Mavi Kurşun Kalem 1
Yeni bir ders sezonu başlıyor. Güneşli, sıcak bir eylül sabahı... Bahçesinin bir tarafında üç beş çam ağacının bulunduğu ilköğretim okulunun önündeyiz. Öykümüzün yaşandığı yıllar milenyumun ilk yılları. Bahçe bir panayır yeri adeta. Yeni okul formalarıyla ikinci kademe öğrencileri... Mavi önlükleri, beyaz yakalıklarıyla pırıl pırıl, gözlerinden heyecan, tedirginlik okunan birinci kademe öğrencilerimiz... Annelerinin ellerine, eteklerine sarılan dokunsan ağlayacak durumda olan birinci sınıflar... Biz bu evrene nereden düştük dercesine şaşkınlar... Genç anneler... onlar en şık, adeta bayramlık elbiseleriyle okulun açılış törenini renklendiriyorlar...
Okulların başladığı günler mutat yapılan açılış programı uygulandı sırasıyla: İstiklal Marşı, müdür beyin konuşması, şiirler, şarkılar derken program uzadıkça uzuyor. Sanki vatan, millet, Adapazarı edebiyatı ne kadar uzun olursa çocuklarımızın davranışları hemencecik en üst düzeyde olumlanacak...
Büyük sınıfların dikkati iyice dağıldı... Aralarında konuşmalar başladı... Hele birinci sınıflar sıkıldılar iyice... Güneş artık etkisini tam göstermeye başladı. Zaman ilerledi lakin açılış töreni programının sonunun geleceğine dair bir belirti yok... Terleyen ve susayanların olduğunu düşünen mi var! Program sunumunu yapan Çiğdem öğretmenim ara ara ünlüyor kaşlarını gererek:
'Sayın velilerimiz, sevgili öğrenciler sizi sessizliğe davet ediyorum! Konuşanların sözleri duyulmuyor!' Özellikle çocukların dikkat sürelerinin azami ne kadar olduğu bilimsel kitaplarda okunmuştur. O bilgiler kitapların tozlu sayfalarında kalır benim güzel ülkemde! Uygulanmaz çoğunlukla!
Bir kadın öğretmen arkadaşla birinci sınıfları okutacağız. Sınıf mevcutlarımız kırkın üzerinde. Önceki gün müdürümüz biz birinci sınıf öğretmenleriyle kısa bir toplantı yapmıştı:
'Arkadaşlar, biliyorum! Birinci sınıflarla çalışmak aşırı emek ve özveri ister. Okulumuza acilen bir sınıf öğretmeni atanmasını istedim. İlden söz aldım. Öğretmen geldiğinde birinci sınıfları üç şube yapacağız... Sizler deneyimli arkadaşlarsınız... Farkındayım! Merkez okullarda birinci sınıfların mevcutları yirmi beş öğrenciyi geçmiyor... Benim yapacağım fazlaca bir şey yok. Sizin gibi deneyimli arkadaşlara olan güvenimi bir kez daha belirtmeliyim... '
Yapacak bir şey yoktu! Öğrenciler, veliler birlikte sınıfa girdik. Şaşırdım! İşimin hiç de kolay olmayacağını iyice hissettim. Bir tarafta heyecanlı ve şaşkın öğrenciler... Onlar kadar genç anneler de heyecanlı. El bebek gül bebek büyüttükleri ilk çocuklarının yaşamlarında yeni bir dönem başlıyor. Kim bilir neler hayal ediyorlar. Aklaşan şakaklarımla biliyorum... İlk düşünceleri; çocuğum erkenden okuma-yazma öğrenebilecek mi? Daha sonra hayal dünyalarında çocuklarını beyaz önlükleriyle doktor, mühendis... olarak görmenin özlemi var çoğunda...
Birinci sınıflarla, sınıfa ilk girme anı çok önemlidir. İlk bakışta öğrenci öğretmenini beğenir ya da beğenmez. Dışardan bakanlar ve de çocukların ruh dünyasının enginliğinin farkına varamayanlar işin püf noktasının önemini hiç anlayamazlar. İlk dakikalarda öğrencilerin kalplerine, ruh dünyalarında olumlu intiba bırakmak çocukların okul yaşamlarını olumlu ya da olumsuz etkiler... Mesleğin sanatsal yönünü de iyice sergilemek gerek. Gerçi öğretmen tüm yaratılmışları koşulsuz seviyor, kendisiyle barışıksa ekstra rol yapmasına gerek kalmaz. Çocuklar sınıfta oldukları ilk dakikalarda öğretmenlerini severlerse gerisi düğün bayram olur...
Çocuklar büyüklerden daha iyi anlar karşısındakilerin içtenlikli olup olmadığını... Başarının şaşmaz anahtarı sevmekten geçer. İnsanları seviyorum. Ülkemin insanını daha çok seviyorum... Bu duyguma şövanistçe densin! Önemli değil. İç sesim böyle diyor sürekli... İkiyüzlülük yapamam. Beni en çok çocuklar anladı. Çünkü onlarla çok iyi anlaşıyoruz. Yalansız, çıkarsız karşılıklı gözlerimizle anlaşıyoruz. Sevecen bakışlarla...
Böylesi hümanist naif duygularla yola çıkmış oldum. Velilerimle çok kısa konuştum.
'Yılların öğretmeniyim, halkımı ve insanlarımı çok seviyorum. Sizlere tek bir konuda söz veriyorum. Çocuklarınız artık benim çocuklarım oldu... Yeteneklerim ölçüsünde çok çalışacağım. İlerleyen günlerde içtenliğimi göreceksiniz. Hayli yoruldunuz! Heyecanlarınızı anlıyorum. Şimdi beni minik öğrencilerimle baş başa bırakın...'
İlerleyen günlerde; teneffüs saatlerinde öğretmen odasına gidiyoruz zümre arkadaşımla. Seslerimiz gitmiş, görüntülerimizde karlaşma var... Şarkılar, masal anlatmalar, oyunlar derken öğrencileri okullu yapmak, sınıf, okul yaşamına uyumlarını sağlamak hiç kolay olmuyor. Her öğrenci farklı bir dünya. Çocuklarımızın ruh dünyalarının içine girip; anne-baba sevecenliğiyle onlara yaklaşmak, onları yaralamadan kalıcı davranışlar kazandırmanın zorlukları yaşanır birinci sınıf öğretmenlerince. O bağlamda birinci sınıf öğretmenliğinin ilk ayları ilginçtir. Farklıdır. Sabırlı olmayı ve tinsel ve bedensel dinç kalmayı gerektirir öğretmenlerimiz için.
Üst sınıfları okutan öğretmen arkadaşlar bazen takılırlar bizlere, bıyık altından gülerek:
'Yasemin hanım, İbrahim bey, çocuklarınız artık okuyup yazıyorlardır! Şiir ve kısa kısa öyküler yazabiliyorlar mı?' Yanıtlıyoruz gülerek:
'Ne demezsiniz! Hele sön derslerde sınıflarımızı bir ziyaret edin ne kadar güzel şiirler okunduğunu görürsünüz sınıflarımızda!'
Öğretmenin çok önemli ve güzel meslektir. Tanrı mesleği olduğunu söyleyen feylesoflar vardır. Madalyanın arka yüzünü anlatmasam kendime haksızlık etmiş olurum öncelikle. Ülkemin dağlarına, bitek ovalarına, berrak sularıyla göllerine bir zaman kirlenmemiş masmavi suları olan denizlerimize haksızlık etmiş olurum. Yediğim ekmeğe, emdiğim annemin ak sütüne karşı nankörlük etmiş olurum. Bu güzelim gök kubbemiz altında topraklara minnet borcum var; gerçekleri çarpıtmadan söylemek yazmak her durumda ve her ortamda...
Ülkemizde sekiz yıl zorunlu eğitime geçme uygulamasında dünya ülkeleri arasında niye nal toplayanların arasındaydı? Eh nihayet sekiz yıllık zorunlu eğitim başlatıldı, güzel. Bu uygulamanın alt yapısı niçin hazır değildi? Sekiz yıllık zorunlu eğitime başlanırken icraatta dönemin en baştaki siyasi lideri şöyle diyordu:
'Ülkemizde, 2000 yılına girdiğimizde ilköğretim okullarında tam gün dersler yapılacak. İkili öğretime son vermiş olacağız. Sınıflarımızın mevcudu azami otuz öğrenciyi kesinlikle geçmeyecek.' Bu sözleri duyunca birden heyecanlanmıştım. Böylesi vaatlerin birer pembe balonlar olduğu hep yaşadık ulusça. Almanya'da yıllarca mesleği icra ettim. O ülkede yalan duymadım dersem abartıyorum sanılmasın. Bizde alan memnun satan memnun ne denir!!!
Uzun yaz tatilleri geçer. Eylül ayı gelir. Okullar açılır, ders başı yaparız. Bakarız bazı sınıflar öğretmensiz! Peki, uzun yaz günlerinde il içi atanmalar niçin yapılmaz? Okulların açıldığında öğretmeni olmayan sınıfların öğrencilerinin zamanlarının verimsiz geçmesinin sorumlusu kim? Plansız yaşamanın dayanılmaz hafifliğinde yaşama alışkanlığından ne zaman azat olacağız? Bu çelişkileri göz ardı ederek yaşamak ne kadar hazin ve acı!!!
Bizleri idare etmek adına seçtiğimiz vekillerimizden, liderlerimizden yarınlarımızın güvencesi olacak yavrularımızın eğitim-öğretim yaşamının bilimsel yöntemlerle yapılması adına isteklerde bulunsak okulculuk çalışmaları topal-aksak yürür. Kendimizi geliştiremez, kafalarımızın içini aydınlatmaz makbul fikirler üretemesek seçim meydanlarında sadece ağzı iyi laf yapan, şık giyinen siyasileri alkışlarız. 'Keser döner sap döner gün gelir hesap döner.' ata sözüne inat hiçbir şey dönmez, sadece çark aynı biçimde döner. Olumlu beklentiler de sürekli yeni baharlara kalır...
Aradan bir ay geçti. Öğrencilerimiz artık okullu olma bilincine varma yolunda hayli mesafe kat ettiler. Parmak kaldırarak söz alma... satır çizgisine oturtarak yazılar yazılıyordu artık. Yasemin öğretmenimle ses ve görüntülerimiz düzeldi geçen günler içinde. Bulutlu serin bir ekim günü. Sonbahar iyice kendini hissettiriyor. Hizmetli, müdür beyin beni odasına davet ettiğini söyledi. Davete icabet ettim. Müdürün yanında zümre arkadaşım ve genç bir kadın vardı. Müdürümüz:
'Arkadaşlar, tanıştırayım, bu genç arkadaşımız sizlerin zümre arkadaşınız olacak. Gül hanım, okulumuza yeni atandı.'
Arkadaşımız, stajı yeni kalkmış genç bir öğretmen. Sıra geldi öğrencileri bölmeye. Okula kaydı yapılan birinci sınıfların hangi öğretmen okutacağı konusu sene başında idareyi ve öğretmenleri hayli yoran bir durum olmuştur. Veliler çocuklarını kendi istedikleri öğretmenin sınıfına vermek isterler. Bu konuda herkesin gönlünü yapmak mümkün olmaz. Müdürümüz kendi yapması gereken görevi bize bıraktı!
'Yasemin hanım, İbrahim bey, çalışmalarınızı takdir ettiğim deneyimli arkadaşlarımsınız. Sınıfınızdan genç arkadaşımıza öğrenci gönderirsiniz. Yeni arkadaşımıza her konuda yardımcı olacağınıza inanıyorum....'
Yasemin hanım:
'Elbette müdür bey. Sınıfıma girdiğimde öğrencilerimi ayırmaya hemen başlarım.'
Öğretmen arkadaşım 'elbette' deyince daha fazla konuşmaya gerek görmeyerek sınıfıma döndüm. Fazla düşünmeden duygudaşlık yapıp sınıfımdan bir ay içinde tanıyabildiğim öğrencilerim arasından diyebilirim ki, beğendiklerimden on iki öğrenciyi götürüp genç öğretmenime teslim ettim.
Bu uygulama benim için de hüzünlü oldu. Öğrenciler benden ayrılmak istemediler. Onları ikna etmekte hayli zorlandım. Çeşitli nedenlerle evladından ayrılmak zorunda kalan bir babanın hüznünü yaşadım. Biz sınıf öğretmenleri anne-babadan sonra çocuklara en yakın olan insanlarız. Çocuklara evde anne-baba, okulda öğretmenleri rol modeldir.
Öyküm devam edecek...
Öğretmenlerimiz değerlilerimiz hele ki ilk öğretmenimiz bize okulu okumayı sevdiren geleceğimizi şekillendiren varlıklarımız
Kutlarım İbrahim beyud83eudd20
Mavi Kurşun Kalem I adlı öykümü 02.02.2016 günü için günün yazısı seçen Şiirkolik ailesinin saygıdeğer seçki ekibine teşekkür ederim.
Emeğe saygılma...
İyi günler Sermin Gür Hanımefendi. Mavi Kurşun Kalem adlı öyküme gösterdiğiniz benim için anlamlı ve değerli ilgi ve yorumunuza içten duygularımla teşekkürlerimi sunarım. Emeğe saygımla esenlikler dilerim yüce gönlünüze...