Kıvrımlardaki Parıltılar
Asansörden indi, oturduğu dairenin kapısına yürürken cebinden çıkardığı anahtar destesinden lüzumlu olanını iki parmağının arasına aldı. Kapıyı açınca içeri uzanıp sağ elinin parmak uçlarıyla holü aydınlatan lambanın düğmesine dokundu. Paspasın üzerinde çıkardığı ayakkabılarını yan yana getirip tek eliyle kavradı, kapıyı sessizce kapattıktan sonra da girişin hemen yanında bulunan vestiyer dolabındaki yerine koydu. Paltosunu, ceketini asıp banyodaki lavaboda elini yüzünü yıkadı, kurulanıp penye eşofmanlarını giyinerek oturma odasına geçti.
Televizyon açıktı, yerli bir dizi oynuyordu. Kısa kanepede oturan ve el işi yaparken bir yandan da diziyi takip eden hanımına selam verdi. Karşısındaki kanepeye ayaklarını yerden keserek uzun oturmaya çalışırken sordu;
-Çocuklardan ne haber, görüştün mü bugün?
-Evet kızı öğle vakti aradım, oğlanda az önce kendisi aradı, iyilermiş selam söylediler.
-Aleykümselam.
Hanımını dikkati dağılmasın diye fazla meşgul etmek istemedi. Hem o bu diziyi çok seviyordu.
Sırt üstü uzandı, tavandaki beyaz lambayla göz teması olduğunda içinden ne güzel ışık veriyor dedi ve bir zaman seyretti. Ne kadar gururlu yanmaktaydı, adeta nur saçıyordu, daha dün değiştirmişti. Helezon görüntüsüne takılıverdi. Aşağıdan bakınca kıvrımları dönerek yukarı çıkıyor, yukardan bakınca da tersine yani aşağıya doğru iniyordu. O kıvrımlar sanki yaşanılan hayatın çizgisi gibiydi. Zamanla lambanın kıvrımlarına tozlar uçuşup yerleşirken hayatın kıvrımlarına da pek çok yaşanmışlıklar anı olarak birikmiyor muydu? Hayat dediğin de çıkışı sonra da inişi olan ve her kıvrımını dönerken karşımıza ne çıkacağını, neler yaşayacağımızı bilmeden yorularak ve yaşlanarak koşuşturduğumuz zorlu bir yol değil miydi? Zamanı geldiğinde bunun da feri azalacak, bir gün görevi bitecek dedi içinden.
Anlaşılan yemek faslı dizi bitince olacaktı, o zamana kadar biraz yorgunluk atayım dedi, bu sefer de ellerini koltuk altlarına sıkıştırıp yan döndü, gözlerini kapadı.
Çocukların küçüklük halleri geldi aklına onların o günleri canlandı gözünün önünde, yaramazlıklarını hatırlıyordu.
Kızın civelekliklerini, kanepeye çarparak kaşını patlattığını, yediği şekeri ilaç zannedip apar topar hastaneye götürdüğünü, kardeşiyle ara sıra birbirini tartaklamalarını, kapıyı camından iteklerken bileğini yaraladığını...
Ya oğlanın yaramazlıkları arka arkaya sıralanıyorken sonu gelmiyordu bir türlü. Ona akşam eve gelince babana söyleyeceğim dendiğinde ' Hay yavrum ben babamdan da dedemden de korkmuyorum ' demiş bir keresinde. Tabiî ki öyle olmalıydı, asla sert görünümlü kendisinden korkulan bir baba olmak istemiyordu. Çocuklarım varsın yaramaz olsun ama derecesinde demişti o zamanlar. Gerektiğinde onları karşısına alıp konuşarak usulünce ikazlar da yapıyordu.
Oğlu daha üç yaşında idi, evde üç tekerlekli bisikletine binerken metal çamurluğu gardırobun kapağına derin bir çizik yapmış, başka bir gün sandalyeyi yere çarpıp dağıtmış, oyuncaklarını balkondan cadde kaldırımına atmış derken akşamları eve geldiğinde şikâyetler sürüp gidiyordu. O bunları pek önemsemiyor, olsun diyordu. Kimler için çalışılıyordu.
Bir gün yine şikâyet edildiğinde oğlunu karşısına aldı,
-Kır oğlum, kırdıkların senden önemli değil. Ben yenilerini alırım o kırdıklarını da sana veririm, sen kullanırsın.
-Hay yavrum hay, sen onları bana verirsen ben de onları anneannem gilin oradan ırmağa yallah...
Kendi aksanıyla ve o bücür haliyle verdiği cevap çok hoşuna gitmişti. Gündüzleri ablası anaokuluna giderken o da kreş yerine arka sokaktaki evleri oldukça yakın olan anneanne ve dedesinde kalıyordu. Onların evinin önünden kıyıları taş duvar örülü koca bir dere geçiyor ve çok yakında da karşıki yola beton bir köprü uzanıyordu. Verdiği cevaba göre kendisine verilecek eşyaları bu köprüden ırmağa atacaktı.
O günlerde yine önce sandalyeye oradan da masanın üzerine çıkmış, vitrin dolabının içinde gözüne kestirdiği bir nesneye uzanırken kapağını yere düşürmüş, orijinal camı paramparça olmuş. Tabii ki yaramazlık ortada, hasar göze çarpıyor.
-N'oldu bu kapağa?
-Oğlun kırdı..
Oğlunu çağırdı karşısına aldı;
-Nasılsın oğlum, bugün neler yaptın bakalım?
-İyiyim, oynadım baba.
-Aferin oğlum, ama oynarken yapmaman gereken bir şeyler yapmışsın, masanın üzerine çıkmış vitrinin de camını kırmışsın. Ya masadan düşseydin ya da kırılan o cam sana bir zarar verseydi. Ne istediğini annene söyleseydin o sana verirdi.
-*?
-Sen büyüdüğünde bak bu kırdıklarının hepsi senin olacak.
Birden çocuğun şekli değişti, gözlerinin altında pembeli grili renkler oluşurken buğulandı, dudakları kıvrılıp titreyerek ağlamaklı..
-Ben büyüdüğüm zaman tek başıma mı kalacağım?
Off!!! Baltayı taşa vurdum dedi içinden ve hemen oğluna sarıldı. Gözlerinin yaşardığını ve yüreğinin titrediğini hissettirmeden onu sımsıkı kucakladı. Bir yandan yanaklarını öpüyor bir yandan da hayır oğlum sen hep bizimle olacaksın, biz her zaman beraber olacağız. Ben şaka söylüyorum sana vereceğim diye, ama onları ne kadar uzun zaman kırıp dökmeden kullanırsak paramız boşa gitmez, eskidiğinde de yenilerini alır onları da atarız.
Kaş yaparken göz çıkarmıştı. Zaten biliyordu, tekrar tecrübe etmiş oldu. Anne ve baba olmak çok zordu. Çocukları sevgiyle büyütebilmek onların ruhuna hitap edebilmek hem emek, hem azami dikkat ve sabır gerektiriyordu. Bu yüzden kırık dökükler için oğluna kızmıyordu ama usulünce de dikkatli olmasını kendisine ve eşyalara, oyuncaklarına zarar verecek davranışlarda bulunmaması gerektiğini de öğretmeye çalışıyordu. Ona ve ablasına bir babadan ziyade bir abi, bir arkadaş gibi olmaya çalışıyordu. Ben büyüyünce yalnız mı kalacağım demesi onun ne kadar zeki ve bir o kadar da duygusal olduğunu gösteriyordu.
O eşyalar defalarca yenilendi ama çocuklar artık yanımızda değil. Onlar şimdi bizden uzak ve kendi başlarına kendi yaşamlarını yaşıyorlar diye düşünürken hanımı seslendi;
-Sofra hazır, haydi yemeğimizi yiyelim.
O çocuklar büyümüştü ve uzaklarda kendi evlerinde yaşıyorlardı...
Ve yine o çocuklar tatlı anılarıyla, hayatın kıvrımlarındaki tutundukları o yerlerden yıldızlar gibi parıldayıp sevgileri ve özlemleriyle yüreklerini aydınlatıyorlardı...
İki kişi yeni bir hayata başlıyor ve yıllar nasıl geçti anlamadan kalabalıklaşıyorlar,haylazlıkları sevgilerinin yanında hiç bir şey gibi kalıyor🙂
Büyüyorlar,ya evleniyorlar veya ayrı yaşamaya başlıyorlar yeniden iki kişi kalınıyor...
Kalabalık aile iyi de yaşam şartları düşünülünce zor...
Selamlar...
acısıyla tatlısıyla hayat... güne düşen güzel öyküyü beğeniyle okuduk tebrik ediyorum abicim saygı selamlar
Ne güzel bir aile saadeti. Dolu dolu yaşanmışlıklar ve hayattan kesitler. Güzel bir öyküydü okuduğum kutlarım Hayrettin bey yürekten...👍