaştığım bir sır...

Karşı masaya bakarak düşlerime daldım yine. Anlaşılan iki saat geçmiş. Adam her gün gibi, saatine bakıp eşyalarını toplayarak oturduğu yerden kalkıp kapıya doğru yöneldi.

'Yarın' dedim kendime, 'Yarın onunla tanışacağım...'

Belki de...

31 Mayıs 2017 3-4 dakika 14 öyküsü var.
Yorumlar (1)
  • 7 yıl önce

    Günün öyküsünü ve yazarımızı kutlarızud83eudd20