Köyde Yetişkinler Eğitimi (b.ö.r.-27-)

Kentlerde yaşayanlar, özellikle entel kesim arasında şöyle bir yargı vardır. Ülkemizin kırsalında yaşayanlar, hele engin otlaklarda, yüce dağ başlarında, önünde sürüsü ve çomar köpeği, elinde yanık sesli kavalı ile çobanlar mutlu insanlardır kentlerde yaşayanlara göre. Köylü tarlasıyla, bağıyla meşgul, günlerini tüketir. Önündeki sürüden sorumludur çoban. Kentlerde oturan, geçimini, emeğini satarak sağlayan işçi ve memurların sıkıntılarını fazlaca tanımaz kentlerde oturmayanlar. Sabahleyin erkenden işe, akşamleyin işten eve dönerken yaşanan Arap sacına dönmüş trafik sorunu yaşanmaz kırsalda. Hava kirliliği, fiyat artışları, ay sonunu iple çekme zorlukları kent halkının karşılaştıkları günlük olgulardır. Bunlardan kaçış yoktur. İşçi-işveren, amir-memur arasındaki yüzyıllardır süren çelişkiler yaşanır bacalarından dumanlar tüten fabrikaların bol olduğu kentlerde. Üstüne üstlük kent insanı okur. Ülke ve dünya sorunlarına kafa yorar. Hele bizim ülkemiz gibi aksak-topal yürüyen demokrasinin on yılda bir askeri darbelerle vahamete uğruyorsa ört ki, ölem durumları yaşanır aydın ve sanatçı kesim adına. Entel kesim der, köylü ve çoban rahat ve huzurlu yaşar. Kırsal kesimdekiler söyler kentliler gönenç içinde. Derken hepimiz ılık bir sonbahar gününde yeni olaylara gebe bir güne merhaba dedik. Öyküm, güzel ülkemde, 12 Eylül 1980 yılında yapılan, askeri darbe altında yaşanan yıllarla ilgili.

Darbe yapıldı. Siyasi parti liderlerimiz yurdun farklı yerlerinde güvenceye alındı. Toplu gözaltına alma ve tutuklamalar yapıldı yurdun yedi iklim dört bucağında. Köy okulumda bu olayları birebir yaşamadım gerçi. Haber kaynağım radyo ve aybaşlarında maaş almak adına kente gidebildiğim zamanlar, alabildiğim gazetelerden ibaret. Buna karşın uygulamalarla ilgili kahve kültürüne has anlatılar gırla gidiyor. Köy sakin. Herkes işinin başında. Tarlasına gübre serpiyor, çitini onarıyor çoğusu. Kışlık un için ayırdığı buğdayları fabrika değirmenine taşıma köyde yapılan rutin işler. Çiftçinin işleri sürekli başından aşkın. Vel hâsıl köyde iş bitmez hiçbir zaman. Bu yıl bitirilemeyen işler gelecek seneye ötelenir. Bunun için bir köylünün karnı yarılsa içinden kırk adet gelecek yıl çıkar sözü boşuna söylenmemiştir.

Köylerimizde kitap, gazete okuyana pek rastlanmaz. Evinde radyosu olan aile sayısı çok azdır. Dinlenen haberler bellidir. Yıllardır çözülemeyen Kıbrıs görüşmelerine devam ediliyor. Komşumuz Yunanistan ile kıta sahası sorunumuz için henüz bir çözüme ulaşılamadı. Bütçe açığını kapatmak adına bu yıl da yurt dışında çalışan işçi kardeşlerimizden daha fazla döviz girdisi bekleniyor. Enflasyondaki yükselme oranı üç haneli rakamları zorluyor. Haberleri olmazsa olmazı; anayasamızı silah zoruyla değiştirmeye kalkan örgüt mensupları silahlarıyla birlikte yakalandı. Hemen hemen her gün tekrarlanan bu haberleri pek dinleyen de olmaz köylerde.

Çobanlar ise daha rahat bir yaşam sürer, kaygıdan stresten uzak. Hele güneşin altın ışıklarının dünyamızı terk ettiği akşamın yaklaştığı saatlerde kendisini ve sürüsünü karşılayan ahu gözlü bir yavuklusu varsa daha ne ister çoban kısacık ömründe bu yalancı dünyada. Ya da kavalının yanık sesine meftun olan bir güzel yollarını gözlüyorsa. Elbette çobanların yaşamları gıpta edilir. Bu bağlamda entel kesimin söylediği, köyde oturanlar ve dağ başlarında sadece sürüsünü düşünen çobanların; kentlerde yaşayan, okuyup-yazan, mürekkep yalayanlara göre daha mutludurlar görüşü doğru olsa gerek.

Köy yaşamı dış dünyaya kapalı. Askeri rejimin kent merkezine uzak, ulaşımı olmayan, elektriksiz, öğretmenlik köyümde günlük yaşama hiçbir etkisi olmadı. Meslekte on yılımı çoktan tamamladım. Yılan hikâyesine dönen bir türlü başaramadığım atanma olayını istemeyerek rafa kaldırdım.

Bin dokuz yüz altmışların sonunda başlayan sanayinin yoğun olduğu batı kentlerine yoğun iç göç yetmişli yıllarda hızını artırarak devam etti. Hala da devam ediyor ya. İş arayan, köydeki yaşamdan daha gönençli bir yaşam hayal eden insanımız, doğu, güney-doğu ve Karadeniz bölgelerinden şehirlere akın ettiler. İstanbul, Bursa, Sakarya, Kocaeli benzeri iller çokça göç almaya başladı. Biz öğretmenlerde bu göç kervanına katıldık. Batıda hayal ettiğim olanaklarla bezeli bir köy bulamazsam bile eninde sonunda kente ayak atacaktım. Batıya, çocuklarımın eğitim hayatını düşünerek gelmiştim. Öğretmen maaşları belli. Kente atamam yapıldığında karşıma konut sorunu çıkacak. Kent yaşamı masraflı. Ayrıca yüklüce bir de kira parası ödersem benim için küçük kıyamet düdükleri erkenden çalacaktı. Kocaeli'nde görev yapan, girişken memur bir akrabamın öncülüğünde bir yapı kooperatifi kurduk. Köyde sosyal bir yaşam yok. İlginçtir. Maaşlarımdan biriktirdiğim paraları kuruşuna kadar babama teslim ettim. Bu uygulamamı sekiz yıl aralıksız sürdürdüm. Son birkaç yıldır elimde kalan paraları ve eşimin düğünden kalan birkaç parça altınını paraya çevirip konut kooperatifine yatırdım. Masrafları iyice kıstık. Maaşımın yarısını ihtilafsız konut sevdasına harcıyorum.

Askeri rejimin etkileri köyde yoğun biçimde hissetmedim. Köylülerce gelen ağam, giden paşam. Siyasi faaliyetler tamamen yasaklanmış durumda. Bu olgu kimin umurunda! Ülkede, yıllarca hükümet olan sağ iktidarlar; öğretmenlerin ezici çoğunluğunun örgütlendiği benim de üyesi olduğum Töb-Der'e hiç sıcak bakmadı. 1980'de acilen kapatıldı. Bin dokuz yüz yetmiş bir askeri darbesi ile yönetime el koyan askeri rejim, grev ve toplu sözleşme hakkı olmayan Tös'ü kapattı. İktidarların borazanlaşan propagandaları sonucu Tös ve Töb-Derliler, genelde, köylerde, sözüm ona; çok bilgili, ülke sorunlarına vakıf sivri dillilerce ülkeyi Sovyetlere bağlamak isteyen birer vatan haini gözüyle görülüyordu. Uzak köylerde yaşayan bizler kendimizi güvencesiz, yalnız hissediyorduk. Gerçekten yalnızdık. Arkadaşlarımız hakkında çoğu kez mesnetsiz imzasız ihbar mektuplarının ilçeye gönderildiği olaylarını sık sık duyuyorduk. Mevcut iktidara yanaşan bazı çapsız muhtarlar da öğretmenlere baskı uyguluyordu. Böylesi baskılardan elbet ben de nasipleniyordum, görevim hiç aksatmamama karşın...

Oysa olaylara sol cepheden bakan ve yorumlayan bizlerin ülkemizin olabildiğince tam bağımsızlığı, kendi öz kaynaklarıyla kalkınma ülküsünden farklı bir düşüncemiz yoktu. Emeğin sömürülmemesini, başöğretmen Atatürk'ün hedeflediği Türk kültürünü çağdaş uygarlık düzeyine yükseltme çabasına girmiş eğitim ordusunun birer meçhul askeri olarak görüyorduk kendimizi. Bu savaşımımızda anlaşılamadık. Aramıza kışkırtıcılar sızdı.

Askeri rejimde köylerdeki mesnetsiz baskıları göreceli olarak hissetmedik. Geçen yıllar içinde hükümet olan mevcut iktidarlar bütçeden eğitim-öğretim kalemlerine giderayak daha az para ayırır oldular. Okullarımızın fiziki yetersizlikleri giderme, onarım, bakım ve tamir giderleri karşılamaz hale geldi. Askeri rejim bu sorunlara geçici de olsa güzel bir çözüm üretti. İlimizdeki okulların çeşitli giderlerini karşılamak adına okullarımızı ilde faaliyet gösteren sanayi kuruluşlarına kardeş okul olarak ilan etti. Devir, Evren devri. Evren'in kılıcının önü ve arkasının kesmediği taş yok. Emir demiri kesiyor. Fabrikalar isteyerek ya da istemeyerek bizleri küçük kardeş olarak kabul ettiler.

Okulumuzun kapsamlı bir onarıma gereksinimi var. Köy ihtiyar heyetinden bir arkadaşı yanıma alarak kardeş fabrikamızı ziyaret ettik. İhtiyaç listemizi ilgililere sundum. Kısmetimize küçük bir fabrika düşmüş. Fabrika müdürü, olanakları oranında bize yardım edeceğini söyledi. Kapıların ve pencere çerçevelerinin yenilenmesi olanaklı olmadı. Yine de hayli yardım gördük fabrikamızdan. Köydeki gençlerle seferber olduk. Okul duvarlarındaki çatlakları onardık. Badana yaptık. Sınıfımız yeni yapılmışçasına pırıl pırıl oldu. Malzeme giderlerimiz fabrikaca karşılandı.

Evren paşa, başına taktığı fötr şapka, eline aldığı bir baston ile şeklen Atatürk'e benzetti kendisini. Okul bahçelerine Atatürk büstü koydurtarak güya ülkeye iyilik yaptı. Özdeki yapılan icraatlerin Atatürkçülükle hiçbir ilgisi yoktu. Devlet kademelerindeki Atatürkçü kadrolar tasfiye edildi. Hatta Atatürk'ün kurduğu Türk Tarih ve Türk Dil Kurumlarını netekim kapattırdı sayın paşamız!

İlginçtir, bu arada ülkede yeni bir okuma-yazma seferberliği başlattı askeri iktidar. İlçeden gelen yazıda, valilik emri olarak biz öğretmenlerden öncelikle köylerimizdeki okur-yazar vatandaşların tespit edilmesi isteniyordu. Öğretmen-muhtar ve imam birlikte on dört yaş üstü okur-yazar olmayan tüm vatandaşları tespit edilecek. Bunlar arasından, on dört-kırk beş yaş arasında olanlara Halk Eğitim Müdürlüğü işbirliğiyle öğretmene okuma-yazma kursu açması emrolunuyordu. İstenileni harfiyen uyguladım. Ta bin dokuz yüz otuzlu yıllarda köyümde okul açılmasına karşın yine de bir sınıfı dolduracak sayıda kırk beş yaş altı kadının kursa kaydını yaptım. Köyde erkeklerin bu bağlamda sorunu yoktu. Bu kez genç kadınlar öğrencilerim oldu.

Köy çocuğuyum, ezilmişlik, utangaçlık adeta ruhuma işlemiş. Öğrencilik yıllarımda, mahdut sayıdaki kız arkadaşlarla değil baş başa sohbet etmek neredeyse konuşmamız hoş karşılanmazdı. Köy öğretmenliği yıllarımda muhatap olduğum velilerim hep babalar olmuştur. Kursun başlarında ayaklarım beni sınıfa taşımak istemiyor. Kadınlardan hayli utanıyorum. Yetişkin öğrencilerimin çoğunu ilk kez görüyorum. Sınıfa eşimle birlikte girerek kursu başlattım. Utanma duygusunu kısa sürede üzerimden atarak cümle yöntemiyle yetişkinler eğitimini sürdürdüm. İlk günlerde kalem tutmakta zorlanan, yazdıkları yazıları satır çizgisine oturtamayan benim öğrenmeye, aydınlanmaya susamış güzel yurdumun güzel insanları kısa sürede görevlerini benimsediler. Her gün durumlarını ileriye götürmek adına birbirleriyle yarışır hale geldiler. Halkımın okuması, aydınlanması özlemimi çektiğim bir olgu. Bu uğurda somut bir çalışmanın içinde olmakla uçsuz bir sevinç duydum. Kurs bitiminde, eksiksiz, tüm kadınlar konuşur gibi olmazsa bile heceleyerek okuma ve yazmayı başarmışlardı.

Köyde öğrenciler, yetişkinler eğitimi derken zaman geçiyor. En nihayet köylerimize elektrik bağlandı. Işığa, aydınlığa kavuştuk. Yıllarca özlemini çektiğim çocuklarımla bir arada televizyon izleme arzum gerçekleşecekti. Komşu köyde akülü televizyonları zaman zaman izlemeye giderken kalbim evimde, çocuklarımın yanında kalırdı. Köylülerimin ekonomik durumları yeterli. İlk atandığımda köyde sadece iki ailede traktör vardı. Geçen zaman içinde her aile bir traktör sahibi olmuştu. Ekonomik koşullarımı zorlayarak köye ilk televizyonu getiren oldum. Daracık lojmanımda özellikle akşamları komşularla, sektirmeden tek kanal TRT'nin yayınlarını kapanıncaya kadar izledik günlerce.

Ülke ufuklarını kesif bir sis kapladı. Özgürlükler adına atmosferimiz karanlıklara büründü. Sinema ve televizyonlarda izlenen korku filmlerinin gerçek sürümlerini yaşadık yurttaşlar olarak askeri rejim altında. İnsanımızın yaşadığı olaylara örnekler vermezsem öyküm güdük kalır. Şövenist duyguları pohpohlamak değil amacım. Artvin, doğup büyüdüğüm il. Bizde halk okullaşmaya cumhuriyetin kurulduğu yıllardan başlayarak gerekli özeni göstermiş. Artvin Türkiye'nin okuma-yazma düzeyi en yüksek ili. Asker yönetim benim ilimdeki tüm öğretmenleri hallaç pamuğu gibi yurdun dört bir bucağına dağıttı. Tutuklanıp işkencelere tabi tutulanlar bir başka öykü konusu. Yurdun değişik bölgelerinde yaşayan Artvinliler yaz tatilinde memleketimize gitmekten korkar hale geldik. İzmit'te oturan Artvinli emekli bir öğretmen anlatıyor:

'Görevde olan bir öğretmen yaz tatili için memlekete gidecek olmuş. Önce İzmit Askerlik Şubesine uğrayıp kendisinin hiçbir olayla ilişkisi olmadığına dair bir belge ister ilgililerden. Artvin'de tutuklanacağı kuşkusunu taşıdığından yakınır. 'Şubedeki yetkili, git be arkadaşım, senin başka işin mi yok.' Diyerek Artvin'e gitmek isteyen öğretmeni teskin eder. Böylesi gerçek olgular çok yaşandı. O yıllarda ben de memlekete gidiyorum. Yanımda öğretmen ağabeyini ziyaret etmiş lise mezunu genç bir hemşerim var. Otobüsümüz Karadeniz'in sahil illerini bir bir geçip Artvin'e yaklaşıyor. Bu arada genç arkadaşımın konuşma biçimi değişiyor. Kelimeleri yarım yarım telaffuz ediyor. Yüzü aklaşıyor. Arkadaşımı tutuklanma kuşkusu sarıyor. 'Ağabey diyor, acaba Artvin'e vardığımda tutuklanacak mıyım?' Hopa ilçemiz girişinde bir tünel var. Sürücümüz tünel girişimde acı bir klakson çalıyor. Tüm yolcular kısa bir süre şok yaşıyoruz. Acaba aramızda aranan birisi mi var? Askeri bir operasyonun ortasında mı kaldık diye korku yaşıyoruz. Yolculuk boyunca sık sık kimlik kontrolüne tabi tutuluyoruz.

Yolculuğumuz bitiyor. Artvin'e varıyoruz. Tutuklanma olmuyor. İlçem Şavşat' gidinceye kadar yetmiş kilometrelik yolda birkaç kez kimlik kontrolünden geçerek köyüme varıyorum. Böylesi kontrollerde yaşanmış gerçek bir olayı anlatmak isterim. Artvin'e giden bir taşıtta askerler kimlik kontrolü yapmakta. Bir er üssüne seslenir, 'Komutanım, bir öğretmenle karşılaştım, hem de Şavşatlı. Ne yapayım?' Neler! Neler yaşadık bu güzel ülkenin gök kubbesi altında...

Memleket güzel, yeşillikler içinde. Fakat yıllara yayılan iç göç ve askeri yönetim köyümün kimyasını bozmuş. Düğünlerde halaylar çekip eğlendiğimiz, yayla düzlüklerinde top koşturduğum arkadaşlar yok artık köyümde. Cuma günü camiye gidiyorum. Namaz çıkışı ilkokul sınıf arkadaşımla karşılaşıyorum. Askeri darbe öncesi Artvin'de legal memur örgütü Memur-Der şubesinde yönetici olduğundan haberdar olduğum arkadaşın saçları asker tıraşı. Yüz hatları gergin. Sarılıp özlem gideriyoruz. Erzurum'dan, tutukluluktan henüz döndüğünü söylüyor. El ayaları suya hasret kurak topraklar örneği çatlaklar içinde. Daha sonra, memuriyet yaşamına yeniden dönen arkadaşımla boğazlarımız düğümlendi, hayli zaman konuşamadık.

Bu ülkeyi kuranlar, ülkemizi kalkındırmak, Türk kültürünü kısa sürede çağdaş uygarlık düzeyi yükseltmek istiyorlardı. Devletimizin kısaca kuruluş felsefesi böyle. Bu amaçla okullaşmaya ve öğretmenlik kurumuna gerekli önemi verdi devletimizin kurucuları. Yirmili yıllarda büyük çoğunluğu okuma-yazma bilmeyen halk için millet mektepleri açtılar. Fakat geçen zaman içinde eğitim-öğretimin kalitesi düştü okullarımızda. Demokrasi düşüncesini özümseyecek ve yaşatacak kuşaklar yetiştirmede yeterli olunamadı. Eğitim Birliği Kanunu son yıllarda neredeyse rafa kaldırıldı. Dünyada söz sahibi olan çağdaş ülkelerde görülmeyen dershanecilik uygulaması okullarımızın yerini tutar oldu. Demokrasi fikrini, bilim ve akılcı uygulamaları içselleştiremediğimiz için bu güzel ülkede ortalama on yılda bir askeri darbelere muhatap olduk halk olarak. Çözüm, hızla devletin kuruluş felsefesine dönmek, okulları nitelikli kuşaklar yetiştirecek biçimde çalışır hale getirmekten geçiyor. Yoksa kökü dışarda olan, hiçbir zaman ulusal çıkarlarımıza hizmet etmeyen askeri rejimler ve de onların seksenlerde açtıkları göstermelik yetişkinler eğitimi kursları örneği çalışmalarla çağı yakalamak olası değildir.

24 Temmuz 2016 14-15 dakika 208 öyküsü var.
Yorumlar