Körebe
Ellerimle gözleri sandığım iki hafif çukuru yokladım. Lakin cansızdı bunlar. Emindim. Parmaklarımın ucunu girintili çıkıntılı bu iki deliğin içerisinde ve çevresinde bir müddet gezindirdikten sonra ellerimi sola doğru kaydırdım. Başka bir şeyler daha olabilirdi. Tekrar az önceki iki çukura döndü parmaklarım. Ve hafif bir şaşkınlıkla bir de salakça bir iç geçirişle vazgeçtim düşündüğüm şeyin olabileceği korkusundan. Tekrar başka taraflara doğru kaydırdım parmaklarımı. İşte ufak bir kıymık batmış olmalı. Canım çok fena yandı. Parmağımı ağzıma götürdüm hemen. Benden çıkan kan düşmemeli yere işe yaramasa da geri bana gelmeli. Parmağımı acı içinde bir iki kere emdim. Sonra arta kalan ne varsa-tükürük veya kan-üzerime şöyle bir gezdirdim. Artık beyaz değildi belki üzerimdeki şey. Bu sefer gerçekten dayağı hak ettim. Annem mahvedecek beni. Neyse silmeliyim bu fikri kafamdan. Tekrar işe koyuldum. Parmaklarımla ne var ne yoksa dokunmaya başladım. İyi de ses yoktu ki. Nereye gitti ki bunlar? Hani bir iki fısıltı duyardım en azından burada olsalar ya... Neyse dur bakalım. Yanlış bir yere mi geldim acaba? En son... En son bir kapının önündeydim. Tahta bir kapı... Nasıl yani? Bizim evde tahta kapı mı vardı? Belki de vardı. Sürekli baktığım için pek fark etmemiş olabilirim. Yoksa gözlerim yok diye mi onun tahta olduğunu anladım? Acaba gerçekten haksızlık mı ettim gözlerime ki? Onlar kendi işlerini yaparken bana hizmet eden akıl avare miydi halinden? Peki, ellerim olmasa neyin farkına varabilirdim? Belki de kapının demir halkasının olduğunun. Peki, bunu nerden öğrendim ki şimdi? E elimle açtım ya kapıyı kulaklarımı sağır etti ya halkanın kapıya tekrar tekrar vuruşu. Hay Allah neler düşünüyorum alt tarafı tahta bir kapı... Yapmam gereken şimdi şu sahtekârları bulmak. Nerede olabilirler ki? Ses etmesem iyi olur. Zaten körüm! Beni görürlerse benden hızlı kaçabilirler. Parmaklarım... İşte bir şey... Ne bu? Bu tuttuğum yoksa? Yasemin'in saçlarımı? İşte şimdi yakalandın yasemin. Böylesi kolay bir yerde olacağını düşünmemiştim inan. Dur hafifçe saçlarının telinden çekeyim de sesi ele versin kendini. 'Ah!' ne oldu ya? Benim saçım mı ki bu? Nasıl olur ama ya? Benim saçlarım... Saçlarım... Ah! Bunlar benim mi? olamaz ki böyle bir şey. Böyle bir şey olamaz ki? Naaa... Nasıl yani ya? İşte tutuyorum ucundan tellerini hafif çekiyorum. Ah benim canım yanıyor. Derin bir nefes almalıyım. Rahatlamam lazım. Parmaklarım... Uçlarını saçımın arasından çıkarıyor bir yer arıyorum. İşte bir iskemle... Altıma çektim oturuyorum. Ellerimi saçlarıma attım tekrar. Şaşırmak istiyorum. Alt üst olmak istiyorum ama hayır. Az önceki saçlar benimmiş. Ben ebe olurken kısalardı. Rahat rahat nefes almalıyım. Biraz sakin olmalıyım. Saçlar benim değil. Benim değil. Benim... Aman Allah'ım benim saçlarım bunlar. Gözlerim... Gözlerim yok yerinde. Ellerimi kaldıramıyorum sadece parmaklarım var. Parmaklarımla gözümdeki bağı çözüyorum. İşte bir bağ daha... tekrar çözüyorum gene bir bağ... Gene... Gene... Gene bir bağ daha... Yoruluyorum sonunda hıçkıra hıçkıra korkudan ağlıyorum. Dizlerimi içime çekiyorum. Gözlerimdeki bu bağlar gitmeyecek. Sonra sakinleşmeye çalışıyorum. Derin nefesler... Derin nefesler art arda... Ama nafile! Bir an soluklarım hızlanıyor. Burun deliklerim büyüyor iyiden iyiye. Bir müddet sonra kulağımda bir uğultu duyuyorum. Gözlerimin önündeki bağı çözmeye çalışıyorum. Olmuyor yine! Ayağa kalkıyorum geldiğim yönü bulmalıyım. Yürüyorum ama kapı yok. Deminkinden fazlaca yürüyorum ama yok. Kapı yok orada. Yürüyorum usanmadan. Bir ara uçuyormuşum gibi... Ama ne yasemin ne elif ne de Sümeyye... Hiçbiri yok. Beynimde birileri düğün yapıyor sanki. Bir müddet zonkluyor başım. Sonra uğultu tüm bedenimi sarıyor. Ayak parmaklarımdan beynime kadar, saç tellerime kadar tırmanıyor. Beynimi toz tanecikleri gibi uçuruyor. Rüzgârın alacasına karışıyor her zerrem. Bir ahenk yükseliyor ardım sıra. Topraktaki heyecan naralarını duyuyorum işte. Meleklerdeki bahar kokulu bakışları görüyorum. Beynim ve tenimdeki her zerrem uçuşuyor rüzgârın alacasında. Her hangi bir zerresindeki hayat bir çiçeğin teninde şimdi... İşte bir arı... Sonsuz kere yolculuk başlıyor gene...
tema güzel kelime haznesi çok geniş cümle kurma kabiliyeti oldukça yüksek insanı sürükleyen aynı zamanda hissettiren bir öyküydü.
bana göre tek kusuru yazıların ardı ardına gelmesiydi,arada parağraflar açılmalı ve öyküdeki dizeler bu kadar bir bir içine girmemeliydi.
peki bu öykünün içeriğini etkiler mi elbette ki hayır. keyifle okudum öykünüzü kutlarım Abdullah bey saygılar.