Makul

Bölünmüş zamanlara,

I SABAHIN KÖRÜ

Bunu, size bir büyü yaparak haber veriyorum;
cinlere söylemeyin sakın.
Şeyh Galip
Hüsn ü Aşk


Ilık bir ıslaklık vardı yanağımda. Perdelerin altından ışık sızdığına göre muhtemelen sabahtı ya da keşke bitmeyesi ıslak bir rüyanın ortasındaydım. Her iki durumda da avucumun içindeki kan, önce yastığı sonra da yüzümü kaplamıştı ve gerçeğin mi yoksa rüyanın mı daha iyi olduğunu kim bilebilirdi? Ben bilmiyordum; canım yanıyor, yastık ıslanıyor, hala açık olan televizyonda yavan bir melodi eşliğinde basit ama işlevli sözlerle Rick Astley'in 'Take me to your heart, take me to your soul.' (beni kalbine al, beni ruhuna al) çalıyor, felaket derecede güzel kahve kokuyor ve lanet olsun burası neresiydi?

Gece alkol ile boğulanların hep bildiği gibi kısık gözlerim ve mükemmel bir başağrım bana bu muhtemelen sabah saatinde eşlik ediyordu. Biraz daha aralamaya çalışarak gözlerimi etrafa bakındım; bir masa, iki sandalye, eski model minik ekran ve hala açık bir televizyon, bolca bira şişesine yoldaş bir telefon vardı. Hiçbir evde perdeler bu kadar kaba olamazdı, en azından benim evimde bu böyleydi ve bu durum tartışmaya kapalıydı.
Demek ki bir otel odasındaydım. Ününü kaybetmiş eski bir sanatçı gibi bu odada ölü bile bulunmuş olabilirdim.Biz inananlar için her zaman bir şükür sebebi vardır, siz bunu bilmezsiniz.

Hazreti Davut'un sesini bilmiyordum ama nedense her otelde ?'9'' tuşuna basılınca telefona cevap veren resepsiyonistin doğal olmayan, davudî bir sesi vardı. Basit bir soru sorup, aynı basitlikte cevabımı aldım:

- Hangi şehirdeyim?

- Elazığ beyefendi.

- Teşekkürler.

- Size bir mektup bıraktı birlikte geldiğiniz hanımefendi, getirmemi ister misiniz?

- Evet, lütfen. Haa bir de neden ?'9'' a basınca her otelde siz çıkıyorsunuz telefona?

- ???




II KİMSİN SEN

'Numera deus impare gaudet.'
'Tanrı tek sayıyla hoşnut oldu.'
Vergilius

'Çok düşündüm sana yazmadan önce, kafamı toparlayıp bir taslak oluşturmaya çalıştım, sonra vazgeçtim. Ama aramızda olan biten her şeyden sonra, hiçbir şey hissetmemiş, hiçbir şey yaşanmamış, üzülmemiş, özlememiş gibi davranamadım. O kadar dağınık ki herşey; toparlayamadım. Aklıma geldiği gibi yazmaya karar verdim ben de.
Kendisiyle ilgili iddiaları olan biri olmadım, kendime dair konularda büyük konuşmadım. Hiç ihtiyacım olmadı çünkü başkalarınca değerlendirilmeye. Sonra büyüdüm ve öğrendim ki bu yetmiyor. Üstelik ben mükemmel değilim, hatalar yapıyorum. Elbette bir davranış listesi vardı elimde, ama kimlik dediğin şey bir listeden ibaret değil ki. Kek yapar gibi yapamıyor insan kendisini. Ki kek yaparken bile yumurtaların oda sıcaklığında olması gerektiğini bilmezsen, kabarmıyor. Yani demem o ki, elimizde bir tarif varken bile, püf noktalarını bilmiyorsan olmuyor.
Ben de püf noktalarını öğreneyim dedim kendimin ve hayatın. Halâ öğreniyorum, değişiyorum; büyüyorum. Bu yüzden şu anda yaşadığım şeyle yüzleşebiliyor, başa çıkabiliyorum seni sevmekle.
Ben senin ellerini görmüştüm ilk, niye bilmem. Sonra gözlerini izledim bir süre, konuşurken. Tek başına öfke değil ama öfkeli bir ironi vardı anlatımında, beden dilinde. Yaşananlardan kaynaklanıyor sandım ama sonra sonra, tanıdıkça biraz biraz, hep bununla yaşadığını anladım. Senin hayatla başetme şeklindi alaycılık. Senin hayatla başedebilme gücün, içinde deli gibi korumaya çalıştığın sokak çocuğuydu. Ve şimdi düşündüğümde, kendime inanmam gerektiğini anlıyorum, senin büyük iddialarla kurduğun cümleler yerine. Canım acıdı bu süreç içinde ve ben hissettiğim acının bana mı yoksa sana mı ait olduğunu bilemedim.
Neden seninle konuşamadığımı, ne hissettiğimi anlamanı sağlayamadığımı sorup durdum kendime. Her söylediğim sözü bir surat asma, bir sitem gibi anlaman, yanına gelmek için duyduğum hevesi senin duymadığını düşünmem, önceki kırgınlıklar, kafa karışıklıkları; adına ne dersen de, bana senin duygularının bitmiş olduğunu hissettirdi. Bilemiyorum belki korkuttum, belki boğdum seni ama sanki bitsin diyemiyormuşsun gibi geldi bana. Bir akşam, bu tavrının bana kendimi değersiz hissettirdiğini, incittiğini söylediğimde; bana ''senin kendine güvenin mi yok'' diye yanıt verdiğinde olduğu gibi.
Elbette kendime güvenemediğim durumlar oldu; oluyor hep olacak. Daha önce hiç karşılaşmadığım bir durumda kaldığımda olur hep bana. Dedim ya öğreniyorum; yaşadıkça biliyorum ve üstesinden geldikçe biraz daha güveniyorum kendime ve ne zaman kendime olan güvenimi artıracak yeni bir şeyler yaşasam insanlara olan güvenim eksiliyor. Ben çoğaldıkça, insanlar azalıyor.
Yine de senin, o gün ve o günden sonra uzunca bir süre anlamanı sağlamaya çalıştığım şey çok farklıydı. Bu bir insanın bana değer verdiğini görmekti, sevildiğimi bilmekti, özlendiğimi, ihtiyaç duyulduğumu hissetmekti. Ki kalmak için, umut etmek için, hissettiklerimi korumak için bir sebebim olsun. Beklemek için, vazgeçmemek için.
Sen, bende olmayan herhangi bir şeye sahip değilsin. Sende olup da bende olmayan bir şey yok bana verebileceğin, kokundan başka. Ki bunu anlayabildiğini biliyorum; bilmediğim neden benimle açık yüreklilikle konuşamadığın.
Olabilir, insanlar yanılır; hissettikleri tükenir. Her şey tükenir. Bu sorgulanabilecek bir şey değil ki. Kopma noktalarımız olur, kırılırız ve tamiri olmaz. Hayat ve hayatın getirdiklerini sorgulamadan kabullenmeyi öğreneli çok oldu; ben bunu yapabilecek kadar barışığım yaşadıklarımla ve kendimle. Yaşadıklarımı ömrümün kâr hanesine ekleyip; olanı olduğu gibi kabul ederim.
Ama istemediğim, hissetmediğim, insanların karşısında sonuna kadar savunamayacağım hiç bir şeyin parçası olmayı kabullenmedim. Bana kendim olmayı kimse öğretmedi. Deneye yanıla buldum. Yalan söylemenin kötü olduğunu herkes bilir. Yalanlar söyledim, yalanlar duydum ve sonuçlarını gördüm. Aldatmanın yanlış olduğu bilinir hep; aldattım aldatıldım ve sonuçlarını gördüm.
Şimdi sanırım kendimle ilgili iddialı bir kaç cümle kurabilirim. Şu ana dek yaşamadığım, karşılaşmadığım durumlarda neler yaparım, nasıl davranırım bilmiyorum ama, yaşadıklarımdan kendimle ilgili öğrendiğim kimi konularda bu hakkı görüyorum kendimde. Ben dost, insan ya da kadın olarak hayatıma aldığım hiç kimseye ihanet etmedim, güvenini kırmadım. Hiç kimseye, hissetmediğim en ufak bir duygu kırıntısını vermedim, verir gibi yapmadım. Avaz avaz konuşmadım hiç ama hep avaz avaz yaşadım; hiç saklanmadım; çok komikse çok güldüm, çok üzgünsem çok ağladım, çok öfkelendiysem çok tepki gösterdim. Nerede olduğumu, ne hissettiğimi bildi insanlar. Kendimi olduğumdan farklı göstermeye çalışmadım, saklanmadım; hissettiklerimi de düşündüklerimi de saklamadım.
İncindim, hırçınlaştım, kendimin hiç görmediğim, bende varolduğunu bile bilmediğim yanlarımla yüzleştim ama, seni sevdim; çok sevdim.
Ben seni sorgulamayacak, değiştirmeye çalışmayacak, tüm yalnız ve incinmiş taraflarınla güçlü görünmene ihtiyaç duymadan kabullenecek ve sevecek kadınım. Ben gündüzün ya da gecenin herhangi bir vaktinde ihtiyacın olduğunda iki eli kanda olsa yanında olacak kadınım ve ben gidebilecek kadınım.
Seni sevmeye devam ettiğim sürece hayatımda sen varmışsın gibi yaşamaya da devam edeceğim ve bunun çok sürmeyeceğini de biliyorum. Bu acı bitecek, bu özlemek geçecek ve seninle yaşadığım herşeyi kendime ekleyip ben bir başkasını daha çok ve daha doğru seveceğim.
Umarım hayatın bir yerlerinde bir başkasını sevdiğinde ve bunu söylediğinde, olduğun insanla, olman gerektiğine inandığın insanı senkronize edebilmiş olursun. Tahammül etmeden, katlanmadan; sadece istediğin için, iyi hissetmek için.
Bu şekliyle bir daha benden sana yazılmış bir şey okumayacak, bir daha sesimi duymayacaksın ve beni bir daha görmeyeceksin.'

Bunları bana yazan kadın kimsin sen? Ben bunları yazdırıp, bir otele bıraktıracak ne yaptım sana? Ve neden sarı saçların var? Sarı! Sarışın olmalısın.

10 Kasım 2014 7-8 dakika 9 öyküsü var.
Yorumlar