Mahallemin Kedileri
Yağmur güneş yağmur güneş... Hava yine mütereddüttü mayısa son birkaç gün kala. Ankara havasıydı tabi bu pekte güvenilmezdi. Sabah evden çıkarken yağmuru, soğuğu, güneşi, sıcağı düşünmeliydi insan. Hani olur da üşüyebilirdik bir hırkamız olmalıydı koltuk altımızda, güneş gözlüklerimizi koymayı da unutmamalıydık çantamıza. Ankaralı' ydık artık biz tüm şartlarına hazır olmalıydık.
Üç yıldır Ankara' da bu mahallede oturuyordum. Çoktan benimde mahallem olmuştu hani Ankaralı olmuştuk. Kaldırımları ince topuklarımı incitse de şöyle yağmur sonrası güneşte güzel olmuyor muydu yürüyüş? Yürüyüşe sebep olan ya mahalle içindeki Salı pazarları ya da mahalle sonundaki ay sonunun yaklaştığını haber edercesine beliren bankalardı. Ama yinede güzel oluyordu. Tertemiz hava sonrasında toprak kokusu yoktu belki ama yinede güzel oluyordu ikindi yürüyüşleri.
Ana yoldan sağa sapınca bizim mahallenin taksi durağının ardından muhtarlığı bulacaktık. İlerledik ve ilerledikçe tanıdık yüzler birbirini seyretmeye devam etti. Dar ve kalabalık bir yolun ardından küçük bir kırtasiyenin önünde durduk. Burası muhtarlık olmalıydı. Niçin gittiğimizden de bihaberdim ama beni çok da ilgilendirmiyordu. O andan itibaren gözüme takılan şey kapının sağ yanında duran kediler oldu. Üç tane kocaman kedi, kediden ziyade köpeğe benziyorlardı. Hiç bu kadar büyük kedi mi olurdu? Bizim mahallenin emekli dedeleriyle nineleri ne de çok severlerdi mahallen kedilerini beslemeyi. Sonra olacağı bu tabi. Mahalle boyu yerinden kıpırdayamayan, türünün diğer örneklerine benzemeyen fazlaca şişman hayvancağızlar. Yine yardım sever ihtiyarlar bir şeyler bırakmıştılar zavallıların önlerine. Akşamdan kalma bayatlamaya yüz tutmuş yemekler diye düşündüm. O yemekler o karışık kötü görüntüye inat iştahla ağır ağır yenmekteydi. Gider mi bu kapıdan hiç aç kediler? Kapının solunda ise sanırım o bahsettiğim yardımsever ihtiyarlardan biri oturmaktaydı. Yılların yaşanmışlığına inat direnen tahta bir sandalyeden şöyle seslendi kedileri gösterircesine gözleriyle:
- Doğuracak olan bu.
Gözlerdeki işaretleşmeyle gözlerimi kedilere çevirdim ister istemez. Hepsi çok büyüktü ama bunların. Kendi içimde acaba hangisi çelişkisi yaşarken bir ses daha:
- Onun yavrusunu alacağım ben.
Bu ses ise yan taraftaki inşaatın işçilerinden birine aitti. Sarı çizmeleri, kedilerinki ile yarışırcasına büyümüş göbeğini aşan gömleği ve çizmelerinin içinden çıkmak istercesine sıkışmış pantolonu kireç içindeydi. Sanki içi kireç çamuru dolu kuyuya düşmüş on gün çıkmamıştı. Sonra da çayırda bayırda uyuyakalmıştı bir sağa bir sola yuvarlanırcasına. Öylesine yapışmıştı üzerine pislik. Ben daha bir şeyler demeden belki sadece sıcak bir gülümsemeyle yetinmeyi seçerken o aynı cümleyi defalarca tekrarladı cevap beklercesine.
- Sahi mi? Demekle yetindim.
- Çok güzel kedi. En az yüz dolar eder. Çok güzel kedi ama.
Sözlerinin ardından inşaat işçisi amcanın kedileri çok sevdiği düşüncesi silinerek yerini parayı çok sevdiği ya da paraya ihtiyacı olduğu düşüncesine bıraktı.
Bir sessizlik oluştu yapılan muhabbetlere inat. İnşaattan gelen sesleri saymazsak tabi. Sonra kedileri seyre daldım o sessizlikten yararlanırcasına. Hamile olan kedi siyahtı. İnşaat işçisi amcanın da dediği gibi hakikaten güzel kediydi. Diğer ikisi tozun rengine bürünmüştü sanki ve inşaat işçisi amcanın ayakkabılarından çok farklı değillerdi. Hamile olan ise asil bir duruş sergilemekteydi ve tertemizdi sokağın kirlenmişliğine, terk edilmiş pisliğine inat. ?Benim gınalı keklikler' diye başlayıp devamını inşaat gürültüsünden ötürü işitip anlamadığım ve ihtiyar amcayı yormamak için sormadığım cümleyi kendimce tamamladım kendi içimde. Sanırım yaşlı amcanın kınalı kekliklerine saldırmıştı bizim mahallenin gözü aç karnı tok kedileri.
-Bunun birini alacağım ben.
Bu cümle yine inşaat işçisine aitti. Sanki ihtiyar adama haberin olsun sonra ses çıkarma der gibiydi. O ise umursamazca:
- Nerede bulacaksın, doğurunca gider o şo tarafa, dedi.
İnşaat işçisi amca yineledi ısrarcı ve komik bir gülümsemeyle,
- Alacam ben onun birini.
Tüm bu konuşmalar esnasında yüzümde oluşan samimi bir gülümsemeyi anlatmak güçtü. Tüm bu konuşmalar çok hoşuma gitmesine rağmen kimseye belli etmediğim abartılı gülümsemeyi birazdan işlerini bitirip yanıma gelecek olan arkadaşıma saklamış olmalıydım. Yanıma geldi ve ona hemen kedileri gösterdim.
- Bak hamileymiş, dedim.
O ise sanırım bambaşka duyguların heyecanını yaşamaktaydı ki sadece şunları söyledi ve koluma girip evin yoluna doğru beni sürükledi:
- Hamile o tipinden belli.
O an ki tüm tebessümlerim o aceleci sürüklenişin hızı ile zamana ve yollara dökülmüş olmalı. Eve geldiğimde kimsenin bilmediği sadece bana ve mahallenin kedilerine ait anılarım vardı.
Anlatımınız çok hoş, tebriklerimle...