Kız Bakmaya Gidiyoruz
Oldukça geç kalkmıştı, öğle olmuştu nerdeyse. Eee gecenin ikisinde eve gelirse olacağı buydu. Elini yüzünü yıkadı. Saçlarını tararken küçük kardeşi seslendi.
'Abiii kahvaltı hazır.'
'Tamam geliyorum.' diyerek oturma odasına geçti yer sofrasına oturdu. Taze demlenmiş tavşankanı çay doldurdu kız kardeşi. Ahmet homurdandı yine.
'Yahu! Doğru dürüst pişirin şu yumurtayı. Şuna bak, yağ içinde. Bu sıcakta olacak şey değil!'
Başını sağa sola salladı, ardından somun ekmekten büyükçe bir parça koparıp daldırdı yumurta sahanının içine. Arkasındaki sedirde oturmakta olan annesi, oya işlemeli tülbendinin ucunu tutup şöyle bir omzuna gönderdi. Oğlunun bu tavırları hoşuna gitmiyordu.
'Ne yapacağımızı şaşırdık oğlum, dün de rafadan yumurtayı beğenmedin.'
Cevap vermedi Ahmet, çay kaşığını alıp şeker kavanozuna daldırdı. Çayına şeker atarak iyice bir karıştırdı. Ana kız filmin en heyecanlı yerine bakar gibi baktılar. Çayı kaldırıp dudakları arasına iyice bir yudum alınca ana kız göz göze geldi. İkisinde de bir rahatlama oldu sanki. Kapı çaldı tam o an. Ayşe koşar adım açtı kapıyı. Anası seslendi oturduğu yerden:
'Kim geldi?'
'Ablam geldi anne, kim olacak?
Beş yüz metre kadar ötedeydi Sultan'ın evi. Eşini işe gönderdikten sonra, annesinin evine gelmişti. Kapıdan girer girmez kız kardeşinin kulağına fısıldadı.
'N'oldu?'
'Tamam abla. İçti.'
'Hıı iyi.' dedi ablası.
İçeri geçip annesinin yanına oturdu. Annesi ile göz göze geldiler. Annesi 'Tamam.' anlamında gözlerini kırpıştırıp başını salladı. Ablası doğal davranmaya çalışarak sohbete girdi.
'Afiyet olsun Ahmet.'
'Sağ ol abla.' dedi. Ahmet. Sultan devam etti.
'N'aptın, Sırıkçı Emine'nin kızını gördün mü?' Ahmet ağzında lokma ile konuştu.
'Hee gördüm. Otuzunda gibi görünüyor o kız ya, ana mı diyecem ona?' Anası girdi söze.
'Eee oğlum ona saplı, buna butlu diyorsun. N'apacaz biz seni? Seçsen birisini, biz de mürüvvetini görsek. Bak yaşlandım artık. Bir ayağım çukurda."
'Amaaan anaaa! Başlama gene sabah sabah.' dedi Ahmet. Çayından bir yudum daha içti ve ayağa kalktı ve 'Ben çıkıyorum.' dedi.
Ablası ardından seslendi.
'Ahmeet, dur hele! Geçenlerde haber ettiğim yerden cevap geldi, buyursunlar diyorlaaar.'
Aldırmadı Ahmet. Hızlı adımlarla çıktı gitti evden. Ana ve iki kız dertleşmeye başladı.
'N'olacak bu çocuğun sonu? Yaşı 28 oldu. Kimseyi beğendiremiyoruz.' Sultan girdi söze.
'Anam valla senin çocuklarının hepsinin doğuştan kısmeti bağlı; sen bunu İbrahim Hoca'ya götür. Bak Meryem karısı götürmüş oğlunu, valla iki ay sürmedi belliğini taktılar.'
'Laf dinliyor mu kızım? Şıh Mehmet Hoca'ya muska yazdırdım. Aha burada, taktırabiliyor muyum? Okunmuş şekeri fark ederse gıcıklanır da çayına katmaz' diye nasıl korktum sabah.'
'Heee içti onu değil mi?'
'İçti, içti.'
'Şükür! Hayır olur inşallah!'
Ayşe girdi söze.
'Ana kıız, var ya keşke o kıza ?olmaz!' demeseydi babam?'
'Amaan kızım.' dedi anası.
'Ben yok mu dedim sanki? Gerçi o zaman çok küçüktü, daha 21 yaşındaydı. Onun işi yoktu bizim de hazırlığımız. Gene de bir yolunu bulur, bir şeyler ederdim ya, baban işte!'
Ana ve iki kızı derin bir sohbete daldılar. Tek konu Ahmet'ti. Bir an önce baş göz edilmesi lazımdı. Kız görmeye gitmiyordu; düğünde bayramda gösterdiklerini beğenmiyordu, üstelik köylü de akraba da istemiyordu. 28 yaşına gelmişti artık. İşini gücünü bulmuş, eşyasını almıştı. Ne istiyordu bu çocuk? Kesin kısmeti bağlıydı.
Öğleden sonra komşu Fadime Hanım geldi. Fadime 50'li yaşlarda, fazlaca konuşkan, tabir-i caizse geveze, her şeye karışan, ama saf bir kadındı, kalbinde hinlik yoktu. Şalvarının saklayamadığı göbeğini sallaya sallaya geldi, hep birlikte oturuldu, konuşuldu, karar verildi. Fadime Hanım'ın söylediğine göre; Tepebaşı Mahallesi'nde yaşayan bir kadın çok iyi fal bakar, kısmet açarmış. Hep birlikte çıktılar evden, yüz elli metre yürüyerek ana yola çıktılar. On dakika sonra dolmuş geldi.
Ağustos sıcağı iyiden iyiye kavuruyordu ortalığı. Dolmuştaki ağır ter kokusuna aldırmadan sıkış tepiş bindiler. Oturacak yer bulmak ne mümkün? Tıka basa doluydu içerisi.
Bir süre sonra varacakları yere gelmişti dolmuş. Dış boyası solmuş grimsi bir apartmanın önünde, köşede indiler. Fadime Teyze önde diğerleri arkada, bir süre yürüdükten sonra kenar mahalle sayılabilecek bir muhitte, kırık dökük bahçe duvarına yapılmış tahta bir kapıdan içeri girdiler.
Üst başları kirden görünmeyen iki çocuk koşuşturuyordu bahçede. Boyasız, demir dış kapı gıcırtıyla açıldı. Orta yaşlı bir kadın 12?13 yaşlarındaki kıza bağırdı.
'Kız Emine, boyu bosu devrilmeye. Bıldır bıldır memelerin çıktı, daha erkeklerle oynuyon, çabuk gir içeri!'
Gelen misafirleri fark etti sonra.
'Buyurun hoş gelmişsiniz.'
İçeri girip gösterilen sekiye iliştiler. Fadime Hanım, hemen konuya girdi, sebebi ziyaret anlatıldı. Yaşlıca kadın dinledi iyice bir. Arkada bulunan ahşap sandığı açtı. İçinden bir kutu daha çıkardı. Kapattı gözlerini. Dualar etti önce. Ardından öptü küçük sandığı. Açtı. Anahtarı üzerinde koca bir halka kilit çıkardı içinden. Ardından.
'Ahmet'in bahtını açtım gitti!'
'Ahmet'in bahtını açtım gitti!'
'Ahmet'in bahtını açtım gitti!' diye üç kez tekrarladı.
Kilidi açıp kilitledi, yeniden açıp kilitledi. Adettir, diye on lira bırakıp gittiler. Dışarı çıktıklarında Ayşe gülmemek için kendini zor tutuyor, annesi ve ablası Fadime Hanım duymasın diye, Ayşe'ye kaş göz işareti yapıyordu.
...
Aradan 15 gün geçmişti. Bu sevimli, samimi mahallede konu komşunun tek çabası Ahmet'i baş göz etmek olmuştu. Dâhiyane bir fikir bulmuşlardı bu arada. Şıh Mehmet Hoca'nın yaptığı ancak Ahmet'in takmadığı muskayı gizlice en çok sevdiği kıyafetin içine gizlice dikmişlerdi. Ayşe ve Sultan ablası son zamanlarda Ahmet'e bu kıyafetin ne çok yakıştığını tekrarlayıp duruyorlardı. Bu akşam bir akrabalarının düğünü vardı. İki tane kız tavsiyesi alınmıştı. Düğüne gitmeye pek niyeti yoktu Ahmet'in, ama babasının işi olduğunu söylemişler, 'kadın kısmı yalnız olmaz!' deyip ikna etmişlerdi.
Müstakil bir evin bahçesine sandalyeler kurulmuş, ortaya seyyar elektrik çekilmiş, üç beş ışığın altında insanlar kendinden geçmiş oynuyordu. Orkestra olan kuvveti ile çalıyor, gürültüsü birkaç mahalle öteden duyuluyordu. Gelin ve damat birer sandalyeye oturmuş, önlerine küçük bir sehpa konulmuş, üzerine basitinden bir çiçek kondurulmuştu. Bayanlar ön tarafları doldurmuş, erkekler de arka sıralardan ayakta oynayanları izliyordu. Ahmet önce annesi ve kız kardeşlerine sandalye ayarladı. Onları önlere yerleştirdikten sonra, kendisi arkalarda bir yere dikildi. On beş dakika geçmişti ki, kız kardeşi kaş göz işareti ile yanına çağırdı. Ayşe kulağına fısıldadı ağabeyinin.
'Abi bak! Geçen gün bahsedilen Selim Usta'nın kızı Derya. Oyuna çıkaracağım şimdi onu.'
Pek de oralı olmaz bir tavır takınıp, başını salladı. Sonra yerine döndü. Umursamaz gibi yapsa da aslında bu ilgi hoşuna gidiyordu. Ardından bir kız daha gösterdiler Ahmet'e. Gece düğünden geldikten sonra epeyce bir süre kız muhabbeti yapıldı. Ahmet hiçbirine olur demiyordu. Sultan ablası, Ayşe, annesi, hepsi birden üstüne geliyordu. Annesi gösterdikleri kızları övmeye başladı.
'Oğlum ne istersin anlamadım ki. Şu Selim Usta'nın kızı Derya. Fıstık gibi kız maşallah; al benizli, irice, babayiğit. Yürüdüğü yerden ses getirir. Öteki desen; yaptığı kanaviçeler, oyalar, işlemeler herkesin dilinde. Oya sandığı, camekânı dolup dolup taşar. O da babayiğit, hem de alımlı.'
Güldü Ahmet. Bir süre sonra sıkılmıştı.
'Ben yatıyorum.' diyerek geçti odasına.
'Yok, bu oğlanın kısmeti kapalı; bir çözüm bulmaktan başka çare yok.' diye düşündü annesi.
Sonraki haftalarda yeni teknikler denenmeye devam edildi. Kırk kişiden toplanan para ile alınan yüzüğü birkaç günlüğüne Ahmet'e taktırmaya çalıştılar. Ahmet uyuduktan sonra kırk kişiden toplanan para ile alınan yorgan üzerine örtülmüştü. Bir gece Ahmet eve gelmeden önce kapının eşiğine bir cam sürahi su koymuşlardı. Ahmet görmeyecek ona çarpacak, sürahi kırılacak ve Ahmet'in kısmeti açılacaktı. Maalesef şu ana kadar hiçbir netice alamadıkları yöntemlerdi.
O gün öğleden sonra Fadime teyze telaşla çaldı kapıyı. İçeri girip güzel haberi verdi.
'Valla eski komşum söyledi. Üç ay önce mahalleye yeni birileri taşınmış. Çok güzel kızları varmış. Bir görenin bir daha bakası gelirmiş. Söylendiğine göre iki yıllık üniversite bitirmiş. Boylu poslu, endamlıymış. Oğlanı razı ederseniz ben telefon eder görüşürüm. Ahmet'in annesi yeni haberlere heyecanlansa da, içinde huzursuzluk vardı. Ahmet'i nasıl ikna edecekti. Ahmet her zamanki gibi eve geç geldi. Annesi, ablası ve küçük kardeşi Ayşe toplanmış fısıldanıyorlardı. Ahmet 'Yine bir şeyler var ya, dur bakalım.' diye geçirdi içinden.
Önüne konan yer sofrasında yemeğini yedi, sonra sedire çıkıp babasının yanı başına kuruldu. Baba, her zamanki gibi ağırbaşlıydı. Onun yanında böyle şeyler konuşulmazdı. Ya da en son öğrenir, bilmesi gerektiği zaman duyardı. Bir süre sonra babası da bir şeylerin döndüğünü anlamış, sessizce yatak odasına çekilmişti. Baba gider gitmez vakit kaybedilmeden konu tekrar açıldı. Annesi ve kız kardeşleri daha görmedikleri bir kızı öyle anlatıyorlardı ki, Ahmet gidip görmüş kadar oldu. İlk kez bir kızın tahsilinden bahsediliyordu. Başka yerden şehre yeni taşındıklarını anlattılar. Hakkında ne çok şey biliyorlardı. Aslında biraz da cazip gelmişti. Yumuşaklığını hisseden annesi ve kardeşleri daha da üstüne gelmişler, Ahmet'i en azından kızı görmeye ikna etmişlerdi.
Sabahı zor ettiler. Hemen Fadime teyzeye haber verildi. Öğleye doğru Fadime teyze her işi halletmiş olarak evlerindeydi.
'Tamam, komşum oldu bu iş!' diye söze başladı:
'Önce biraz tuhaf karşıladılar ama Tanrı misafiriyiz ikram edecek bir çayınız da mı yok? Akşam bir bardak çayınızı, bir fincan kahvenizi içmeye geliyoruz, deyince mecburen ?buyur' ettiler' diye devam etti.
Ahmet kızı beğenirse, karşı tarafın tereddütleri boşuna; işli, güçlü, maaşlı, yakışıklı, daha ne isteyebilirlerdi? Hepsinin içini heyecan kapladı. Mahallenin yağız delikanlısı Ahmet için kız görmeye gidilecekti.
Akşam olmak bilmiyordu, her zaman koşan saatler bugün geçmek bilmedi. Nihayet Ahmet, akşamüzeri eve geldi. Annesi, kardeşleri onu kapıda karşıladı. Hemen içeri aldılar. Alelacele yemeğini verdiler. Ardından çoktan ütülenmiş olan pantolonu ve gömleği geldi. Yanında kravatsız olmazdı. Ahmet ısrarla bu mevsimde, bu sıcakta kravat takmamaya diretiyordu. Olmuştu, zorla o da olmuştu. Mecburen ikna olmuştu Ahmet. Sultan Ablası;
'Eee, hani senin parfümün?'
'Amaan abla, ne gerek var ya!'
'Olur mu hiç?' Hızlı adımlarla odasına gidip bir parfüm seçti ve boyda boya sıktı kardeşine.
'Abla yeter' dedi Ahmet.
Saat sekiz buçuk civarı kapının önüne anca çıkabildiler.
'Abiiiiiiiiii.' Herkesin gözü Ayşe'ye yöneldi bu defa.
'Abi bu ayakkabılarla mı gideceksin Allah aşkına? İnsan bir boyatır bunları.' Sonra mutfağa geçti. Bir bez alıp döndü. Abisinin ayakkabısını iyice sildi. Son hazırlıklar da bitince çıktılar dışarı.
Araçları yoktu. Bahsettiklerine göre evleri en fazla 2?3 km uzaklıktaydı. Yürüyerek de gidilebilirdi. Fadime teyzenin evine vardılar önce; kapıyı çalmalarına gerek kalmadan çıktı dışarı. O da süslenmiş püslenmişti. En az diğerleri kadar heyecanlıydı. Hep beraber yürümeye başladılar.
Ağustos ayı sıcakları iyice bunaltmış, havadaki aşırı nemden dolayı insanlar durdukları yerde terliyordu. Ara sokaklardan ilerlediler. Mahallenin meraklı bakışları arasında hedefe doğru gidiyorlardı. Bir süre sonra büyükçe bir bahçe içerisine oturtulmuş, tek katlı müstakil bir evin önüne geldiler. Bahçe kapısından girip, sıralı portakal ağaçlarının arasında bulunan patika yoldan yürüyüp evin kapısına geldiler. 70 yaşlarında yaşlı bir teyze kapıyı açtı. Şöyle bir süzdü gelenleri.
'Buyrun, hoş gelmişsiniz.' dedi.
Üzerlerindeki ağır parfüm kokuları eşliğinde içeri girdiler. Hürmetle karşılayan ev sahipleri onları salona aldı. Elli beş yaşlarında bir kadın girdi odaya. Muhtemelen gelin adayının genç annesiydi, yani müstakbel kayınvalidesi olacaktı Ahmet'in. Şöyle bir süzdü gelenleri. Başında bulunan yazmasını toparlayıp yaklaştı, her birine 'Hoş geldiniz.' dedi, öpüştüler. Ahmet'e şöyle bir baktı.
'Sende hoş gelmişsin oğlum.' dedi uzaktan. Ağustos sıcağına rağmen takım elbise ve kravatlı oğlandaki bu şıklığa anlam verememişti. Biraz sonra evin Bey'i geldi. Hoşbeşten sonra başköşeye geçip oturdu. Yaşlı annesi sıkıştırdı bir köşede kadını.
'Niye gelmiş bunlar?'
'Ne bileyim anne.' dedi kadın hızlı adımlarla mutfağa giderken. Tekrardan misafirlerinin yanına döndü. Adam ve kadın ara sıra göz göze geliyorlar, ikisi de bu misafirliğe anlam veremiyordu. Zaman geçiyor ama gelin adayı odaya bir türlü gelmiyordu. Ahmet oturduğu yerde terliyordu. Kendisinden kat kat büyük müstakbel kayınbabası ile ara sıra ilgisiz konulardan konuşuyorlar, ardından ortalığı sessizlik kaplıyordu. Saat artık 9.30 olmuş, beklenen muhteşem an gelmişti. Gelin adayı sonunda odaya girmiş, kadınlarla öpüşmüş, 'Hoş geldiniz.' demişti. Ahmet'e de şöyle bir bakmış ve 'hoş geldiniz.' deyip o da mutfağın yolunu tutmuştu. Gerçekten de güzel kızdı. Uzun boylu, beyaz tenli, uzun siyah saçlı, iri çekik gözleriyle alımlı hoş bir kızdı. Garip olan gelin adayının eşofman benzeri bir kıyafetle karşılarına çıkmış olmasıydı. Büyük ihtimal kendisine bakmaya geldiklerini bilmiyordu. Kolunda da bir çift bilezik vardı. Parmağında yüzük, küpeleri Ahmet'in aklına soru işaretleri bırakmış, annesinin yüzüne bakmaya başlamıştı.
Gelin adayı elinde kahve tepsisi ile yeniden girdi içeri. Tek tek kahveleri dağıttı. Ahmet'in annesi şöyle baştan aşağı süzdü.
'Maşallah, maşallah. Pek de güzelmiş kızımız.' dedi. Kızın babaannesi bir iç çekti önce, ardından,
'Heee güzeldir benim torunum. Bahtı güzel olsun artık, ne de olsa misafir sayılır.'
Merakla sordu Ahmet'in annesi:
'Hayrola, bir yerlere mi gidiyor kızımız?'
'Gidiyor yaa? Haftaya düğünü var. Taa Bursa'ya gelin gidiyor. Bundan sonra artık senedeeeen seneye!'
Ahmet, Ahmet'in annesi, ablası Sultan, kız kardeşi Ayşe şaşkın şaşkın birbirlerine baktılar. Ahmet elindeki kahve fincanına daha bir sıkı sarıldı düşürmemek için. Hepsinin rengi değişmişti. Hâllerini belli etmemek için üçü de gayret gösteriyordu. Bakmaya geldikleri kız nişanlıydı ve haftaya düğünü vardı. Kızın babası sordu bir süre sonra.
'Efendim misafire sebebi sorulmaz, merakımızı hoşgörün.' dedi.
Kem küm ettiler. Kahvelerini zor bitirdiler. Ardından evden kaçar gibi uzaklaştılar.