Küçük Anların Büyüklüğü
Elbise dolabının sol köşesine büzüşmüş, paltoları siper etmişti kendine. Taşınmalar sonrası bir türlü ayarı tutmayan menteşe aralıklarından süzülen ışık, kocaman açılmış kara gözlerine ayna gibi yansıyordu. Elleri ile kulaklarının işlevini yok etmeye çalışıyordu. Ama bu sızıntılar yok muydu işte, sesi de tüm çıplaklığıyla içeri geçiriyordu. Küçük parmaklarının arasından çığlıklar yükseliyordu.
Yankılanan kapı sesiyle sıçradı ve ayaklarını biraz daha karnına doğru çekti. "Giden kim acaba?" sorusu beyninin içini kemiriyordu. Pembeleşen yanaklarının rengi, kıyamet kızılına dönüvermişti. Salkımından kopan sarı üzüm taneleri kadar üzgün görünüyordu. Sessizlikte büyüyen adımlar durmuş ve kapıyı sonuna kadar açmıştı. Kafasını yukarı doğru kaldırdığında gözleri, annesinin ıslak gözleriyle buluştu. Kendisine uzatılan yumuşacık elin yardımıyla dışarı çıktı.
"Acıkmışsındır sen. Gel de doyurayım".
Sanki hiç bir şey olmamış gibi, elele annesiyle mutfağa geçtiler. Zehra, masanın üzerindeki peçeteyi burnunu sık sık çeken annesine doğru uzattı.
Gülbahar, tezgaha dönük yüzünü birden çevirdi ve kızının dizlerinin dibine çöktü. Sıkıca sarıldı yavrusuna. Bir yandan da saçlarını okşuyordu.
Zehra, kendini arkaya doğru çekti ve "Anne, babam bir daha eve gelmeyecek mi?" diye sordu.
Gülbahar'ın korktuğu soru gelmişti. Sanki kelimeler çile olmuş, harfler birbirine dolaşmış gibiydi. Dilinin ucunda çözebilse cevabını verecekti ama bir türlü olmuyordu. Duyguları ıslanmış da düşünceleri ondan okunmuyor gibiydi.
Zehra, annesinin bakışlarından ürkmüştü. Yaz günü bedeni tir tir titriyordu. Gülbahar, iki sandalyeyi de aynı anda arkaya doğru çekti. İkisi de oturdular. Kızının küçük ellerini avuçlarının arasına sıkıştırdı.
- Yavrum. Biliyorsun babanla sorunlarımız var ve bir türlü çözemiyoruz. Bir süre o da ben de düşüneceğiz ve sonra ortak bir karar vereceğiz.
Zehra, elini kurtardıktan sonra ayağa kalktı ve;
"Biliyorum işte! Siz boşanacaksınız. Ayşe'nin anne ve babası gibi".
Gülbahar'ın dudakları sanki bir ton yük altındaymış gibi açılamadı. Gözleriyle konuşmayı denedi ama onlar da sustular. Adım attığı noktada, kızı bir nokta daha geriledi.
Çalan kapının sesiyle ikisi de birbirlerine baktılar. İki yürek sanki aynı yerden atıyordu ve birinin gözleri "keşke babam gelmiş olsa" diğerin ki ise "İnşallah Orhan'dır" diyordu.
Zehra, hoplaya zıplaya antreye doğru koştu ve "kim o" bile demeden kapıyı açtı. Başı önce yana doğru düştü ve sonra arkaya döndü.
"Anne çöpümüz var mı?"
diye seslendi. Gülbahar mutfak balkonundan çöp kovasını aldı ve poşeti apartman görevlisine uzattı.
Usulca kapattığı kapıya sırtını yasladı ve "Keşke Orhan'la anlaşamadığımız her bir konuyu da, şu kocaman siyah çöp poşetlerine doldurup atabilseydim ne güzel olurdu!" diye düşündü.
Zehra, okumayı bile daha sökmemişken sanki annesinin yüreğini satır satır okumuş gibiydi. Elini tekrar uzattı ve "Anne'ciğim haydi gel yemek yiyelim. Acıktım" dedi gülümseyerek.
Tekrar mutfağa doğru yürüdüler. Gülbahar ve Zehra'nın küçücük anlarına sığdırdıkları kırılmış olsa da kocaman düşleri vardı. Belki yine, yeniden, kim bilir...
Değerli Seçki Kurulu'na ve dostlarıma teşekkürlerimi sunuyorum. Selam ve saygılarımla.