Mavi Gül / Papatyanın Aşkı

Kime sorarsanız çiçekler içerisinde en güzeli hangisidir diye istisnasız herkes Gül ismini zikreder. Eşsiz güzellikte yaprakları ve gökkuşağının renkleriyle donatılmış taçları ile güzelliğiyle bülbülleri bile kendine hayran bırakmış adına şarkılar şiirler yazılıp efsaneler dahi söylenilmiştir. Fakat Papatya desem kiminiz seviyor sevmiyor kiminiz ise beyaz taç yaprakları getirir gözlerinin önüne. Peki Gül ile Papatya'nın aşkını bilir misiniz diye sorsam sizlere kaçınız bilebilir ya da duymuştur. Gül ile bülbülü herkes bilirken Papatya'nın Gül'e olan aşkını yahut sevdasını işiteniniz olmamıştır. O vakit yaklaşın yanıma ve kulak verin sesime, göz değdirin yazacaklarıma. Her baharın gelişinde açan eşsiz güzellikte çiçekler rengarenk yapraklar arasında dalında mağrurca duran bir Mavi Gül'ün ve birçok ak gelin gibi duran beyaz papatyalar arasında olan Sarı Papatya'nın hikayesini dinleyeceksiniz.
Yine bir bahar günü toprak yeşermiş rengarenk çiçekler filizlenmişti, gül ağacının dallarında ise güller açmıştı muazzam güzellikleriyle. Lakin bir farklılık vardı ki dallar arasında tek bir gül vardı, rengi gökyüzünün saflığında denizin masumiyetinde mavinin en güzel tonu Mavi bir Gül. O kadar güzeldi ki her gül ona aşkla bakıyor her bülbül ona şarkılar söylüyor ve çiçekler güneş yerine ona dönüyordu yüzünü. Papatyalar dahi Mavi Güle hayranlıkla bakıyordu. Ancak papatyalar içerisinde biri vardı ki, her bahar zamanı gelince yıpranan ve kabul edilmeyen yapayalnız bir çiçekti o. Çünkü diğerleri gibi değildi, rengi güneşin sıcaklığında ateşin yıpranmış tonunda Sarı bir Papatya idi sanki hayatın çilesini üzerine çekmişliği her yerinden okunuyordu. Güzün ilk bakışı gibi soluk bir renk hakimdi üzerinde, ne beğeniliyor ne de bakılıyordu yüzüne. Her daim dışlanıyordu, hayatın kara tokadı yerine sarı zelzelesini yemiş gibi soluktu. Bu yüzdendir ki, hayat ona her bahar vakti acımasız davranmış sevme sevilme hakkını dahi elinden almıştı. Kendisi çiçekler bahçesinde tam da Mavi Gül'ün tam dibinde yükseliyordu topraktan. Sanki gölgesine ihtiyaç duyuyor gibiydi ve bu gölgeden huzur şefkat arıyordu. Fakat ne var ki Mavi Gül'ün yanı başında Kırmızı bir gül daha vardı ve kader iki gülü birbirine eş ihsan etmişti. Her ne olursa olsun Mavi Gül kopamıyordu Kırmızı Gülden çünkü kader kendisine sormamış ve direk yazmıştı ömrüne.

Herşeye rağmen Sarı papatya bilmezliğe vurup görmek istemiyordu aradaki uçurumu, gölgesinde durduğu Mavi Gülü eş istiyordu sevgili istiyordu kaderine güneş etmek istiyordu onu. Kader belkide onları birbirine yazmamış olabilirdi, hatta kimse tarafından beğenilmiyorda olabilirdi. Ama kendisi seviyordu, kendisi bu zorlu hayatın içerisinde Mavi bir umudun ışığına tutulmuştu. Çevresindeki her çiçek, her bülbül, her göz ona bakıyor olabilirdi. Lakin kendiside ona tutulmuştu ve kendini bundan alıkoyamamıştı. Günlerden  bir gün sevdiğine açılmak istedi ona seslenip fark edilmek istedi; ve o an Mavi Gül'ünde kendisini sevdiğini öğrendi. Duyduklarına inanamıyordu, sanki tüm dünya onun olmuştu sanki onca keder ve azap bir an da silinmişti. Lakin her mutluluğun arkasında bir acı gerçek saklıydı değil mi? İmkansızlık girmişti araya.. Nasıl olabilirdi ki, nasıl kavuşabilirlerdi. Mavi Gül Kırmızı Güle kenetlenmişken, Sarı Papatya nasıl sahip olabilirdi ki. Hem de onca güzellik ona doğru koşarken ona bakıyorken. Bu mümkün müydü yoksa sadece bir hayalin ürünü müydü? Hayat yine mi vurmuştu darbesini, bu kadar büyük bir sevgi varken arada, nasıl olurda kader yanlışlık yapabilmişti, adalet miydi bu yoksa hak mıydı?... Mavi Gül herşeye rağmen biricik Papatyasına bakıyor ve onun üzülmesine dayanamıyordu, hatta bazen Papatya acısından ötürü kendine zarar veriyor üzülüyor bazende hatalar yapıyordu. Bu durum da Gülü çok üzüyordu, çünkü korkuyordu sevgiliye bir fenalık bir kötülük olacak diye. Lakin Papatya her açıklamasında, her hatasının arkasında kendisine duyduğu büyük özlem ve o büyük aşkın acısının olduğunu söylüyordu. Çünkü dayanamıyordu ve her dayanamayışının ardından kendine ya zarar veriyor ya da sarı taç yapraklarından yaşlarını akıtıyordu. 

Adeta bir berduş gibi dolanıp duruyordu yaprakları usul usul esen rüzgarın esintisinde. Gül ise sevgilisinin bu halinden çok rahatsız oluyor hemde üzülüyordu. Kaderin kendilerine daha baştan yapmış olduğu adaletsizden ötürü kendiside yakınıyordu. Papatya'nın bazen yapmış olduğu kıskançlıklarda ise Mavi Gül şu cevabı veriyordu; " Ey benim güneş sıcaklığı yansıtan saçlarında altın parıltısı taşıyan sevgilim, ben seni yüzlerce ak papatyaların içerisinde buldum tek başına eşsiz bir güzelliğin varken nasıl olurda senden başkası ile ilgileneceğimi düşünürsün." Dediğinde Papatya o kadar çok utanmıştı ki ve anlamıştı sevgilisi tarafından ne kadar da çok sevildiğini.
Peki o zaman ne olacaktı ki? Nasıl kavuşabileceklerdi, kader ne zaman gülecekti onlara, her daim kaçamak aşıklar gibi sessiz sakin zamanlarda buluşuyor bakışıyorlardı. Yasak bir aşkın iki mahkumu gibi kaçaktı her ikisi de. Biri ufacık bir papatya diğeri dallar üzerinde tüm haşmetiyle açan bir gül hemde yanıbaşında eşi olan bir gül. Oysaki Mavi Gül, Papatyayı seviyordu, ona gönül vermiş onun yüzünde duran acı dolu bir hayatın umut dolu gülüşünü sevmişti. Peki ne olacaktı bu hasret ne olacaktı bu imkan vermeyen adalet. Zaman dur durak bilmeden akıp gidiyordu sonbahar gelmeye yaklaşmıştı, her ikiside tekrar toprağa dönüşüp bahar vakti açacaktı. Ta ki o zamana kadar tekrar daha büyük bir hasretlik girecekti aralarına. Ve bir ses duyuldu, bir el doğruca Mavi Gül'ün olduğu dala doğru uzandı sankı ilahi bir el gibiydi. Yanıbaşındaki  Kırmızı Gülü diğer dalda bırakıp çekip kopardı yeşerdiği ağacından ve alıp götürüyordu o el. O an bir çığlık yükseliyordu sanki göğe doğru. Götürmeyin diyordu Papatya, olağan tüm gücüyle bağırıyordu. Götürmeyin ne olur götürmeyin sevdiğimi, kokusuna hasret kalamam, gölgesi olmadan yaşayamam ölürüm diyerek haykırıyordu. Ve nihai rüzgar o an gelip bütün çiçekleri savurdu ve güz vakti gelmişti artık. Rüzgar Papatya'nın tenine değdiği an, son haykırışıda döküldü dilinden ve savruldu tomurcukları toprağa. Yeniden doğmak için yeşerebilmek için toprağa gömdü umutlarını. Ama ne fayda ki artık sevgili yoktu, tekrar doğduğunda olmayacaktı yanıbaşında. Göremeyecekti onu.

Aradan aylar geçti ve topraga saplı olan tomurcuk yeşermeye başladı. Yükseldi yükseldi ve artık taç yaprakları açılıyordu, gözlerine hafif ışık değmeye başlamıştı. Ve o an bir ses geldi kendisine; " Hoş geldin, Günaydın baharımın sarı güneşi papatyam... " Evet bu ses, bu ses ona aitti. Sevgiliye aitti, ama nasıl olabilirdi, o gitmisti alıp götürmüşlerdi. Hemde çevresine bakınıyordu kimsecikler yoktu. Sadece kendisi ve Mavi Gül vardi bir saksının içerisindeydiler. Yoksa bu bir mucize miydi? Kader artık onlara gülecek miydi? Daha sonra Mavi Gül olanları anlattı, kendisini alıp götüren elin daha sonra o bahçeden tam da Papatya'nın tomurcuğu olan yerden toprak alıp saksıya koymuştu ve böylece her ikisi artık kimseler yokken başbaşa kalmış ve aşklarını yaşıyor olacaklardı. Her ne kadar imkansız da olsa kader bunu onlara hediye etmişti. Ve o günden sonra Mavi Gül, Sarı Papatya'ya. Sarı Papatya'da Mavi Gül'e aşık oldu. Bundandır ki Mavi Gül ve Sarı Papatya her zaman aşkın sevginin ve huzurun simgesi oldu tüm imkansız görünen aşklara...

25 Haziran 2016 7-8 dakika 8 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar