Küçük bir öykü bu...
Akşam çökmüş iyice kentin üstüne... Yağmur da yağdığından hava daha da erken kararmış. Genç kız ürkek adımlarla istasyon alt geçidinden geçiyor. Kimseler yok, sağa sola kaçışan kedilerden başka ortalıklarda... Kimselerin olmaması daha da ürkütücü geliyor kıza... Her karaltı bir korku duymasına neden oluyor... Nasıl da korkunç bu mevsimde bu saatlerde bu geçit böyle. Oysa yazın geç saatlere kadar fıkır fıkır hareketlidir burası... Midye dolmacılar, dondurmacılar, mayocular, şişme deniz simitleri topları satan satıcılar... Ve daha kimler kimler... Adım atacak yer bulunmaz. İnsanlar birbirlerine değmeden geçmeyi becemezler. Geçitten çıkınca göz alabildiği kadar deniz uzanır mavili, menekşeli... Yukarıdaki tepeden bakınca açıklardaki kayalıklar menekşe moru gibi görünürmüş Atatürk'e.... Bu yüzden raksını yukardaki tepede içermiş ara sıra... Ve bakıp bakıp denizin rengine adını koymuş bu küçük kıyının..."Menekşe" olmuş adı artık...
Korkunun arasında bunları da hatırlamak neyin nesi... Öyle öfke dolu ki genç kız... Yeni aldığı topuklu rugan ayakabılarının tık tık sesleri eşliğinde hızlı hızlı yürümekte karanlık sahildeki asfaltta... Dalgalar kıyıya vurdukça bir avuç su da genç kıza gelmekte... Ne gam. Öyle öfkeli ki; kızramış yanakları sanki gelen her damlayla birlikte sakinleşmesini sağlamaya çalışıyor... Ama olmuyor, öfke dinmiyor. Yolun sonundaki balıkçı meyhanesinin kapısını, kontrol altında tutamaya çalıştığı öfkesine rağmen, hışımla açıyor... O gün balığa çıkmamış ya da çıkıp da dönmüş balıkçılar bir köşeye yığılmışlar... Genç kız sert adımlarla en arkadaki masaya doğru yürüyor... Sağdan soldan gelen selamları umursamaz bir tavırla kabul ediyor... Herkes geriliyor... "Ne oldu bu kıza akşam? Dellenmiş yine besbelli... Ee delikanlı kız... Kızmıştır bir şeylere..." Yaşlı balıkçı böyle söylene dursun... Kız hiç umursamdan en dipteki masada oturan adama gider... Adam gayet neşeli, demi almış, sakin bir halde kızını buyur eder yanına... Sandalyeyi işaret eder oturması için... Meyhaneciye seslenir:
"Yap kızıma bir karışık ızgara Kâzım!"
"Hayır istemiyorum Kâzım amca! Kalsın ızgara!"
Kâzım da anlam veremez kızın bu tavrına...
"Dün pişirdiğim ahtapotun yerini tutmuyor değil mi?Ama bugün ahtapot çıkmadı be kızım denizden..."
"Yok ya Kâzım amca, sağol. Benim derdim yemek değil. Canım bir şey istemiyor bu akşam..."
Yeniden babasına döner genç kız:
"Ben artık yemeğimi burda yemek istemiyorum Üstad!"
"Kapris yapma" der gibidir babanın kızına bakarken yüzüne kondurduğu gülümseme...
"Hayır kapris değil... En doğal hakkım... Evde yerim yemeğimi... "
"Evde tek başına kalmana razı değilim... Ortalık çok ıssız biliyorsun.."
"Burası da çok mu sağlıklı benim için sence baba..."
"Burası bir meyhane ama herkes tanıdık bildik insanlar...Sen evde bir başına kalırsan aklım sende kalacak...Olmaz asla! Yanımda dur!"
"Hayır baba eve gideceğim."
Yavaşça babasına doğru eğilir...
"Bana biraz para verir misin? Bakkaldan alacaklarım var!"
Baba gayet sakin görünmeye çalışarak ayağa kalkar... Oldukça içmiş demini almış haldedir aslında... Hani kibrit çaksalar tutuşacak cinsten...
"Çıkalım dışarı" der sessizce kızına..
Dışarda yağmur ve fırtına hızlanmıştır...
Baba kız meyhanenin bahçe kapısına kadar giderler... Genç kız bir an gözlerini kaldırıp babasına bakar... Çocukluğundan beri asla görmek istemediği bir görüntüdür... Oysa babası bu bakışlarla yalnızca annesine bakmıştı bir zamanlar hatırladığı kadarıyla... Öfke dolu, nefret dolu... Arkasından neler gelir bu bakışların diye düşünürken... Daha fazla düşünmeye zaman kalmaz. Ayazdan kızarmış yanaklarına okkalı bir tokat yer... Tokatın etkiyle döner sanki genç kız rüzgâr gülü gibi... Tokat çoktan yanaklarını delmiş yüreğine inmiştir...
"Aynı anan gibisin sende "der adam...
Onca adamın içinde beni rezil ettin... Defol!
Duymaz duyamaz hiç bir şey... Hiç ummadığı anda gelmiştir bu tokat...
"Hani bana hiç kıyamazdın sen baba?" demek ister ama susar... Susar susar...
Kız derdini anlatsa da günlerce dinlemediğinden babası artık ısrarın gereği yok diye düşünür ve hızlı adımlarla uzaklaşır babasının yanından... Yeniden aynı ürkütücü karanlık ve ıslak yoldan geri gelir eve... Yanaklarından süzülen sıcak yaşlarla soğuk ve yağmur kızartır yanaklarını gözlerini...
Artık hiç bir şey kalmamıştır yüreğinde... Büyük bir boşluk... "Hiç bana kıyamazdı vurmaya... Nasıl yaptı"
Bunları düşüne dururken kendini odasından bir çantaya giysilerini koyarken bulur... Gitmeliyim evet hemen gitmeliyim..."
"Nereye? Anneme tabii ki... Ama annem yeni ev taşıdı ve ben yeni evine hiç gitmedim... Telefonda falanca otobüs durağının arkasındaki sokak demişti... O sokakta yeni bitmiş bir inşaat varmış. Çoğu daire daha boşmuş. Kolay bulursun demişti."
Hiç düşünmedi... Alabileceği en az öteberiyle evin karşısındaki tren istasyonundaydı... İstasyondaki memur yanan sobanın ateşiyle rehavet içinde çayını içerken bu saate kim bu camı tıklatan yolcu dercesine gişenin kapağını açtı...
"Aaa sen misin? Hayırdır? "
Bir bilet Sirkeci yönüne!"
Misafilerine alıyor diye düşündü besbelli bu saatte...
"Bunlar pek sosyal insanlardır... Gelenleri gidenleri çok oluyor..."
İstasyon memuru gelecek treni beklemek için dışarı çıktığında kızın yanında kimse olmadığını görür... Tam karşısındaki kızın evine bakar... Hiç ışık yok evde...
"Hayırdır ya ne oldu gece gece?"
"Baban biliyor mu gittiğini?"
Kız şaşırır bir anda..
"Yüzümde mi yazıyor evden kaçtığım... Of ya! Bir şey beceremeyecek miyim ben?"
Tüm gücünü toplar ve adama yanıt verir...
"Evet babam biliyor. Annem çağırmış. Acil gitmem gerekiyor..."
Adam pek de ikna olmamış bir şekilde burun kıvırır bu yanıta..Ama yapacak bir şey de yoktur.Bu istasyon neler görmüştür neler...
Tren gelince atlar hemen... Sanki tüm yolcular onun evinden kaçtığını biliyorlar.Tuhaf tuhaf yüzüne bakmaktalar.
"Bakın bakalım ne görüyorsunuz yüzümde."
Yaşlı yorgun yüzler, trenin tıkırtısyla uyuklaya uyuklaya son istasyon Sirkeci'ye kadar gelirler... Herkes uyuklar ama genç kız hiç olmadığı kadar tedirgin ve uyanık olmaya çalışır... Tüm ömrünün geçtiği bu şehrin en karanlık gecelerinden birinde yapayalnızdır... Bu gerçeği bilmek içini ürpertir...Ya annesini bulamazsa? Aman ha! Bunu düşünmek bile korkutucu... Sirkeci'den son otobüslerden birine atlar ve Karaköy'e ulaşır. Kadıköy'e gidecek olan son vapura yetişir. Annesi ile başbaşa bile korkarak binerlerdi bu son vapura. Babası olsaydı yanında şimdi... Htırladı bebekliğinin,çocukluğunun gece vapurlarını... Babası dedesinin evini basıp karısını alamayınca çocuklarını alırdı. Dede de çaresiz verirdi çocuklarını babalarına.
Baba yüreği işte. Kızını vermezdi. Aklınca ders verirdi babaya... "Bak senin çocukların nasıl değerli. Dedelerinde bile yatırmıyorsun. Ben de kızımı sana vermiyorum. Çünkü kızımın canını yaktın... Kıyamam"
Der gibiydi... Vermezdi kızını. Elinden gelse torunlarını da vermezdi ya... İşte o zaman da O'nun baba olduğunu düşünürdü besbelli... "
"Gerçeğe dönmeliyim" dedi kız. "Ne babam var yanımda ne dedem... Kahretsin daha onbeş yaşındayım ve de daha küçük gösteriyorum"
Böylesi korkularla vapurun üst salonuna çıktı. Olabildiğince açık bir alanda yolculuk etmeliydi aklınca... Hepsi olmasa da bir çoğu alkollü yolculardı. Zaten bu yüzden bu son vapura "sarhoş vapuru" derlerdi.
"Ah benim ne işim var bu sarhoş vapurunda? İş mi bu şimdi? Meyhanede yemek yemeği protesto et; sonra kalk son sarhoş vapurunda nereye gideceğin belli olmadan yolculuk yap! Tanrım sen bana yol göster"
Sağdan soldan sarhoşların üstüne yıkılr gibi bakışları genç kızı rahatsız eder. Aslında sarhoşlardan çok diğer yolculardan çekinmektedir nedense... Hani "sarhoşları bir ittirdim mi yıkarım" der içinden...
"Kız senin ne işin var bu saatte vapurda?"
İnanamaz!
"Aman Tanrım! Bana koruyucu bunu mu yolladın? Buna da şükür!"
Annesinin eski bir arkadaşı... Adam şair... Her gece genellikle Çiçek Pasajında demlenir sonra dut gibi bu son vapura yetişir... Hemen yanına çöker... O'na da evden firar ettiğini söylemez. Zaten adam söylediklerinin bir çoğunu dinleyecek halde değilidir. Sık sık uyuklar. Genç kız dürterek uyandırmak zorunda kalır. Sürekli konuşur ordan burdan. İskeleye yanaştıklarında adamı iyice yüklenmek zorunda kalır kız. Adam kıza sahip çıkacağına kız adamı son otobsüne bindirir. Adam kıza annesine selam söylemesini söyler...
"Annemi bulursam söylerim "der içinden genç kız!Annesinin taşındığı semte ait otobüse biner ve söylediği durakta iner...
Hâlâ yağmur yağmaktadır. Otobüs çekip gider ve genç kız durakta bir başınadır artık. Buradan başka gidecek yeri yoktur. Durağın arkasında bir kahvehane. Sıcaktan camlar buhar içinde. İçerden okey taşlarının sesleri geliyor.
"Kimbilir kimin kahvesi. Sağcıların mı solcuların mı? Her gece kahve taranıyor ve ben gece gece bir kahvehanenin önündeyim."
Durağın arkasındaki sokak zifiri karanlık. Sokağa girmeye korkuyor kız. Artık burada maceraya son versem en yakın karakola mı gitsem diye düşünürken kahvehanenin önüne bir ekip otosu gelir. Kız durağın karanlık kısmına doğru çeker kendisini .. Görünmek istemez polislere nedense.
"Sokağın sonuna kadar gitmeliyim" der. Cesaret verir kendine. Annesinin dediği durak burası. O halde evde bu sokağın sonunda. Karanlık sokak bitmek bilmez.. Tüm umudunu yitirmişken karanlıkta okunan beyaz inşaat tabelasını görür.
"Bilmemneoğlu İnşaat... Satılık daireler"
"Burası mı acaba?"Bitmiş ama çoğu katları boş gözüken apartmanın giriş katındaki dairenin camında derme çatma örtüleri perde gibi kullanan yer dikkatini çeker. İçerinin yine seyyar bir ışıkla aydınlandığını görür. Camı tıklatır uzun uzun. Apartmanın kapısını nihayet bir adam açar. elinde lamba vardır. Belli ki apartmanın koridorlarında daha elektrik yok.
"Hayrol gece gece? Kime baktın?"
Adam da korkar aslında bu gece gelen konuktan. "Tam da karmaşa günleri... Bu kız da neyin nesi gece gece?"
"Ben bu inşaatın çavuşuyum. Ne istiyorsun de bakalım"
"Annem buralarda yeni bir eve taşındı... Sarışın bir kadın.. Küçük de bir oğlu var yanında... Bu inşaatın annemim taşındığı ev olabilecğini düşünüyorum"
"Doğru düşünmüşsün... Hadi bakalım annene çıkalım"
Adam önde kız ardında beş kat merdiven çıkarlar. O merdivenler asırlar gibi uzun gelir kıza.. Karanlık ve nerdeyse tüm daireleri boş bir apartmanda hiç tanımadığı bir adamın ardından merdivenlerden çıkmaktadır... Bitmez merdivenler. Sonunda neler olacak artık, düşünmek dahi istemez..."Nasıl geriye doğru kaçarım ben buradan" diye düşünürken kalbi küt küt çarpmaktadır... Son kata gelirler... Adam bir dairenin kapısını yumruklar hızlı hızlı... Nice sonra içerden tedirgin, korkak bir ses gelir... İçerdekiler de gecenin bu vakti kim kapımızı çalıyor diye korktular besbelli... Yeniden sorar içerdeki ses:
"Kimsiniz?"
"Annem annem bu!"
"Anne benim aç kapıyı!"
Anne hayret ve dehşetle açar kapıyı... Elindeki şamdanı kızın yüzüne tutar...
"Nerden çıktın gece vakti"
"Piyangodan anne!"