Kırmızı
O'na
Kapının önündeyim. Dizlerimi karnıma çekmiş oturuyorum. Ayağımın ucuyla halının püsküllerini düzeltiyorum ama bir türlü düzgün durmuyorlar. Elimde olsa onları da susturmak isterdim. Çünkü içeride annem var ve ben nefesimi tutmuş bekliyorum.
Banyonun kapısı kapalı. Annem içeride ne yapıyorsa çok sessiz yapıyor. Oysa az önce su sesi geliyordu. Suyun banyodaki fayanslara çarpıp dağılan sesi. Şimdi hiçbir şey yok. Sadece sessizlik. “Anne?” diye sesleniyorum. Sesim çok küçük çıkıyor. Sanki bir başkası, başka bir yerden fısıldıyor. Kendimden emin değilim. Belki de annem duymamıştır.
Kapıya biraz daha yaklaşıyorum. Ellerim yerde, halının sert dokusunu hissediyorum. Burnuma bir koku geliyor. Hafif, ama garip bir koku. Annem içeride parfüm mü sıktı acaba? Yoksa saçlarını mı tarıyor? Babamı düşünüyorum. Onu hatırlamak zor. Yüzü tam değil aklımda. Sanki bir rüya görmüşüm ve uyanınca o rüya silinmiş gibi. Gözleri nasıldı? Saçları nasıl kokardı? Emin değilim. Annem bana onun hakkında pek bir şey anlatmazdı. "Gitmiş işte" derdi sadece. Ama o “gitmiş” derken sesi her zaman titrerdi.
Bazen babamı hayal ederim. Uzun boylu, güçlü biri gibi. Belki beni omzuna alırdı, belki başımı okşardı. Ama bunların hiçbiri olmadı. Babam gitti ve bir daha dönmedi. Annem hep yalnızdı.
“Anne, çok bekledim ama,” diyorum. Bu kez sesim daha yüksek. Annem beni hep duyardı. Hemen cevap verirdi. “Hemen geliyorum,” derdi. Ama şimdi hiçbir şey demiyor. Kapının altından bir şey süzülüyor. İnce bir çizgi. Önce su sanıyorum. Su gibi duruyor ama… Rengi başka. Elimi uzatıp dokunuyorum. Yapış yapış. Parmağımda bir ıslaklık hissediyorum. Elime bakıyorum.
Kırmızı.
Bir kere, annemle sokakta yürüyorduk. Elimi tutmuştu. Hava soğuktu, ama onun eli sıcaktı. Pazara gidiyorduk. Annem para sayıyordu. "Bu kadar yetmeli," diye mırıldandı. Onu hep böyle görürdüm: hesap yaparken, bir şeyleri dengelemeye çalışırken.
“Anne, neden hep az paramız var?” diye sormuştum o gün.
Annem gülümseyip başımı okşamıştı. “Çünkü hayat bazen cimri davranır, tatlım. Ama biz idare ederiz, değil mi?”
O zaman bu sözler bana yeterli gelmişti. Ama şimdi düşünüyorum da, annem çok yorulmuş olmalı. Her gün mücadele etmekten, sürekli idare etmekten...
Tekrar elime bakıyorum...Kırmızı. Bu annemin ojelerine benzemiyor. O ojeler hep parlak olur, güneşte ışıldardı. Ama bu daha koyu. Daha tuhaf bir rengi var. Ve kokusu… Annemin parfümü değil. Burnuma ağır, demir gibi bir şey geliyor. “Anne?” Bu kez sesim çatallı çıkıyor. İçimde bir şey hareket ediyor. Kalbim değil, daha derinde bir şey. Karnımda bir düğüm gibi büyüyor.
Kapıya dokunuyorum. Ellerimle vuruyorum. “Anne, oynama benimle! Şaka yapıyorsun değil mi?” Gözlerim yanmaya başlıyor. Annem şaka yapmaz ki böyle. Ama bazen oyunlar oynardı. Beni korkutmak istemezdi. Belki şimdi de oyun oynuyordur.
Oynamıyor.
Bunu anlıyorum. Ama anlamak istemiyorum. Kapıya daha sert vuruyorum. Parmaklarım acıyor ama durmuyorum. Kapı açılmıyor. İçerideki sessizlik ağırlaşıyor. Hatta o kadar ağır ki, üstüme devrilecek gibi hissediyorum. “Anne, ne olur…” Sesim artık çok zayıf. Ellerim kapının üzerinde titriyor. İçeride bir şey var, biliyorum. Annem var. Ama niye cevap vermiyor?
Koşarak mutfağa gidiyorum. Sandalyeyi sürüklüyorum. Ses çıkarıyor ama umursamıyorum. O kadar acele ediyorum ki, ayaklarım tökezliyor. Düşmüyorum. Düşersem çok zaman kaybederim. Sandalyeyi kapının önüne çekiyorum. Annem hep “Bu kilide dokunma, tehlikeli,” derdi. Ama şimdi tehlikeli olan başka bir şey var gibi. Parmaklarım küçük ama kilidi çeviriyor. Çok zorlanıyorum ama sonunda tık diye açılıyor.
Kapıyı itiyorum.
İçerisi çok sıcak. Buhar kaplamış her yeri ama bu buhar beni üşütüyor. Annem yerde yatıyor. Su, saçlarından yere damlıyor. Ellerinde bir şeyler var. Kırmızı. İşte o kırmızı. İşte o yapışkan şey. “Anne!” diye bağırıyorum ama annem hareket etmiyor. Yanına koşuyorum. Ellerimle omzuna dokunuyorum. Islak. Çok ıslak. Ama annem hâlâ sessiz.
“Anne, kalksana. Lütfen, kalk!” Sarsıyorum onu ama kollarım küçük, çok küçük. Annem büyük. Hareket ettiremiyorum. Ellerimi çekiyorum. Kırmızı ellerime bulaşıyor. Çok kırmızı var. O kadar çok ki, gözlerim yanıyor. Bir şeyler söylemek istiyorum ama kelimeler boğazımda takılıyor. Sanki boğazıma bir düğüm atılmış.
Anneme bakıyorum. Gözlerini kapatmış. Uyuyor mu? Yoksa çok mu yorgun? Ama bu uykuya benzemiyor. Annem hiç böyle uyumaz. “Anne, ne olur kalk. Çok korkuyorum,” diyorum. Sesim küçülüyor, küçülüyor. O kadar küçük bir ses ki, kendim bile duyamıyorum.
Kapının önüne geri çekiliyorum. Duvara yaslanıyorum. Ellerim kucağımda, gözlerim hâlâ annemde. Ağlamıyorum. Belki ağlasam bir şey değişir. Ama gözlerim kurumuş gibi.Böylece bekliyorum. Annem uyanır diye. Ama uyanmıyor.
Kapının önünde oturuyorum. Ayaklarım uyuşmuş, ellerim soğumuş ama kalkamıyorum. Banyodan gelen kırmızı sızıntıya bakıyorum hâlâ. Kapının diğer tarafında annem yatıyor. Ama o kalkmıyor. Annem hep kalkardı, ne kadar yorgun olursa olsun.
Koridorda bir hareketlenme oluyor. İlk başta ne olduğunu anlayamıyorum. Kapının dışındaki dünyadan sesler geliyor: ayak sesleri, fısıldaşmalar. Sonra zili duyuyorum. Uzun uzun çalıyor, sanki içeride kimse yokmuş gibi. Yerimden kıpırdamıyorum. Zil duruyor ama dışarıdaki sesler büyüyor. Kapı sert bir şekilde çalınıyor. Bu sefer daha kuvvetli. Komşu Halime teyzenin sesi geliyor. “Açın şu kapıyı! Bir şey mi oldu içeride?” Sonra başka bir ses daha. “Polis mi çağırsak?” diyor biri. Polis. Bu kelimeyi duyunca içimde bir şey düğümleniyor. Polisi sadece televizyonda gördüm. Hep kötü insanları yakalarlardı. Ama bizim evde kötü bir şey yok ki.
Kapı birden daha sert bir şekilde vuruluyor. İçim ürperiyor. Ayağa kalkmaya çalışıyorum ama bacaklarım ağır. Sanki yer beni tutuyor. Halime teyzenin sesi yükseliyor: “Açın! Çocuk içeride!” Biri kapının önünde bir şey yapıyor, tıkırtılar duyuyorum. Sonra kapı birden açılıyor. Halime teyze önde, peşinde birkaç kişi daha var. Gözleri beni buluyor. “Ah yavrum!” diyor. Yanağımdan tutup bana doğru eğiliyor. “Ne oldu burada?”
Cevap veremiyorum. Sadece ona bakıyorum. Gözlerim büyümüş olmalı çünkü Halime teyze yüzüme daha dikkatli bakıyor. “Bir şey söyle, yavrum,” diyor. Ama ne söyleyebilirim ki? Arkamdaki banyoya doğru bakıyor. Kapının altındaki kırmızıya gözleri takılıyor. Eli ağzına gidiyor, nefesi kesilmiş gibi bir ses çıkarıyor. “Aman Allah’ım…” diyor, sonra bir adım geri çekiliyor.
Arkadan başka biri, uzun boylu bir adam, içeri giriyor. “Ne oldu burada?” diye soruyor. Halime teyze ona bakmadan banyoyu işaret ediyor. “Orada… içeride…” Adam yavaşça kapıya yaklaşıyor. Ben de onun peşinden bakıyorum. Kapı yavaşça açılıyor. İçerideki kırmızılık gözüküyor. Adam bir an duraksıyor, sonra geri çekiliyor. “Polis çağırın,” diyor kısık bir sesle.
Polis kelimesi tekrar duyulunca daha da küçülüyorum. Ne olacak şimdi? Annem neden hâlâ çıkmıyor içeriden? Halime teyze beni kolumdan tutup kaldırıyor. “Gel yavrum,” diyor. Ama gitmek istemiyorum. Annem hâlâ içeride. Kapının önüne bir kalabalık toplanmış. Komşular içeri girip bir şeyler mırıldanıyor. Kimi korkulu, kimi meraklı. Halime teyze bir yere oturtuyor beni. Elleri titriyor ama bana sarılmaya çalışıyor. “Korkma,” diyor ama sesi de titriyor.
Gözlerimi kapıyorum.
Uyandığımda hiç bilmediğim bir yerde olduğumu fark ediyorum. Kapı gıcırdayarak açılıyor. İçeri giriyorum. Elimi tutan adamın eli çok büyük, çok sıkı. Sanki bırakırsa kaybolacağımı düşünüyor. Ama ben zaten kayboldum. Annemin elini bir daha tutamayacağımı bildiğim o andan beri kaybolduğum bir yerlerdeyim.
Odadaki kadın masanın arkasında oturuyor. Üzerindeki giysi tertemiz, ütülenmiş. Gözleri beni dikkatle inceliyor. Kaşları çatık değil ama çok da gülümsemiyor. Onun bu kadar düzgün, bu kadar tamamlanmış olması beni ürkütüyor.
Adam beni kadına doğru itiyor, ama ben olduğum yere çakılıp kalıyorum. “Hadi, korkma,” diyor. Sesi yumuşak gibi ama bir tarafında acele var. Kadın elini uzatıyor. “Gel buraya, tatlım,” diyor. Onun sesi çok daha farklı. Annemin sesi gibi değil, ama benzer bir şey var. Yine de o değil. Bir adım atıyorum, sonra bir adım daha. Kadın elini biraz daha uzatıyor. Uzanıp elimi onun eline bırakıyorum. Eli sıcak ama farklı. Annemin elleri gibi yumuşak değil.
“Adın ne senin?” diye soruyor.
Adımı söylüyorum ama çok sessiz çıkıyor. Kadın eğiliyor. “Bir daha söyle, tatlım. Duyamadım.” Tekrar ediyorum. Bu sefer biraz daha yüksek. Kadın başını sallıyor, eliyle masanın üzerindeki kağıda bir şeyler yazıyor. “Güzel bir isimmiş,” diyor. Ama sesi sanki içten değil, sanki bunu söylemek zorundaymış gibi.
“Tatlım, bana ne olduğunu anlatabilir misin?” diyor. Sesi yumuşak ama biraz da dikkatli. Beni ürkütmek istemiyor, bunu hissediyorum. Elim masanın kenarına uzanıyor. Pürüzlü ahşaba dokunuyorum, ama hiçbir şey söylemiyorum. Kadın sabırla bekliyor. Yüzünde bir kırılganlık var, sanki ağzımdan çıkan her kelimeyi dikkatle taşıyacakmış gibi. “Annen banyodaymış, değil mi?” diyor.
Başımı sallıyorum. Masanın üzerindeki kaleme bakıyorum. Kalem durmadan hareket ediyor, sanki kadın söylediklerimi yazmak için sabırsızlanıyor.
“Bana biraz anlatır mısın? Orada neler oldu?”
Derin bir nefes alıyorum. Kadının yüzüne bakıyorum ama sonra tekrar yere eğiliyorum. Sözcükler yavaşça ağzımdan çıkıyor, sanki bir oyun oynuyormuş gibi. “Banyo kapısı kapalıydı,” diyorum. “Ben de kapının önünde oturuyordum. Annem içerideydi. Çok uzun süre kalmıştı.”
Kadın başını hafifçe sallıyor, beni cesaretlendirmek için. “Sonra ne oldu?”
“Kapının altından kırmızı bir şey geldi,” diyorum. Gözlerim masanın üzerindeki çiçeğe kayıyor. “Suyu andırıyordu ama kırmızıydı. Çok güzeldi.”
Kadının kalemi bir an duruyor. Bakışları daha dikkatli. “Kırmızı bir şey mi?” diye soruyor. “Evet,” diyorum. “Oyun oynuyor sandım. Annemle bazen böyle oyunlar oynardık. Bir keresinde banyoda köpüklerle saklanmıştı ve beni bulmaya çalışmamı istemişti. Bu da öyle bir şey sandım.”
Kadın derin bir nefes alıyor. Kaşlarını çatmıyor ama gözlerinde bir ağırlık var. “Sonra ne yaptın?”
“Kapıya vurdum,” diyorum. Ellerim masanın kenarını sıkıyor. “Ama annem cevap vermedi. Belki beni şaşırtmak istiyordur diye düşündüm. Annem beni hep şaşırtırdı.”
Kadının gözleri nemleniyor ama bir şey demiyor. Sadece başıyla beni onaylıyor. Devam etmemi istemiyor. “Gel, odanı göstereyim,” diyor. Elimi tutmak istiyor ama geri çekiliyorum. Kadın duraksıyor, sonra sadece önümde yürümeye başlıyor. Onu takip ediyorum. Ayaklarım ağır. Çok ağır. Sanki her adımda yere biraz daha batıyorum. Yine de yürümeye devam ediyorum. Çünkü başka çarem yok.
Bir kapıyı açıyor. İçeride yataklar var. Küçük yataklar. Hepsi aynı. Hepsi düzenli. Kadın bana bir yatak gösteriyor. “Burası senin,” diyor. “İstediğin gibi yerleşebilirsin.”
Odaya giriyorum. Adımlarım yavaş, sanki her bir adım başka bir dünyaya geçiş gibi. İçerisi sessiz. Yetimhanenin duvarları eski, sıvaları çatlamış. Tavan biraz alçak, sanki üstüme eğiliyormuş gibi. Yatağa oturuyorum ama dokunmuyorum. Çarşaflar düzgün serilmiş, ama burası benim değil. Hiçbir yer benim değil artık. Pencereye doğru yürüyorum. Oda küçük, ama bu pencere… Büyük bir şey gibi duruyor burada. Camın yarısı beyaz boyayla kaplanmış. Diğer yarısı açık. İki dünyayı ayırıyor gibi: biri görünür, biri gizli. Ellerim pencerede geziniyor. Beyaz boyalı kısmın dokusu pürüzlü, ama diğer taraf… İşte oradan avlu görünüyor.
Avluda birkaç çocuk oynuyor. Seslerini duyamıyorum. Yalnızca hareket ediyorlar, kollarını açıp kapıyorlar. Birbirlerini kovalıyorlar. Ama sessiz bir oyun bu. Sanki cam tüm sesleri dışarıda bırakmış. Gözlerim onların ötesine kayıyor. Gökyüzü gri, güneş sanki bulutların arkasına saklanmış. Aniden annemi düşünüyorum. O burada olsaydı, pencereden bakar mıydı? Bana “Gökyüzü hep burada,” derdi belki. “Gri de olsa, mavi de olsa, hep burada.”
Ama gökyüzü ne işe yarar ki, annem yoksa? Annem yoksa neyin anlamı var? Pencereden aşağıdaki avluya bakıyorum. Çocuklar neşeli görünüyor. Belki burada mutlu olunur. Belki bu çocuklar benim gibi başlamışlardır buraya. Belki bir gün onların da gülümsemeleri gerçek olur. Yeniden babam geliyor aklıma. Annem onun hakkında pek konuşmazdı. Sadece bir kere, o da çok üzgündü. “Güçlü bir adam değildi,” demişti. “Ama belki olabilirdi.” Ne demek istemişti? Güçlü olmak nasıl bir şey? Annem güçlüydü, bunu biliyorum. Yalnızca bazen gücü yetmezdi.
Beyaz boyalı camın ardında ne olduğunu merak ediyorum. Belki orada başka bir hayat vardır. Belki annem oradadır. Ama camın diğer tarafına dokunamıyorum. Bir an, elimle camı sildiğimi hayal ediyorum. Beyaz boyayı çıkarıyorum, her şeyi görüyorum. Ama bu hayal bile hüzün veriyor. Çünkü biliyorum, gerçek değil.
Kendi geleceğimi düşünüyorum. Burada mı büyüyeceğim? Bu pencerenin önünde kaç gün geçireceğim? Kaç mevsim gökyüzü böyle gri olacak? Belki bir gün maviye döner. Ama o mavi de annemsiz olur. Avludaki çocuklardan biri yere düşüyor. Diğerleri ona yardım ediyor. Ayağa kalkıyor, pantolonunu silkeliyor ve oyununa devam ediyor. Düşüp kalkmak. Hep böyle mi olacak? Hayat da böyle mi?
Bunu anneme sormak isterdim. Neden kalkmadığını. O hep kalkardı çünkü. Her gün uyanır, bana kahvaltı hazırlardı. Gözleri yorgundu ama gülümserdi. Şimdi neden böyle? Neden o kırmızı yerde kaldı? Pencerenin kenarına oturuyorum. Ellerim camın soğuğunda. İçerisi de soğuk aslında, ama bu soğuk başka bir şey. Burada bir şeyler eksik. Hava eksik. Anlam eksik.
Pencerenin yarısına bakıyorum. Görünmeyen tarafına. Gözlerimi kapatıyorum ve annemi hayal ediyorum. O beyaz boyalı yerde saklanmış gibi. Bana bakıyor. Ama ellerini uzatmıyor. Kızıyorum ona. İlk defa bu kadar çok kızıyorum. Dişlerimi sıkıyorum. Dudağımda bir sıcaklık hissediyorum. Dokunuyorum.
Kırmızı...
Çocuğun, halının püsküllerini düzeltmeye çalışması, aslında kontrol edemediği bir dünyada küçük bir düzen arayışı gibi sanki.Ama ne yazık ki hiçbir şeyin kontrol edilemediği anlarda yalnızca belirsizliğin karanlık yüzü kalıyor geriye. Bir çocuğun gözü ve diliyle içten, hüzünlü ve bir o kadar güçlü bir anlatıydı. Teşekkür ederim paylaşım için.
Dehşet verici bir öykü. Bir annenin intiharına tanıklık eden çocuğun gözüyle; böyle yalın, etkili ve hatta şiirsel olarak detaylamak büyük bir başarı.
Ancak dilerim hiçbir çocuk yaşamasın böyle bir kabusu...
Sizi ve kaleminizi kutlarım, sayın Tüfekci, Saygım ile.
Çok gerçekçiydi ve çok etkilendim. Her duyguyu ayrı ayrı işlemiş ve okuyucuya geçmesini sağlamışsınız. Halının püskülleri ile hayat arasındaki ortaklık benim de ilgimi çekti. Düzen takıntısı olan insanların bu takıntılarını besleyen yaşanmışlıklarına dair bilinçaltı izler buldum. Çokça tebrik ediyorum. Kaliteli öyküler okuduğum için edebiyatla adına ayrıca gurur duydum bugün. Kaleminize sağlık ✍🏻👏🏻🎬