Kirlendik Oğul
Çocukluğumuzda hep şehir hayatının güzelliklerini anlatarak büyüttüler bizleri çünkü şehir demek iş gücün dışında,adam olmanın,şan şöhrete kavuşmanın ve zevk içinde yaşamının tek gayesiydi.Kim şehre çalışmaya gitse:
"Kendini kurtardı o,sen buralarda sürün dur!"derlerdi.
Borç vermezlerdi.
Kız vermezlerdi.
İnsan yerine koymazlardı.
Öyle ya da böyle, göçe özendirirlerdi gençleri ve sonunda kırsal alanlar bir bir boşalınca tarım ve hayvancılık da sekmeye uğradı.Köklerimizden söküldük,özümüzü unutuverdik.İlginç değil mi,manavdan domatesin en güzelini seçmeye çalışıyoruz oysa onlar serada üretiliyor çeşitli kimyasal yöntemlerle yani organik değil sağlığımıza zararlı ama mecburuz almaya.
Hileyi öğrendik,dünyada insanlara yararlı ne varsa hepsini hibe ettik.
Güya doğayı severiz ama ne ürettiklerimiz doğaldır ne de karakterlerimiz.
Hayvan ve insan gübresi en nefret ettiğimiz şeydi,elimize bulaştığı zaman saatlerce ellerimizi yıkardık kokusu ise burun kemiklerimizi sızlatırdı.
Sonradan anladık ki o gübreler verimli topraklarımızın saf gıdası ve gözbebeğiymiş.
Amca şöyle demişti:
"En lüks lokantaya gidiyorsun ne karnını doyurabiliyorsun ne de yediklerinden tat tuz alabiliyorsun üstelik de para veriyorsun.
Kirlendik oğul,kirlendik...Köydeyken yağmur yağdığında sadece yollarımız kirlenirdi şehirde ise haram helale karıştı tüm hislerimiz kirlendi."
Doğru söze ne denilebilinir ki, tecrübe konuşuyor.