Kıskanıyorum
Fahriye Karatoprak, kucağında altı aylık kızı Yasemin'le birlikte kocası Kemal'den boşanma davasının duruşmasına katılmak için geldiği Asliye Hukuk Mahkemesi'nin kapısında beklerken oturduğu yerde uyumamak için göz kapaklarıyla mücadele ediyordu ki birden Mübaşirin gür sesiyle irkildi.
Mübaşir: 'Davacı Fahriye Karatoprak, davalı Kemal Karatoprak'...
Fahriye ani bir refleksle yerinden fırladı. Duruşma Salonunun kapısına doğru sendeleyerek yürümeye çalışırken bir yandan da kucağındaki kızı Yasemin'in üzerindeki battaniyeyi düzeltiyordu ki; Kemal ile göz göze geldi. Göz ucuyla Kemal'in yüzünde pişmanlık var mı diye süzdü. Ne gezer, pişmanlığı bırak, adeta sevinç kaplamıştı yüzünü.
Duruşma başlayınca Hâkim Bey Fahriye'in ayrılmak için verdiği dilekçede belirtilen hususları sesli olarak okuyup; itirazları olup olmadığını sorunca:
Kemal: 'Eşimin boşanmamıza gerekçe olarak dilekçesinde belirttiği hususlar doğru. Ben ona iyi bir eş olamadım, olmak için yoğun çaba da sarf etmedim. Ayrıca; pişmanım deyip burada iyi bir eş olma yönünde sizlere ve eşime söz versem bile zaman içerisinde sözümde duramayacağımı biliyorum. Yuva yapmak, aile geçindirmek, sorumluluk almak, sıkıntılara katlanmak bana göre değil. Ben evlilik taraftarı değildim. Rahmetli anamın ısrarı üzerine görücü usulüyle gözü açık gitmesin diye evlendim. Fahriye'ye daha fazla acı çektirmemek için ben de boşanmak istiyorum.'
Mahkeme heyeti her ikisin de dinledikten sonra karar vermek üzere duruşmaya beş dakika ara verip durum değerlendirmesi yaptıktan sonra, kararı bildirmek üzere tekrar toplandı. Hâkim kâtibe dönerek;
Karar: 'Davacı ve Davalı ayrı ayrı dinlendi. Yasemin'in velayeti anne Fahriye'ye verilmesi ve isterse ayda bir kez baba Kemal'in kızını görmesi heyetimizce uygun bulunarak boşanmalarına karar verilmiştir.'
Boşanma olayından sonra Fahriye birkaç parça eşyasını yanına alarak annesinin yanına yerleşti. Kemal ise kalan eşyaları toplayarak şehrin en uzak semtlerinden birine taşındı.
Fahriye, babasından kalan emekli maaşıyla geçinen annesinin yanında çalışmadan hayatını devam ettiremeyeceği düşüncesiyle; 'Anneciğim sen zaten kıt kanaat geçiniyorsun birde biz ilave olduk geçimini iyice zorlaştırdık, kızımın bakımını bir müddet üstlenirsen çalışarak geçimimize katkıda bulunmak istiyorum.' dedi.
Fahriye kızının bakımını annesinin üstlenmesi ile bir fabrikada işe başlayınca maddi yönden biraz da olsa rahatlamış olarak hayatlarını devam ettiriyorlardı. Ancak, kızı büyüdükçe masraflarda artacağından kazandığı bu parayla kızına bu şartlarda tek başına iyi bir gelecek hazırlamayacağı düşüncesi kafasını meşgul ettiğinden kendine göre çareler aramaya başlamıştı. Bir gün anne tarafından bir akrabası kendilerini ziyarete geldiğinde, sohbet esnasında kızına iyi bir gelecek hazırlayamama endişesini dile getirince;
Akrabası: 'Devlet istekliler içinden yurt dışına işçi gönderiyormuş ve gidenler de oralarda iyi paralar kazanıyormuş, istersen bir araştır, soruştur.'
Fahriye :'Ağabeyciğim ben yol bilmem iz bilmem, hele başka bir dil hiç bilmem, gitsem bile oralarda kadın başıma neler yaparım.' Deyip dolaylı olarak yardım istedi, ancak akrabası duyduklarını aktarmaktan başka elinden bir şeyler gelmeyeceğini söyleyip iş konusunu kapattılar.
Akrabasının ziyaretinden sonra Fahriye o geceyi uyuyamadan yatağının içinde oturarak geçirdi. Sabah işe gittiğinde daha ilk çay molasında akşam ki konuşmaları arkadaşlarıyla paylaşarak düşüncelerini almaya çalıştı. Tabi ki herkes olaya kendi penceresinden baktığından bazıları olumlu bazıları da olumsuz görüş bildirse de aklı yatmıştı. Kendi kendine 'Zaten yıllardır sıkıntılı olarak hayatını devam ettiriyorsun ve birkaç yıl daha sıkıntı çekerisin ama kızına iyi bir gelecek hazırlarsın.' dedi ve kafasındaki karışık düşüncelere son noktayı koydu. İlk izin gününde de İş ve İşçi Bulma Kurumuna gidip yazıldı.
Dokuz ay bekledikten sonra talebi olumlu karşılanmıştı. Birkaç gün içinde pasaport ve bilet işlemlerini tamamlayıp gitmek için geldikleri tren istasyonun da vedalaşırken annesine dönerek;
'Anneciğim seni ve kızımı en kısa zamanda yanıma alacağım' diyerek gözyaşlarının sel olduğu ortamda gurbet Treni'ne binerek bilmediği görmediği yerlere doğru yola çıkarken duygusal bir ayrılık yaşadılar.
Yaklaşık dört yıl sonra canından çok sevdiği annesi ve kızını yanına alma imkânı doğmuştu. Sevinç içerisinde ailesini yanına alma işlemlerini başlattığı günün ertesinde annesinin Hakkın rahmetine kavuştuğu haberini almasıyla. Fahriye'nin bir anda dünyası üstüne yıkılmıştı, annesine verdiği sözü tutamamasından da dolayı duyduğu üzüntüden yanıp tutuşsa da, yapabileceği bir şey yoktu kaderine razı olup kızını yanına alarak Almanya'da yeni bir hayatın temellerini attılar.
Yasemin İlkokula başlayana kadar Fahriye çeşitli zorluklarla karşılasa da üstesinden geldi. Yıllar ilerledikçe Fahriye kızı ile birlikte Almanya'ya iyice adapte olmuşlardı. Yasemin okuluna başarılı bir şekilde devam ederek lise son sınıfa gelmişti ki annesi bir gün;
'Kızım bir gün gelecek beni bırakıp gideceksin ben yaşlandıkça yalnız kalmaktan korkuyorum. İşyerinde bana ilgi duyan ve benimle evlenmek isteyen Alman bir beyefendi var ve sen de uygun bulursan evlenmek istiyorum.'
Yasemin bu haber karşısında çok şaşırdı ve sonra hemen ayağa kalkıp, büyük bir sevgi ile annesine sarılıp gülümseyerek;
-'Neden olmasın anneciğim, bugüne kadar hep benim için çalıştın kendine hiç zaman ayırmadın. Zaten son sınıftayım artık kendi ayaklarımın üzerinde durabileceğim.'dedi.
Fahriye kızının bu olumlu kararından bir hayli memnun olmuştu. Aradan geçen birkaç aydan sonra evlenip yeni bir hayat kurarken, Yasemin'de okul bitirip ve bir Alman Turizm şirketinde rehber olarak çalışmaya başlamıştı.
Yasemin Türkiye'ye turist getirip götürüyordu. Böylelikle hem memleket özlemini gideriyor hem de para kazanıyordu. Yasemin henüz işinde birinci yılını doldurmuştu ki Türkiye temsilciliklerinde çalışan bir Türk gencinden evlenme teklifi aldı. Teklif karşısında pek şaşırmadı çünkü uzun zamandır vakit geçirmekten mutlu olduğu birinden bu teklifi bekliyordu.
Her şey o kadar hızlı gelişmişti ki, söz ve nişan dâhil, altı ay içerisinde evlendiler ve Türkiye'ye yerleştiler. Eşiyle mutlu yaşıyorlardı.
Bir gün Yasemin'in eşi merakla Yasemin'e dönerek;
Ayrıldığı günden bu güne kadar bir kez olsun kızını arayıp sormayan baba'nın, nasıl bir insan olduğunu merak ettiğini ve isterse arayıp bulmak ve görmek istediğini söyledi. Yasemin ne görmek istediğini ne de merak ettiğini sözlü olarak belirtmedi. Sadece buğulu gözlerle eşinin gözlerinin içine bakarak;
'Bu güne kadar beni merak edip aramayan sormayan birini neden arayıp sorayım.' dedi.
Ancak eşi ısrar edince yıllarca kendisini aramayan babasını bulmaya karar verdiler. Eski mahallesinde ki insanlara sorarak; izini bulup, yaşadığı yeri öğrendiler.
Kemal, yaşadığı semtte, yaşlıların müdavimi olduğu küçük bir çay ocağı işletiyor ve aynı yerde de yatıp kalkıyormuş. Yasemin ve eşi bir Pazar günü çay ocağına giderek boş bir masaya oturarak babasının bulundukları mekâna gelmelerini beklerlerken bir yandan da çaylarını yudumluyorlardı ki yanlarına gelen garson ilk geldiklerinde sorduğu kişiyi göstererek;
-'Sorduğunuz Kemal Bey şu köşede ki masada gazete okuyan kişi.' Yasemin ve eşi teşekkür edip Kemal bey'in masasına giderek;
-'Günaydın beyefendi, oturabilir miyiz?'
-'Elbette, buyurun'.
Yasemin ve eşi Kemal Bey ile sohbeti koyulaştırınca evli ve çocukları olup olmadığı hakkında sorular sorarlar. Geçmişte bir evlilik yaptığını ve o evlilikten bir kızları olduğunu söyler. Ancak; Bugüne kadar kızını arayıp sormadığı hatta merak bile etmediğini söyler. Babasının bu ilgisizliği Yasemin'i iyice üzer eşine babasını aradıklarını söylememesi yönünde kaş göz işaretinde bulunur. Eşi de Yasemin'i kırmaz, üzgün bir şekilde müsaade isteyerek oradan ayrılırlar.
Aslında Yasemin belirtmese de babasını bulunca ona sarılmayı doya doya öpmeyi, babasının da kızına sarılmasını kızım seni çok özledim demesini o kadar istiyordu ama olmadı. Babasının ilgisizliği karşında adeta yıkıldı. Üzüntüsünü gören eşi, Yasemin'e sıkıca sarılarak bu olayı hiç yaşamamış gibi davranmaya çalıştı.
Yasemin baba sevgisini eşinin babasında bulsa da onu kızlarından kıskanıyordu. Çünkü eşinin babası koca koca kızlarına küçük çocuklardan esirgenmeyen sevgi ile davranıyordu. Eşi neden kıskanıyorsun diye sorduğunda:
-'Bu güne kadar ne babacığım diyerek sarılacak ne de kızım diyerek sevecek bağrına basacak bir babam olmadı. Elimde değil onun için kıskanıyorum