Kuyu
"Ankara için bilet alacaktım, yarın akşam saat sekize." dedi kadın,
Yazıhane loştu, şehir yüzünde bulunan ağır ışıkları çoktan silmişti, adam başını kaldırıp kadına baktı: "Gidiş dönüş mü?" diye sordu her zaman yaptığı gibi.Aslında, kadının sadece gidiş bileti isteyeceğini biliyordu yine de alışkanlıklar on senedir çalıştığınız bir yerde sizi kolay kolay rahat bırakmazdı.
Eğer aynı harflerden oluşan, duyarsızlaşan kelimelere fazlaca kullanırsanız, hayat sıradanlaşırdı.Evet, hayatı sıradandı adamın.Sıradan bir otobüs şirketi için, sıradan bir yazıhanede, tek düze geçen gecelerde çalışıp, insanların bir yerlere gitmesini sağlamak, güzel bir hayat tanımı. Kadın, olumsuz anlamda başını salladı:
"Sadece gidiş."
"Kartınız var mı?"
"Hayır" diye yanıtladı kadın, çantasını açtı, bir müddet arandıktan sonra, cüzdanını çıkardı: "İsminiz?"
"Öykü Sönmez "
Adam ismi bilgisayara girerken, hiçbir adın kendisi için fark etmediğini düşündü.Biletin çıktı sesi duyulmaya başladı, gecelerinin yarısını kaplayan bu ses o denli tanıdık geliyordu ki, başka bir yerde olsa bile rahatlıkla onu seçebilirdi.
"Buyrun biletiniz, 13 numara, cam kenarı, iyi yolculuklar."
Kadın ücreti ödedi, teşekkür ettikten sonra, şemsiyesini açtı, yağan yağmurun, belirsizliğin ortasına attı kendini.
Yine yalnız kalmıştı, yine dört duvar arasında, köşede otuz yedi ekran bir televizyon, masada, sadece iş için çalan bir telefon, önünde mavi ışıklı bilgisayar ekranı. Her şeye rağmen işini seviyordu, hatta fazlasıyla seviyor ve önemsiyordu. İnsanlar onun sayesinde bir yerlere gidiyordu, evet o olmasa yerine bir başkası olacaktı ama bu, şu an kendisinin orada bulunduğu gerçeğini değiştirmiyordu.Fakat ironik olan ise kendisinin asla bir yere gidemeyecek olmasıydı. İçinde, "gitmek" fikri ile ilgili en ufak bir cesaret kırıntısı yoktu. Oysa onu buraya bağlayan, işi haricinde bir durum da bulunmuyordu.
Yazıhane kapısı açıldı, içeriye ufak tefek yaşlıca bir adam girdi:
"Buyrun" dedi yazıhane görevlisi, aynı sırada gözüne farklı bir şey çarptı.Bir yanılsama, bir sanrı, hala orada duruyordu. Eski bir kuyuyu andırıyordu, eski, ürkütücü bir kuyuyu.Yaşlı adam, tek söz etmeden, gözlerini kısarak gülümsedi, ardından kuyuya doğru ilerledi.Ne olup bittiği anlaşılamadan, tereddütsüzce kuyuya bıraktı kendini.Uzun bir aradan sonra tok bir ses duyuldu.
"Çık oradan, çık, çık..."
Adam masanın başından kalktı, kuyuya ilerledi, delirecek gibiydi.Nefes alış verişleri sıklaşmış, elleri ter içerisinde kalmıştı. İçeriye kimsenin girmemesi için dua ediyordu. Onu bu çılgınlığın meydanına zincirlenmiş vaziyette kimse görmemeliydi.
Kuyunun başına geldi, cebinden çakmağını çıkardı. Hayır sigara içmiyordu, hiç içmemişti, çakmak taşımak adetiydi, karanlık korkusu ile ilişkilendirdiği mantıklı bir adet.
Çakmağı yaktı, kuyudan içeriye doğru tuttu. Faydasız, kuyu çok derin olmalıydı, dibi meçhuldü, üstüne üstlük çakmak, ufak cılız bir ışık dışında işe yaramamıştı.Adam gayri ihtiyari bağırdı, "İyi misiniz?" Sesi derinden derine yankılandı. Kanat çırpış seslerine karıştı "yarasalar" olmalı diye düşündü. Bir ümit şansını yeniden denedi "İyi misiniz?" bu sefer yankı yoktu.
Hala bu olanlara inanamıyordu, tüm bu olan biten gerçek olamazdı.Gerçek neydi peki; ulaşılabileceğimiz bir gerçek var mı?
"Orada! Orada! Orada!"
Bu kadarı fazla diye düşündü adam, bu ses kuyudan mı gelmişti.Kısık bir tonda, ve tıslar gibi olmasına karşın, onu net bir şekilde duymuş, anlamıştı.
Kuyuya iyice yaklaştı, eğer ellerininden yardım almasa, kuyuya düşmesi çok kolaydı.
"Kimse var mı?" evet evet, kuyu onunla konuşuyordu.Adam, "gitmek" konusunda cesareti ilk kez içinde hissetti.Korku, cesarete yakındı aslında, ayrıca korku bir insana her şeyi yaptırabilirdi.
Adam kuyuda bir gariplik hissetti, içeride, karanlığın ortasında, orta büyüklükte, yuvarlak, beyaz ışıklar belirmeye başlamıştı.
"Birini buldum" kuyu yeniden konuşmuştu.
Aniden, hızla, kuyu hareketlendi, beyaz ışıkların ortasından, koyu bir gölge adama yaklaşıyordu. Ürkerek geri çekilmek için çok geçti. Gölge onu kuyuya çekerken adam, "gitmek" eylemini düşünüyordu.
Ambulans ve polis arabalarının sirenleri, telaşlı çalışanların koşuşturmaları, arama kurtarma ekiplerinin taşıdığı ışıklar, sarı; girilmez şeritleri, gazetecilerin patlayan flaşları, sağlık görevlilerinin çabaları, uzaktan uzağa gelen ormanın koyu sesi, denizin durgun hali, şu an bir vinç yardımıyla denizden çıkarılan uzun yol otobüsü.Kaos...
Bir kadın sesi duyuyordu, iliklerine kadar üşürken bir kadın sesi duyuyordu, mavi ışıklar gözünü alıyordu, belli belirsiz gazete ile örtülmüş bir beden bakışlarına ilişti. Ambulans kapısının kapanan kapısı, hareket hali.
Yazıhanede çalışan adam, hareket eden ambulansın içerisinde gözlerini bir an yeniden araladı, kendinden geçemesi uzun sürmedi.
"Ne yapmış dediniz?" diye sordu yeni mezun bir muhabir.
"Bir uzun yol otobüsü çalmış, nedenini bilmiyorum, yanında bir de arkadaşı varmış" eliyle gazetelerin örttüğü bedeni gösterdi polis memuru.
"Haberi var mı?" fotoğraf çekmeye devam ederken sordu muhabir.
"Sanmıyorum, ama yakında olacaktır, o an yanında bulunmak istemezdim."
"Cinnet geçirmiş olabilir."
"Sanmam, bir kaçırılma eylemine filan benzemiyor, belki de sadece gitmek istemiştir." diye mırıldanır polis memuru,
"Gitmek için garip bir yol" yüzünü buruşturur muhabir.
"Bazen en yakın çıkış, gözümüze en doğru yol gibi gelir."
"Hiç konuşmuş mu?" diye sorar muhabir, şimdi polisin tam çaprazında durmakta ve denizi izlemektedir.
"Bir an kendine geldiğinde, kuyu diye bağırmış, yahut bağırmaya çalışmış."
"Garip,"
"Evet garip."
Memur, uzun süredir ağzında taşıdığı kürdanı yere tükürür.Muhabire, işinin bittiğini işaret eder, artık ortalığı temizleme vaktidir ve bu sandığından uzun sürecektir."Keşke içimde, gitmek için biraz cesaretim olsa" diye düşünür.