Limon Ve Kan

7. gün

Parmak uçlarıma yükseldim. Dışarı doğru bakıyordum. Kesik bir soğukluk vardı havada. İçim titredi biraz. Etim biraz daha üşüdü. Kafamı çıkarıp biraz daha yükseldim parmak uçlarıma. Az ilerde bir sokak lambası titriyordu. Sarımtrak bir kirlilikle titreye titreye olduğu yeri akşamüstünün lacivert koyuluğundan kurtarmaya çalışıyordu. Lambanın hemen arka tarafı koca bir apartmandı. Apartmanın önünde topraktan üç beş metre karelik bir bahçemsi bir yer vardı. Üzerinde de limon ağacı... Henüz ufak. Yeni yeni limon vermeye başlamış. Ama iki üç seneye kadar orası kökleri için yeterli gelmeyecek. Ölecek büyük bir ihtimalle... Kapıcının karısının telaşı da ondan olsa gerek. O biliyor ağacın öleceğini. Sabah bir yığın limon vardı. İlk kez baktığımda buraya üzerinde sapsarı limonlar parlıyordu ama şimdi yoklar lacivert akşamüstünü yarıp gözlerime renk renk dolacakları bir vakitte yoklar. Tepesinde üç beş tane ham limon var ama onlar da dikkatlice bakılmadığında görülmüyor. Zaten onlar da yaprak renginde üç beş limonlar zaten...

93. gün

Sırtımı duvarın ateş sıcağına dayadım. Elimdeki kibrit çöplerini yan yana dizerek saçma sapan şekiller yapmaya çalışıyorum. Ellerimi saçlarıma attım. Uzamışlar. Sakallarım da öyle... Kaşınıp duruyorlar. Ellerimle sıvazladım sakallarımı şöyle bir. Düzgün. Upuzun. Sık bir haldeler. Kibritin birini sakallarımda gezdirmeye başladım. Tenimin soğukluğunda özünü yitiriyordu. Gittikçe hızlandım. Sürtmelerim arttıkça yüzümdeki hoşnutsuzluk da artıyordu. Gözlerimi kıstım iyice. Daha da sürttüm kibriti. Sonra durdum birden. Yanıcı yeri gövdesi gibi sapsarı olmuştu. Özünü tamamen yitirmişti. Hafifi tebessüm ettim bir an. İkiye böldüm. Biriyle sağ diğeriyle sol kulağımı temizlemeye başladım.

186. gün

Yorgan buz katrelerinden yapılmıştı sanki. İçinde yün değil kristal buz parçacıkları vardı bence. Kar da olabilir. Üzerime eriyordu soğukluğu çünkü. On beş yirmi dakikadır üzerimde olmasına rağmen ayaklarımdaki uyuşukluk gitmiyordu bir türlü. Birbirine sürterek ısıtmak istedim ama bilincim uzuvlarımı reddediyordu. Yine de direttim. Ucu ucuna bir ısı peyda oluverdi ayaklarımda. Gözlerim duvarın dibindeki pencere gölgesinde. Öğle vakti her halde... Gölgeler epey kısa... Öylece uyuyakalmışım. Bir müddet sonra uyandığımda bedenim bir buz kütlesi. Akşam ezanıydı bu duyduğum sanırım. Dua edesim var.

187. gün

Limon ağacı mevsimine aşkla sarılmaya başladı gene. Penceremin köşesinden gizlice teyzeyi izliyordum. Sabahın ilk anları... Güneş henüz çıkmaya yelteniyor. Ürkekçe bir ışık göndermiş yeryüzü cehennemine. Ben rahatım. İstersem kaparım gözlerimi hepten geceye hapsolur her zerrem.
Teyze ağır adımlarla esneyerek çıktı. Apartman sakinlerinin bahçe kabul ettikleri yere... Elinde eciş bücüş bir poşet... Ağaca bakıp durdu bir süre. Esneye esneye apartman kapısına doğru yürüdü. Poşeti kapının önüne bir yere bıraktı öylece. Bir rüzgâr sahipsiz gördü hemen onu. Aldı ağaca doğru sürükledi. Hafif bir gayretle tepesine bıraktı sonra. Akşamüstü baktım da poşet yoktu. Limonlar da daha ham olduğuna göre teyzenin dışında birileri tarafından kullanılmıştı poşet. Ya da rüzgâr uçurmuştu. Az bir gayetle...


467. gün

Hava çok sıcak... Üşünürdü her halde sıcak olunca. İnsanın teni nasıl bilir ki üşümeyi ya da sıcak olunca terlemeyi? Bir de, neden yemek yer ki insan? Kuru bayat.

512. gün

Gölgenin altına geçtim. Biraz biraz vücudum kendine gelmeye başladı. Dindi harareti hafiften. Nefes nefese ellerim iki yanımda öylece oturmuşken birden etrafa bakakaldım. Ellerimle yokladım oturduğum yeri. Toprak... Avuçladım. Tırnaklarımın arasına geçti. Kapkara etti tırnaklarımı. Tırnaklarım da uzamış. Sonra etrafa baktım öylece. İşte pencere. Ufak bir pencere... Benim pencerem. Aylardır o pencereden gördüğüm limon ağacının gölgesindeyim şimdi. Tedirgin oldum birden. Düşünmeyi o an terk ettim. Terk ettim düşünmeyi. Terk etmeyi düşünmedim de değil.

Bugün

Hatırladıklarım bunlardı. Gerçi bu günlerin numaraları doğruyu yansıtmaya bilir. Karışıklık olursa bilgilendirin. Ayrıca ilk gün de aklımda gibi. O gün galiba...

İlk gün

O gün galiba üzerimde bembeyaz bir gömlek vardı. Fikrim ve heveslerim arasında bir yerdeydim. Birkaç kişi daha vardı. Yüzlerini pek hatırlamıyorum. Sonra içlerinden biri uyuşuk bedenimi zorlanmadan itiverdi. Gerisin geriye düşüyordum. Düşme anı o kadar uzun sürdü ki ben demirden bir zemindeki yankımı hayal ederken yumuşak bir yastığa düşüverdi birden kafam. Birden çok büyük bir hafiflik oldu bedenimde. Gözlerim ağırlaştı. Göz kapaklarım zihnimi örterken dilimde acımsı bir tat hissettim. Sonra, sanki içime nehirler dolusu sular aktı. Sesler ve suretler karmakarışıktı. . Uyandığımda hafif bir bitkinlik hissettim. Pencereye takıldı gözlerim. Doğruldum. Hızla pencereye koştum. Parmak uçlarıma yükseldim. Dışarı doğru bakıyordum. Kesik bir soğukluk vardı havada. İçim titredi biraz. Etim biraz daha üşüdü. Kafamı çıkarıp biraz daha yükseldim parmak uçlarıma. Vakit geceydi. Zifiri bir gece... Karşı tarafta bir apartman vardı. Bahçede denilecek bir yerde limon ağacı vardı. Bir teyze apartmanın içinden çıktı birden. Başında sarı bir yazma vardı. Poşetler içinde getirdiği cesedi önceden ağacın altında kazdığı çukurlara boca etti. Nasıl mı anladım ceset olduğunu? Zira limonlar o günden sonra buram buram kan ve insan eti kokmaya başladı. Normalde limon ekşidir.

05 Mart 2011 5-6 dakika 13 öyküsü var.
Yorumlar