Limoni Kahve / 1-2-3-4 Düzenlenmiş Hali

### 1. Bölüm ###

Dağların sessiz çığlıkları çınlatıyor köyün ara sokaklarını. İnsanoğlu henüz sarhoş. Ölüm tüm evleri esir almış. Telaşlanmayın, bırakır birazdan. Öter ilk horoz ve başlar bir kargaşa yine.
Firuze hanım balkonda köpüğü evladiyelik kahvesini almış ay'ın meslek erbabı dostunun ortalığı aydınlatmasını bekliyor. Bir sıkıntısı var lakin. Öyle ki; şekerini bile unutmuş kahvenin. Evet, sabahları hep 2 şeker atar kahvesine Firuze. Yalnız kalmasından korkuyor olsa gerek.
Yüzünde mayhoşumsu bir tatminsizlik, elinde şekeri unutulmuş limoni kahve. Uzaklara bakıp günün ne getireceğini düşünür gibi görünse de aklı halen Rıfat beyde. Sabahın ilk ışıklarında evinden alacağına dair sözleşmişler Firuze ile. Sizde mazur görün bu unutkan hallerini.
Derken mahallenin öte ucundaki biri takılıyor Firuzenin gözlerine. Belediye çöpçüsü Hikmet ağabey. Her ne kadar bahsetsem de adından. Tanışmıyorlar henüz Firuzeyle. Sizde tanımıyormuşsunuz gibi yapıverin artık.

Üstü başı perliperişan haldeki bu adama bakarken, hafızasındaki kıvrımlardan birkaçına yetecek kadar çok görmüş olacak ki şaşırtıyor bu durum Firuzeyi. Siz “alt tarafı bir çöpçü, üstü başı nasıl olacaktı ki” diye söylene durun lakin bu adam işine ehemmiyet gösteren ve üniformasını sıkça temizleyen biri. Bu sefer onu bu durumdan uzaklaştıran şey ne acaba diye düşüneduralım biz, çakıl sesleri hayallerimizin dumanını dağıtıyor bir anda.
Bu gelen Rıfat Bey olmalı. Bir telaş sarıyor hanımefendiyi, her halinden belli ki Rıfat bey sadece sıradan bir beyefendi değil. Firuze hanımın kalbinin ev sahibi olmaya da aday aynı zamanda. Yani görünen o şimdilik...

### 2. Bölüm ###

Çakıl sesleri arabanın geldiğini fısıldar tavırlarla haber verirken mahalleliye. Heyecanını bastıramamış olacak ki eli ayağı birbirine dolanıyor Firuze Hanımın. İkili ikili merdivenleri inerken gözümüze duvardaki resimler çarpıyor. Siyah beyaz bu resimlerin hepsinde aynı iki kişi var. Öyle ya küçük yaşta kaybetmiş ailesi Firuze Hanım. O gün bugündür siyah beyazdır duvar resimleri. Hayatının geri kalanında teyzesi yuva olmuş küçük Firuzeye. Lakin kader öyle çetrefilli bir kitaptır, lügatı öyle serttir ki, kim okursa okusun çıkamaz işin içinden. Küçük firuze de çıkamamış zaten. Körpe bir hanımken Firuze, teyzesini yakalamış bir hastalıklar silsilesi. 18 inde bir kadının, özellikle de ikinci kez aile kurmuş bir kadının o ailedeki tek ferdi de hastane odalarında ziyaret ediyor olması insanı siyah beyaz fotoğraflara ve sessiz balkon oturmalarına itiyor haliyle.

Biz bunları konuşaduralım, merdivenin sonundaki yeşil demir kapıya kadar gelmiş Firuze Hanım. Duyduğu adım sesleriyle heyecanını yatıştırmaya çalışması derin derin nefesler almasından ve parmaklarıyla 10 a kadar saymasından gayet de anlaşılıyor. Laf aramızda her heyecanlandığında parmağıyla 10a kadar sayar Firuze Hanım. Yalnızca bu da değil elbette ama gelin daha fazla kapıda bekletmeyelim Rıfat Beyi.

Rıfat Bey çalmak üzere yumruğunu sıkıp tıklatacakken yeşil kapıyı. Naz yaparcasına açılıveriyor çöpçatan kapı sanki Firuze hanımın yüreğini dillendirir gibi. İkisinde de bir tebessüm hali. Hafifçe eğilip selamlıyor Firuze hanımı Rıfat Bey.

Rıfat Bey;

-Günaydın Firuze, geç kalmamışımdır umarım.

Bu cümle karşısında içinden geçen yüzlerce söz var Firuze hanımın. Çünkü geç kalmıştı Rıfat Bey. Yoktu bir yakını Firuze hanımın. Amcası, halası, annesi... Bir tek teyzesi. Onun için herkes geç kalmıştı artık. Yapayalnızken oturduğunuz evin perili ruhu oluyorsunuz istemeden. Saat kaç olursa olsun, günlerden ne olursa olsun Firuze hanımın hayatına geç kaldık bir cümle hepimiz. "Erken" kelimesi anlamını yitireli çok oldu onun için. Lakin nezaket dilin yongası,

Firuze Hanım;

-Hayır, tam vaktinde geldiniz aslında. Bende bir kaç küçük işimi halledip aşağıya iniyordum tamda.

Pembe yalanlar söylenir elbet. Söylenmez mi? Firuze Hanımda söylemişti ufak bir yalan. Ufak tefek halledilmiş işler yoktu onun listesinde. Varsa da halletmişti çoktan. Son bir saattir sadece düşünüyordu Firuze. Hayatını, haftasını, en çok da bugünkü buluşmasını.

Koluna girmesi için hafifçe kolunu uzatan Rıfat Bey, Hanımefendiyi araba bindirdikten sonra geçiveriyor yanına.

Rıfat Bey;

-Seni çok güzel bir yere götüreceğim Firuze, çocukluğumun büyük bir kısmını geçirdiğim bir yere.

Bu cümle öğretmenler, doktorlar, manavlar ya da şuan bu hikâyeyi dinleyen sizler için çok bir anlam ifade etmiyor olabilir. Fakat uykularınıza ortak olan bir Beyden duyulduğunda şarap etkisi yaratmaz mı insana? Sarhoşu olunur da toparlanılması güçtür böyle bir sözün karşısında.

Firuze Hanım;

- Meraklı bekleyişimi gizlemek için daha çok çaba sarf etmemekte bir sakınca görmüyorum o halde, der Firuze hanım ufak bir tebessümle.

Arabanın çıkardığı homurtulu ses yolda top oynayan çocukları sağa sola dağıtmasıyla başlıyor yolculuğu gül ile bülbülün. Rüzgârın anne şefkati narinliğindeki esintisine dalmış olan Firuze Hanım dışarıdaki sessizliği seyrediyor usul usul. Köyün taşlı yollarında ilerlerken sabahın uykusuz ışıkları sokakları bir tuvale çevirmiş gibi. Sokak köpeklerinin köyün çeşmesinde medeni bir şekilde sıraya girmesi de ne kadar garip öyle değil mi? Gerçi insandan daha anlayışlı değil mi zaten hayvanlar?

Her neyse..

Yolun kıvrımlarında akar giderken Firuze ve Rıfat utangaç bir koku peydah oluyor arabanın içinde. Belli belirsiz bir koku.

Firuze Hanım;

-Sakıncası yoksa bir şey sorabilir miyim?

Rıfat Bey;

-Elbette, seni dinliyorum.

Firuze Hanım;

-Bir koku karmaşası var sanki içerde. Sadece ben mi alıyorum bunu yoksa dışarıdan mı geliyor diye merak ettim?

Bu soruyu bekleyen Rıfat Bey bir sürprizi açıklarcasına heyecanla tebessüm ediyor Firuzenin yüzüne.

Rıfat Bey;

-Kahvaltı yaparız diye düşünmüştüm. Seni herhangi bir yerde herhangi bir sofraya oturtmak istemedim. O yüzden kendim bir şeyler hazırladım.

Cümlesinin bitmesiyle patlıyor çanak çömlek. Bu koku taze ekmek ve domates kokusu. Az evvel ki utangaçlığı da kalmamış üstelik keratanın. Mis gibi ekmek kokusu çocukluğunun en renkli fotoğrafı Firuze Hanımın. Annesi ve babasını hatırlatıyor ona. Sabah sofraya gelen taze ekmek ile ısınırdı Firuze hanımların evi. O ekmeğin dumanında görünüyor annesinin yüzü. Öyle de değil midir zaten. Ekmektir ana, topraktır. Hem yaşam verir hem doyurur insanı.

Bunları düşünürken, arabanın yavaşlaması ile irkiliyor Firuze hanım. Onca yol hayal kurmuş olacak ki nereye geldikleri ve ne kadar sürdüğü ile alakalı pek bir fikri olduğu söylenemez. Rıfat Bey bir hışımla inip kapısını açtığı Firuze Hanımın elinden tutarak çıkartırken arabadan, doğa yeni duş almış. Saçları halen toprak kokuyor.

Çevrenin yeşilliği, kuşların naif şarkıları ve güneşin henüz yakmayan sıcaklığını hissederken Firuze Hanım Rıfat Bey'in ilerlediğini görüyor ve düşüyor peşine. Lakin içi içine sığar mı sevdalı insanın sevdasıyla geçirdiği her saniyede. Çocuk büyümüş Firuze Hanım, çocukken büyümüş. Çocukken büyümek zorunda kaldıysanız "çocuk büyüyorsunuz". Toprak görünce çamur yapmak, çimen görünce üstünde tepinmek istiyorsunuz. Çocukluğu yitip gitmiş Firuze Hanım'ın ve kimse teselli etmeye gelmemiş. İçinde bir yerlerde gömülü duruyor halen...

### 3. Bölüm ###

Çocukluğu yitip gitmiş Firuze Hanım'ın ve kimse teselli etmeye gelmemiş. İçinde bir yerlerde gömülü duruyor halen...
Rıfat Beyi takip ederken, çevredeki peşi sıra ağaçlar da dedikoduya koyuluyorlar. Bu güzel kadının suretini izlemek için heyecan duyuyor gibi sanki doğa. Dalların tirübününe toplaşmışlar bile kuşlar ve kelebekler.
Rıfat Bey biraz yürüdükten sonra,

Rıfat Bey;
-İşte Firuze, görmeni istediğim yer burası, diyor.

Bir dizi kayın ağacının çevrelediği küçük bir bahçeyi gösteriyor parmağı ile. Papatyaların hâkim olduğu bu bahçenin ne bir kapısı ne de bir çiti var. Biraz çiçek, biraz ağaç. Hepsi bu kadar.
Firuze hanım yol boyunca çevreyi seyretse de kulak misafiri olduğu ve övgüler savrulan yerin daha şaşalı olacağını düşünüyor olacak ki bir süre tepki vermiyor. Ardından bozuntuya vermeden,

Firuze Hanım;
-Gayet hoş bir yermiş. Söylediğiniz kadar var hakikaten.

Rıfat Bey bu sözleri komik bularak,

Rıfat Bey;
-(Ufak bir kahkaha ile) Alaycı davranmadığın için teşekkür ederim Firuzecim lakin ben de farkındayım burası övülesi bir yer değil. Ailemle sıkça gelirdim buraya. Oyunlar oynardık babamla, koşuştururduk. Saklambaç falan oynardık hep birlikte. Hoş, hiçbir zaman saymaları bitene kadar saklanamazdım. Orası mı? Burası mı? Derken bitiverirdi, saklanamazdım. Babam pek umursamazdı bu durumu ama annem hep beni görmüyormuş, sanki saklanmışım gibi yapardı.
Ömrümün gün doğumu burada geçti. Bu zaman çizgisine seni de eklemek istedim.


Firuze hanım böyle konuşmalara hiç gelemiyordu.
Gelemiyor dediysem de siz yanlış anlamayın. Çok çabuk utanıyor anlamında. Bakın şimdiden kızıla çaldı yanakları. Bir insanın birinin hayatına girmesi elbette güzeldir lakin onun çocukluğuna dâhil olması mükemmel bir histir. Geçmişin rüzgârlarının saçını okşaması anlatılamaz. Dedim ya size çocuk büyümüş Firuze Hanım, çocukluğu yitikleşmiş. Rıfat Bey in çocukluğuna sığamaz mı bu iki ruh? Kim bilebilir...

Mavi bir örtünün üzerine yerleştirmeye başlıyorlar yanlarında getirdiklerini. Biraz bal, biraz peynir, bir kaç simit...
Karşılıklı oturdukları bu sofrada ikisi de yavaş yavaş acıkmış gibiler. Çimenler halen biraz ıslak.
Gecenin gözyaşları derler bu çiğ tanelerine. Gece, günahların üzerini kapatıp yeryüzüne ağlarmış.
Bunca siyaha karşı verilen bir vergi kısacası.

Rıfat Bey;

-Eee Firuze. Okul nasıl gidiyor. Öğrenciler çok yormuyorlardır umarım.

Rıfat Bey sıklıkla uğrardı Firuze’nin çalıştığı okula. Çocukça bahaneler bulur görürdü Firuzesini. Bir gün “yakınlarda işim vardı” diye çıkıverir, diğer gün “Halamlara gelmiştim, gelmişken seni de göreyim dedim” derdi. Ama ne halasına gelirdi ne de yakınlarda işi olurdu. Aklından çıkaramazdı ki Firuzeyi garibim. Erkek milleti işte, bahane konusunda hep sınıfta kalmıştır. Siz şimdi “olur mu canım, erkeklere güven olur mu hiç?” deyip de kızmayın bana. Âşık olan erkek çocuklaşır, afallar hanfendisinin karşısında. Kırılmış bir vazonun başında annesine yakalanmışçasına basit yalanlara başvururlar durmadan. Ee kadınlara da teşekkür etmek lazım. Yemeseler de doymuş gibi yaparlar bu lafların karşısında. Firuze de öyle yapıyordu şüphesiz. Her gelişinde güler yüzle karşılıyor, sıkça da halasının halini hatırını soruyordu. Neyse boş verelim bunları da Firuzenin dediklerine kulak verelim şimdi.

Firuze Hanım;

-İyi gidiyor bir süredir. Meslektaşlarım da zaten gayet tatlı insanlar keza öğrencilerim de öyle, hiç yormuyorlar beni. İyi geliyor okula gidip onların yanında olmak. Şu sıralar tadilata aldılar sınıfları, mahallenin böcek ve tahtakurusu sorunu okulu da boş geçmemiş olacak ki ilaçlamışlar her yeri. Sen nasılsın? Nadide teyze iyidir umarım?

Nadide teyze pek severdi Firuzeyi. Kendi kızı gibi görürdü. Rıfat’ı da sıkça sıkıştırırdı “oğlum bu kızı üzme, kulaklarını çekerim” diye.

Rıfat Bey;

-İyiyim ben de, iş güç koşuşturmacası arasında bu kahvaltı daha da iyi yaptı beni diyebilirim. Annem de seni soruyordu geçen gün. Kek tarifi mi ne verecekmiş sana. Onu söyledi durdu gün boyunca.

Laf aramızda Nadide Hanımın kek tarifi ısrarcılığı da şu yüzden, çok sever Rıfat havuçlu keki. Oğlan anasını işte, başkasının yaptığı yemeği de tatlıyı da yakıştıramıyor evladına. O yüzden her geldiğinde bir şeyler gösterir Firuzeye. “Hanım kızım, sen pilavı nasıl yaparsın? Firuzecim, havuçlu kek yapmasını bilir misin? Fasulyeye ne kadar salça katarsın” der, sınava tabi tutar Firuzeyi. Haaaa, ara yerde de Rıfat’ın sevdiği şekilde öğretir, ufak ufak detaylardan bahseder, bir güzel işler gözündeki gelin adayını. Ana yüreği işte, naparsın..

Firuze Hanım;

-(tebessüm ederek) Evet evet, Havuçlu kek tarifi verecekmiş. Bu tarifi mutlak öğren diyordu.

Bunu duyan Rıfat Bey utanmış olacak ki seyre dalmış yine kayın ağaçlarını. Pek sevdiği havuçlu keki annesinin ısrarla Firuzeye öğretmek isteyişindeki maksadı sezmişti ikisi de.

Rıfat Bey içinden;

-Bak sen Nadide Sultana. Al al yaptı yanaklarımı durup dururken. Ben sana sorarım eve geldiğimde havuçlu kekin içine kaç tutam çöpçatanlık atıyormuşsun.

Diye geçirdi.

Sessiz sakin yapılan bu kahvaltının sonunda Rıfat Bey de utancından yavaş yavaş uzaklaşmış olacak ki simidin kenarını koparıp ağzına atan Firuze hanımı izlerken gözleri yakalanıyor Firuzenin gözlerine. İlk defa bu gözlere dikkatlice bakan Rıfat Bey bakışlarını kaçırıp,

Rıfat Bey;

-Ee şey... Yürümek ister misin?

Diye soruyor civardaki patikaya bakarak. Her erkeğin başına gelmiştir böylesi bir durum. Bir kadın vardır karşınızda, hoş bir kadın. Gözlerinizi görünmez zincirlerle bağlarsınız gözlerine. Ta ki göz göze gelene kadar. O andan itibaren bir daha bakamazsınız gözlerine. Nerden mi biliyorum? Hadi dönelim hikâyemize...
Firuze hanımın da bu ortamda ki sessizliği dağıtmak için aklından geçen ilk şey yürümek olacak ki.

Firuze Hanım;
-Olur, hem nefes almış oluruz.
Diye cevap verdi Rıfat Bey’e.

Uzun kavakların güneşi göğüslediği patika yolda yürürken, Rıfat Bey çocukluğundan bahsediyor Firuzeye. Yaramaz bir çocukmuş kendileri. Abisi doğumda ölmüş. Günlerce ağlamış Nadide Hanım. Nadide hanımı henüz tanıtmadım sanırım. Kusurumu mazur görün. Nadide Hanım Rıfat Bey'in annesi. Kendi halinde tatlı bir kadın. Rıfat Bey'le yıllarca o ilgilendi. Rıfat Bey dillendirilmesinden çekinir ama ortaokula kadar geceleri yatmadan kitap okurmuş ona. Siz benden duymadınız ben de hiç söylemedim...
Kaldıramamış Mustafa'yı kaybetmeyi (Mustafa da Rıfat’ın abisi). Canını kaybetmektir evladını kaybetmek. Canını kaybetmiş Nadide Hanım. Dayanamamış, acısına ağlamış o da. Sonra Rıfat doğmuş. Ömrünü adamış Rıfat’ına. Rıfat demişler ona. Arif Bey’in babasının adı. Anlayacağınız üzere Arif Bey de Rıfat’ın babası. Dedesi de aynı Rıfat Bey gibi deli dolu ve çocuk ruhlu bir adammış.

Biz bunları konuşurken turlamış bile bizimkiler. Tekrardan kahvaltı yaptıkları yere dönerken gülüşmeleri arşınlarca öteden duyuluyor resmen. Anlatılan onca şey, konuşulan bir sürü hikâye var lakin Rıfat Bey'i güldüren bunlar değil. Rıfat Bey'i mutlu eden Firuze Hanım'ın tebessümü.

Rıfat Bey;

-Yürümek iyi geldi. Ayrıca bu hoş sohbet için de teşekkür ederim. Ben yavaştan şurayı toplayayım artık.

Firuze hanım ile birlikte kahvaltıyı toplarlarken ikisinin de içinde buruk bir his var. Güzel geçmiş bu vaktin son solukları. Malzemeleri topladıktan sonra arabaya gidiyorlar ikisi de. Rıfat Bey Firuze Hanım'ın kapısını açıp geçiyor yanına.
Son kez göz ucuyla bahçeye bakıyor. Papatyaları ve Kayın ağaçlarını son kez selamlıyor bakışlarıyla.
Yavaş yavaş uzaklaşıyorlar, hem bahçeden hem de oradaki ruh hallerinden.

Aynı yolları dolanıp, aynı meşe ağaçlarının yanından geçiyorlar ama baştaki kadar lezzetli değil dakikalar. Firuze hanım pencereden dışarıyı izliyor yine. Kimsenin ağzını bıçak açmıyor.
Bir sürü an var Firuze hanımın kalbinin hızlandığı. Bugüne kadar süre gelen bir sürü an. Şuan da bunlardan biri. Burukluğun kelepçesi boğazında yumruk olmuş resmen. Güzel zamanlar sonsuza dek sürecek sanıyor insan bazen. Lakin geçerken bir selam bile vermeyebiliyor böyle anlar.
Firuze hanımın sokağına doğru dönüyor arabanın yönü. Figen Teyze yine pencereden sokaktaki mahallenin gençlerini izliyor. Sadece izlemekle kalsa iyi.

Figen Teyze;

-Bunlar da bir baltaya sap olacaklar da ben de görücem,

Demeyi de ihmal etmiyor.
Kapının önüne gelindiğinde ikisinin de aklında bin türlü şey var. "Pazar günü boşsan eğer birer Türk kahvesini içmeye ne dersin? Yarın bir planın var mı?" Ve türevi bir sürü soru. Hiçbirini sormuyorlar ama. Çekingen insanların duyguları parmaklıklar ardındadır. Öğrenebilmek için sizinde suçlu duygulara sahip olmanız gerek. Ya da bunu fark ettirmelisiniz.
Firuze Hanım;

-Bu güzel kahvaltı ve diğer her şey için teşekkür ederim,

Diyor Firuze Hanım. Rıfat de Bey tebessüm ederek,

Rıfat Bey;

-Eşlik ettiğin için ben teşekkür ederim.

Firuze hanım içeri girip kapıyı kaparken son bir kez göz ucuyla bakıyor Rıfat Bey'e. Başını hafif eğerek tekrardan teşekkürlerini yineleyip kapatıyor kapıyı. Çakıl taşları Rıfat Bey'in gidişini çekiştirir dedikodularını haykırırken sokaktaki çocuklar da arabanın peşinden koşuyorlar. Köşeyi döndüğünde bu demir yığını, yine eski haline dönüyor mahalleli. Figen teyze halen çocuklara bağırıyor. Çocuklar duymuyorlar bile. Firuze hanım ise salonun penceresinden arabasının sokağın köşesinde bıraktığı toz bulutunu izliyor.
Sanki Rıfat Bey geriye dönecekmiş gibi...


### 4. Bölüm ###

Firuze hanım ise salonun penceresinden arabanın sokağın köşesinde bıraktığı toz bulutunu izliyor. Sanki Rıfat Bey geriye dönecekmiş gibi...

Merdivenlerde rutubetten bıkmış tahtakurularının sesinden başka bir tek duvardaki baba yadigârı duvar saatinin sesi var artık evde. Sokaktaki çocuklar yenice içeriye girmişler, Figen teyze sessizleşmiş. Mahalle tekrardan mezarlardan oluşan apartmanları ağırlar hale gelmiş. Firuze hanım bir haftadır bitirmek için uğraştığı kitabı okumakla meşgul. Saman kâğıdından yapılmış bu kitabın sayfaları eskimiş hatta kimi yerleri yırtılmış. Firuze hanım kitabı okurken bir yandan da yenice arkasında bıraktığı günü düşünüyor. Hayat çok garip değil mi? Bir kitap okursunuz, tek bir satırın ucu hayatınızın serçe parmağına dokunur. Sonra hayaller yeni sayfalarınız olur. Ne kitap gelir aklınıza ne karakterler. Şuanda da öyle olmuş olacak ki Firuze Hanım artık kitaba bile bakmıyor. Dalmış bir şekilde yerdeki anahtara bakıyor. Rıfat Bey'i mi düşünüyor dersiniz?
Şüphesiz...
Dönüş yolunda neden konuşamadıkları ve Rıfat Bey'in bu kahvaltıdan mutlu olup olmadığı sorularının kodesinde kalan Firuze Hanım kendi kendine kızıyor. Keşke bir kelime etseydim... Keşke saçma sapan da olsa bir şey deseydim.
"Elma... Elmayı çok severim"
Gülümseyip yanıt vermez miydi?
Hıh?
Susar mıydı?
Sanmam...
Bu düşünceler arasında kaybolurken, kitap parmaklarından sıyrılıp yere düşüveriyor. Birden irkilen Firuze Hanım, hayal dünyasının arka bahçesini terk etmiş bir çocuk edasında deviriyor gözlerini. Yerdeki patavatsız kitaba uzanırken tekrardan anahtar ilişiveriyor gözüne.” Nerenin anahtarı ki bu acaba” diye mırıldanıp anahtarı alıyor yerden. Dış kapının anahtarını düşürdüğünü fark edip masanın üstüne fırlatıveriyor öylece. Eve çıkana kadar yüzündeki tebessüm ve kafasındaki Rıfat Bey'in yüzü öyle unutturmuş ki kendini, ayakkabılarını bile halen çıkarmamış.

Firuze Hanım;

-Kendine gel Firuze. Alt tarafı bir kahvaltıydı. Ne var bu kadar düşünecek.

Dese de “insanın ne yaşadığı değil, kimle yaşadığı önemlidir” olgusunu iyi bilen biridir Firuze. Toparlanıp üzerini de değiştirdikten sonra mutfaktan aldığı bir bardak suyu yatağının başucuna koyuyor ve yavaşta soğuk yatağına giriyor. Çocukluğunda annesiyle yatarken yatağın soğuk olduğunu söylediğinde annesi hep ona sarılırmış. Hayat işte. En büyük oyunların, en tatlı romanların yazarı. Şimdi yatağın soğuk olmasına tek tepki veren odadaki duvar saatinin tıkırtısı.

Suyunu içtikten sonra eli lambanın anahtarına gidiyor Firuze’nin. Parmaklarının inat eder gibi bir hali var. Her gece yaşanan bu münazarayı yine korkusu kazanıyor. Elini yavaşça anahtardan çekip soğuk yatağının içine sokuyor. Korkusu dedik diye karanlıktan korktuğunu düşündünüz muhtemel olarak fakat hepiniz yanılıyorsunuz. Firuze hanım karanlıktan değil, eğer gece annesi ve babası gelirse onları görememekten korkuyor. Hep gece geç gelirmiş Firuze hanımın babası. Geldiğinde de Firuze ve annesi Şule hanımı uyurken görüp rahatsız etmemek için gider salonda yatarmış. Firuze hanım da her sabah uyanıp yanına gider, onu öperek uyandırır ve neden yanlarına yatmadığını sorar hatta albenili kılmak için yatağın soğuk olmadığını kendinin bu olayı büyüttüğünü söylermiş. Çocuk aklı, babasının yatağın soğuk olduğu için gelmediğini sanırmış. Ama bu konuyu kavramasına da hiçbir zaman gerek kalmamış. Annesi ve babası bir 28 Mart sabahı Gediz depreminde hayatını kaybetmiş. Bir aile büyüğünü ziyaret etmek için gittikleri Kütahya’dan ailesiz bir çocuk ile dönmüşler...
Firuze hanım çocukken hiç sevmezmiş akraba ziyaretlerini. Her defasında ailesiyle gidip ya bir şeyi beğenmeyip olay çıkarır ya da bir vazoyu yahut saksıyı kırar, bir şekilde bu ziyaretlerin kısa tutulmasına neden olurmuş. Ama bu sefer böyle olmamış. Giderken Firuze hanımı teyzesine bırakmışlar ve durum yıllarca böyle kalmış...
Teyzesi Firuze hanımı Kütahya' ya ailesinin vefat ettiği yere götürmüş elbette. Lakin bunun ne faydası var. Beton yığınları arasında gözler aramak çok acı bir şeydir. Kâinatın nefesini tutup çıt çıkarmadığı bir yığının başında, olmayan bedenleri aramak. Firuze hanım bir parçasını o yığınlara bırakmış. Kalbinin bir parçasını… Gece salonda uyuyan babası ve yatağın soğukluğunu unutturan annesini betondan bir mezara kaybetmiş. O günden beri ışıkları hep açık uyuyor. Gece gelirse eğer babası, salonda yatmasın. Çünkü yatağı hiç olmadığı kadar soğuk artık...

25 Kasım 2023 20-21 dakika 5 öyküsü var.
Beğenenler (2)
Yorumlar