Mavi Patikler

Başlamak....

Bitmiş bir şey varken, başlamak...

Neden bittiğini sormak kendine. 'Elimden geleni yaptım mı?' demek. Susmak zifiri karanlıkta; odaların sana yalnızlığı anlatırken. Susmak; çaresizlikten...

Başlamak; bir daha hiç bitirmemeyi düşlerken.

Balyoz yemiş gibiyim bu sabah. Yatağımda bir o yana bir bu yana dönüp durdum. Günün ilk ışıkları penceremden süzülüp daldı yatağıma. Dişlerimi öyle sıkmışım ki çenem ağrıyor. Kalkıp giyinmeliyim. Patron olmak bana ayrıcalık tanımamalı, ama yığılıp kaldım. Bir bardak çay içip ayılmalıyım. Düşünüyorum da , çayın yerini bile bilmiyorum. Kendi yerimi de bilmiyordum, çok normal... Ama çok normal şeyler aslında anormallikleri saklıyormuş içinde.

Yaşadığım sürece normal olandan kaçmak için sebeplerim var artık. Normal bir kadın olmayacak bundan sonra hayatımdaki, normal yaşamayacağım. Nerede gelgitler var, ben oradayım artık...

Düşünmek istemiyorum.Yastığımı düzeltip bir iki dakikalığına ardıma yaslandım. Çenem gerçekten çok ağrıyor, üşümüşüm de... Tabi erkenden kalkıp kimse ısıtmamış evi, çay yok, kahvaltı yok, bir seste yok sevgiyle kulağımda yankılanan...

Avutuyorum kendimi, alışacağım!Ne giyeceğim şimdi? Kravatımdan çorabıma her şeyin yerini bir o biliyor. Hiç kendim hazırlanmadım. 18 yıl oldu ve ben evimden bir haberim. Çekmeceleri karıştırıyorum. Gri bir kravatım vardı, alt üst ettim odayı, yok. Kirli sepetine bile baktım..

Yılgınım. Ne fark eder, neden ille de o kravat?

Sebebini biliyorum, son evlilik yıl dönümü hediyesiydi Sude'nin. Mutlu gözüktüğü içten içeyse uçurumlarda dolaştığı bir geceden kalma bir hatıra... Sıradanlığı sevmezdi. Coşkun, sevimli ve inattı Sude. Hayatın pembe yanıydı. Gök kuşağım derdim ona, yedi rengim...

Kapı çalıyor.. Toparlanmalıyım. Gelen kapıcıdır büyük ihtimal, ekmek isteyip istemediğimizi soracak ve şaşıracak kapıda beni görünce. Ben ekmeğimiz olup olmadığını bile bilmiyorum. Acizlik sarıyor her yanımı. Dibime kadar acizlik... Kapıyı açıyorum istemeyerek..

Ekrem abi, süzüyor beni muzip bir gülümsemeyle,

-'Hayırdır Hakan bey!.' diyor. Hanım işleri sana mı devretti? Sen sevmezsin böyle angaryaları..

-Bakıyorum... Uzun bir süre sonra, 'Ekrem diyorum, sen al iki ekmek.'

Aslında ne alınacağı umurumda bile değil. Aç değilim. Gırtlağıma kadar hüzün doluyum, tokum yani. Traş oldum, acele giyinip hazırlandım. Tam ayakkabılarım giyerken Ekrem yeniden çaldı kapıyı.. Elinde ekmeklerle:

-Hayırdır hakan bey dedi, bugün mesainiz mi var?

-Şaşkın baktım yüzüne 'Niye ki?' dedim.

-E abi, bugün pazar...

İşte o an kahkahalarımızdan bütün apartman inliyor. Ekrem büyümüş gözlerle süzüyor beni, bir şeylerin ters gittiğini anlamış olacak ki,.

-Olur öyle şeyler Hakan bey diyor. Boş verin siz...

Geri soyundum, mutfağa geçtim. Buzdolabında evvelki akşamdan kalma yemekler var. Elimi sürmek istemiyorum, bir süre o dolapta öylece kalsınlar istiyorum. Belki Sude döner diye yapıyorum bunu. Ondan geriye bir şey kalmazsa bir daha dönmeyecek demektir...

Kızgındır belki, belki umudu tükenmiştir, belki sancılarına yenilmiştir, ama beni sevmişti, biliyorum... Yeşil çay içmek istiyorum. Ağzıma bile sürmezdim düne kadar, şimdi Sude koksun istiyorum her taraf. Ciğerlerime çekmek istiyorum kokusunu ve kendimle hesaplaşmak istiyorum, "Gitmekte haklı mıydı?" diye...

Kedimiz ayaklarıma dolaşıyor. İtiyorum usulca. Canım kimseyi sevmek istemiyor şu an, çekilip gitsin istiyorum. İtip kakmak istiyorum belki, ama göz göze geliyoruz Beyazla, 'Anlat...' diyor sanki gözleri. Ben biliyorum Sude neden gitti, sen bilmiyorsun!. Bir kedi kadar duyarlılığın yok senin. Odun gibi adamsın diyor, kalassın sen kalas... Haklı beyaz, odunum ben!.

Üç saattir mutfaktayız. Çayım çoktan soğudu, yüreğim soğumuyor ama, ölesiye sıcağım, özlemden şaşkınım... Şimdi Sude olsa, başımın etini yer 'Bir yere gitmiyor muyuz, bütün gün eve tıkılıp kalacak mıyız ?' diye söylenirdi. Gene dırdır ediyor benim gök kuşagı derdim içimden. Belli etmezdim ama her pazar aynı ritueli yaşamak sıkıcı gelirdi "Tamam gidelim." derdim ama isteksiz halim çılgına çevirirdi Sudeyi. "Ne biçim adamsın, içinde can yok mu senin, birlikte vakit geçirmek bu kadar mı zul geliyor" derdi.

Hep inkar ederdim ama evde oturup gazete okumayı, arada uyuklamayı, terliklerim ve pijamamla biraz daha beraber olmayı isterdim. Kırk karış suratla çıkardık evden.

- "Elimi tutmayacak mısın?" derdi. Tutardım.

-Beni seviyor musun?derdi. 'Seviyorum.' derdim.

Ama içimden gelip ne zaman sevgimi sermiştim ki önüne. 18 yıl, yüzümüzden ve gönlümüzden çok şeyleri alıp götürmüştü. Çocuğumuz yoktu, çok tedavi görmüştü ama tüp bebekte dahil ne yapsak evlat sahibi olamamıştık. Eskiden vitrinlerin önünden geçti mi; Hakan derdi: sence kızımız mı olacak, yoksa senin gibi tembel bir oğlumuz mu? Bana takılırdı çoğu zaman, ama ben bunları bile duymazlıktan gelir, bir iki kısa sözle geçiştirirdim.

Yaklaşık 8 yıldır vitrinlere bakmıyoruz. Evlatlık almak Sude'ye göre değil, bana kalsa pek ses etmezdim sanırım. Komşularıyla görüşmüyordu eskisi gibi. Çocuk bahçelerinin yanından geçmemek için özen gösterirdi, bunu fark etmiştim. Ama odunluğum yüreğindeki yangını fark etmeme engeldi.

Geçer diye düşündüğüm bir tür hastalık gibi bakmıştım evlat özlemine. Geçmiyordu, sadece sümen altı etmişti, kalbine gem vurmaktan yorulmuştu sanıyorum. Gidişi için bulabildiğim sebeplerdi bunlar. Uyuşup kalmıştım, uyumuştum... Tırnaklarını bedenime, oradan ruhuma geçirip duran bir insanın, ben buradayım çığlıklara tıkamıştım kulaklarımı. Birbirinden güzel düşler eşliğinde yaşayıp gitmiştim hayatımı...

Yerimden kalkıyorum. Bacaklarım uyuşmuş oturmaktan. Silkinip kendime gelmeliyim. Lavaboda buluyorum kendimi, içimdekilerden arınmam lazım. İçimdeki pislik bile bana ağır geliyor birden... Yüzümü yıkayıp acele bir şeyler giyiyorum üzerime. Bu akşam içmek istiyor çanım. sarhoş olursam unutmam daha kolay olur, bir iki duble parlattım mı dünya toz pembe gelir gözümü, ama üçü buldum mu sövmeye başlarım, dörtte evimin yolunu bulmam mümkün olmaz. Kimi ararım gelip alsın beni diye, sanıyorum abimi, elde kalan tek akrabamı... O yüzdende içmem pek. İçti mi bitirmek isterim şişeyi, bitirdim mi; taşırlar beni. Kim olduğunu ayıldığımda Sudeye sorarım. Sude, gülmekle gülmemek arası, 'iyi ki her zaman içmiyorsun." der. Her defasında başka birini bulmak gerekir, bir getiren bir daha elini sürmez sana...

Acı çekmem pek, ama acı vurdu elimi, yüreğimi; bedenimde dolaşır zehrim. Her yanım özlem dolu, her yanım hüsran... Sıksa biri boğazımı, gık demem şu an. İçmek istiyorum o yüzden, bir şişe bana mısın demez bu akşam...

Arabama atladım, sahil yolunda buldum kendimi. Etraf pek kalabalık, herkes ailesiyle gülüp söylüyor, ben bir başıma.. Boş ver Hakan diyorum kendime... Atlatacaksın..

Dışarıdan pek hoş bir yer değil burası, ama içerisi sıcak ve rahat. Şu an başka bir şey aramayacak kadar meşkulüm kendimle. Garson usulca yaklaşıp 'Hoş geldin abi, ne alırsın?' diyor. Menü hemen masada, artık bakılmaktan yıpranmış, garson başımda duruyor halâ, bir an önce söyleyip işine bakmak istiyor. Yüzüne bakıyorum. Yorgun gözleri var, saçı dağılmış, beyaz gömleği üzerinde sırıtıyor. Bilek yerlerinden ve yakasından aşınmış, çok yıkanmış olmalı. Garson menüyü değilde onu süzdüğümü görünce irkiliyor, yüzündeki ifade kızgın, yanlış anlıyor sanıyorum. Bu hali komiğime gidiyor. Gülmemek için dişlerimi sıkıyorum, başıma her an ters bir şey gelebilir. Siparişimi verince oda bende rahat ediyoruz. Halâ gülümsüyorum, sonra bir ağlama nöbeti... Birkaç dakika sonra, garson aynı şaşkınlıkla başımda:

-'Abi ters bir şey mi var?' diyor,

Bana acıdı, oysa daha on dakika önce beni iyice tartaklayıp, kapı önüne koymayı düşünüyor gibiydi. Nasıl söyledim bilmiyorum, kendime bile yabancı gelen bir ses tonuyla

-Benim hanım diyorum, beni terk etti...

Garson bir şeyler söylemek istiyor gibi, ama cevap bile vermeden uzaklaşıyor yanımdan. Ne tuhaf herif bu böyle diyorum. Birkaç dakika sonra, yanıma gelip duruyor. Ben bir şey isteyip istemeyeceğimi soracak derken, ağlamaklı bir ses tonuyla bende de aynı dert var abi diyor. İstersen çıkışta başka bir yere gidelim, kaderdaş sayılırız baksana...

Duraksıyorum önce, sonra boş ver hakan diyorum içimden. Gençken aldırmaz hemen tamam derdin böyle bir teklife, ne diye tereddüt ediyorsun ki. 'Gidelim.' de bitsin... Seni yiyecek hali yok ya adamın.

-"Olur" diyorum. Adın ne senin?

-Hüseyin diyor.

Tamam Hüseyin, çıkarken beni de al, ben biraz demleneceğim. Kafam seni hatırlayacak kadar iyi olursa, sahile gideriz, birerde bira alırız... Başını olur anlamında sallıyor. Sanırım oda bir dert ortağı bulmanın sevincini yaşıyor içten içe. Bir yabancı tamda aradığı şey...

Ben söylediklerimi düşünürken tabağımı bitirmişim, yediklerim mideme gitmemiş gibi, halâ açım... İki duble içmiştim ki, Hüseyin geldi ve 'Abi, ben çıkıyorum, yerime arkadaş geldi. Ne diyorsun gidelim mi sahile doğru? İlle gel demiyorum bak, tanımıyorsun bile beni. Ben giderim kafan yatmıyorsa...

Yoo bekle diyorum. Bende sıkıldım bu rahatsız sandalyede rahatsız düşünceler eşliğinde tıkınmaktan... Hesabı ödeyip çıkıyoruz. Biraz az tutmuş gibi. Sanıyorum zavallı buldu beni, belki işsiz güçsüz takımından zannetti. Hesap dost işi... Hey hat diyorum, ben ne yapıyorum bi herifle hemde gecenin bu saatinde sahilde dertleşmek... Pöh!.

Merdivenleri çıkıp sahile doğru yürüyoruz. İkimizde ne konuşacağımızı bilmiyoruz aslında. Benden ses çıkmayınca Hüseyin başlıyor anlatmaya:

Valla abi, 10 yıllık evliyim ben. Aslında garsonluğu bir yıldır yapıyorum. Üniversite mezunuyum, hemde İktisat... Yüzüne bakıyorum... Bakma abi diyor, ben bile burada ne aradığımı, bu işte ne yaptığımı bilmiyorum.

Geçen yıla kadar bir şirkette ofis elamanı olarak çalışıyordum. Ben aslen Kastamonuluyum. Eşimle de aynı mahallede büyüdük. O zamanlar pek bakmazdı bana, pekte bakılacak gibi bir adam saymazdım kendimi. Çirkine yakın hani... Daha lisedeyiz, bir gün okul bahçesinde oğlanın biri askıntı olmuş Nazlıya, başa çıkamıyor hıyarla... Ben atladığım gibi oğlanın üstüne iki dakika da dağıttım ağzını burnunu. Tabi iki hafta uzaklaştırma aldım ama değdi, ellerine sağlık der Nazlı hep, hızır gibi yetiştin..

O günden sonra, yanımdan ayrılmaz oldu, okul çıkışı beraber gidip geliyorduk, hatta evden almaya başlamıştım Nazlıyı. Benim dayım Nazlının babasının çok yakın ahbabı çıktı. Pek ses etmediler o yüzden. Bizde uslu usulu gider gelirdik... Bir ara babasının bizi takip ettiğini biliyorum, ama zamanla mahallelide, ailesi de bana alıştı. Beni hep çok sevdiler ne yalan söylim... Bende hürmette ne o gün, ne ondan sonra kusur etmedim. Öyle yetiştirildik. O zaman ona namusum gözüyle bakmaya başladım. Oda duygularıma kayıtsız kalmadı, üniversite son sınıfta evlendik...

Aslında hikaye buraya kadar oldukça sıradandı. Bense kendimle konuşuyordum hep: Ah Hüseyin diyorum, sen daha çocuk sayılırsın benim yanımda. Ben anlatsam senin dudakların uçuklar. Sende bir şey yaşadım sayıyorsun kendini. Anlat bakalım ne çıkacak altından...

Dalıp gittiğimi fark edince hadi abi, biralar benden oturalım söyle dedi. Olmaz desem de dinlemedi. Kim olduğumu bilmediğinden insan olarak garip bir yakınlık duydum. Pek arkadaşım yoktur benim. Bulunduğum yer samimiyeti suistimale çok uygundur. Bende her keze aynı mesafede dururum.

Karşıdaki büfeden iki bira kaptığı gibi geldi Hüseyin, sanki son parasını vermiş gibi bir yüz iadesi vardı. Cebine bozuklukları koyarken göz ucuyla saydığını gördüm. Hem dönüşe, hemde sabah işe yeter mi diye bakıyordu. Hüseyin dedim, burada oturduğumuz iyi oldu, hem arabadan da çok uzaklaşmamış oluruz. Hüseyin bana öyle bir baktı ki, gözleri; Allahım bu adamında arabası varmış, bende bunu etsiz sütsüz bir şey sandım dı, tüh gitti paralar der gibiydi..

Takma Hüseyin dedim. Ben öyle meteliksiz biri değilim, gideceğim yere bırakırım seni. Duyguların bu kadar aleni ortaya dökülmüş olması biraz sinirlendirdi ama belli etmemeye çalıştı. Evet evet iyi oldu, bende nasıl döneceğimi düşünüyordun dedi. Kendine bile yabancı gelen bir ses tonuyla..

Anlatmaya devam etti sonra..

Evliliğimiz ilk birkaç yıl çok güzeldi. Yeni bir şehirde yaşamak Nazlıyı biraz korkutsa da zamanla İstanbul'a , buranın akıp giden telaşına alıştı. Bende özel bir şirkete girdim. Aslında tesadüfler zinciri burada başladı. Okuldan bir arkadaşım, adı Kerem. İletişimimiz hiç kopmadığından gelirsek aramamı tembihlemişti. Çok iyi tanıdığım, sevdiğim bir çocuktu. Tanıştıklarında Nazlıyla iyi anlaşacaklarını anlamıştım. O da yeni evlenmişti, ama eşi henüz tayinini aldıramamıştı. Bir süre daha bekarlık sultanlık Hakan deyip güldürürdü bizi. Bazı akşamlar gelir kalırdı hatta... Neşeli, deli dolu biriydi... Bende aramızda olmasından mutluydum. Onun referansıyla aynı şirkete girme şansım olmuştu çünkü, birazda gebe kalmış hissediyordum ona, o yüzdende elimden geldiğince ağırlamaya, borcumu ödemeye çalışıyordum sanırım. Bir Brokerlık firmasıydı ve sahibi pek uğramaz işi uzaktan kontrolü tercih ederdi. Genel müdürümüz tuttuğunu koparan, ne istediği bilen bir adamdı ve taviz vermekten hoşlanmadığını zamanla anladık. Kerem muhasebedeydi, bense müşterilerle diyalog kuruyordum. Onların adına paralarını kullanıp kazanç sağlamaktı görevim. İyi iş çıkardığımı düşünüyordum aslında, Kerem hep, 'Sende iş yok oğlum' derdi. Bu kadar vazifeşinas olursan yerler seni... Bırak arada da cebini doldurmanın yollarını bul... Hep bana takıldığını düşünürdüm. Acı olan aslında gerçeği tüm çıplaklığıyla haykırdığı halde bütün olan bitene gözlerimi kapamış olmam. Kerem yüklü bir miktar parayla ortadan kaybolduğunda kabak benim başıma patladı. İşten atılmam bir saat bile sürmedi. Üstelik aynı sektörde iş bulmamam için ne gerekirse yapılacağı tehdidi boş bir tehdit değilmiş, çünkü ne o civarda nede başka bir yerde iş bulamadım. Namım almış yürümüştü bir kere... Hırsız damgası yemek hayallerim arasında değildi elbet, ama bütün bunlar olup biterken ben hayatımdaki en büyük darbeyi yemiştim bile. Nazlı, Keremle birlikte gitmişti!.

Ağlıyordu Hüseyin, belki ilk kez hıçkırarak, dalgaların hoyratlığına inat, büyük bir gürültüyle ağladı. Başını ellerinin arasına alıp çaresizliğini kusana kadar...

Susturmak için hiçbir şey yapmadım, ben ağlamadım ama kahreden sessizlik çok şey anlattı ikimize de...


Sustu...

Bende sustum...

Sude gelip geçti yüreğimden. Pervasızlığım öyle büyüktü ki ona karşı, hatalarım gün be gün alıp götürmüştü sevdamı, sevdiğim kadını... Ben çok şanslı bir adamdım. Bunu Hüseyin'le konuşurken daha iyi anlamıştım. Onun kayıplarını bir tesellisi ya da çözümü olamazdı ama ben bir şeyler yapabilirdim. Sude'nin nereye gittiğini biliyordum. Hemen kararımı verdim ve Hüseyin'e kalk gidiyoruz dedim. Şaşkındı, daha hüznü yüzünden silinmemişti, olur abi dedi. Hadi dedim iki sokak daha yürüdük mü, arabayı otoparka çekmiştim binip gidelim buradan.

Şişelerimizi çöpe atıp başladık yürümeye. O halâ kendiyle münakaşa ediyordu. Otoparka geldiğimizde saat sabahın dördüydü. İstanbul için geç bir saat değildi, burası yaşamın hiç susmadığı, hareketin hiç bitmediği şehirdi. Aracı gördüğün de, belli etmek istemese de içinden kendine yuh dediğini duyar gibiydim. Aldırış etmeden parayı ödedim ve yola çıktık. Adresini verirken çekingen bir hali vardı, kendiyle savaşır gibiydi adeta... Belki küçümsüyordu kendini, bilmiyordu ki, bende bir zamanlar garsonluk dahil her şeyi yapmıştım. Buralara gelmek için çok şey feda etmiştin. Belki sevdiğim insanı bile gözden çıkarmıştım. Kayıplarımı görememiştim elimden uçup gitmeden.

Eve geldiğimizde Hüseyin mahcup bir ifadeyle tanıştığımıza sevindim abi dedi. Ne tuhaf bir geceydi, sen olmasan, beni dinlemesen, bu yükü atamazdım yüreğimden. Belki bir gün gene gelirsin restorana...

Elimi torpido gözüne atıp bir kartvizitimi çıkardım. Hüseyin dedim, yarın sabah ilk iş gidip patronuna çıktığını haber veriyorsun, sonra gelip yanımda işe başlıyorsun... Hüseyin, durduğu yerde duramıyordu. Gülsün mü ağlasın mı, bağırsın mı bilemiyordu. Bir karta bakıyordu bir bana...

Gerçekten mi abi, dedi. Hem de bu şirkette mi?

Evet sen bu işi bildiğini söyledin, bende sana güveniyorum. Hadi uzatma daha fazla...

Ne garip, mutluydum. Hafiflemiştim sanki. Şimdi bana düşen hatalarımı telafi etmek ve Sudeyi geri kazanmaktı. Eve nasıl gittiğimi , bavulumu nasıl hazırladığımı bilmiyorum. Tek düşündüğüm kedimiz beyazdı. Kaç günde gelirim bilemediğimden onu kapıcımız Ekrem'e bırakmaya karar verdim. Telefon edip yukarı gelmesini istedim. O arada da, uçak bileti ayarlamaya çalışıyordum. Olmazsa arabamla da gidebilirdim tabi, ama bir an önce, bana yaşamayı öğreten, hayatımın en kötü günlerinde bana ilham ve güç veren, beni olduğum gibi, hiç değiştirmeden seven o kadını, eşimi, yedi rengimi geri almayı, kendimi affettirmeyi düşünüyordum. Kapının çaldığını duymamıştım bile. Tekrar çalınca, elimde bavulum kafamda onlarca planla kapıya yöneldim. Ekrem dedim...

Dalga dalga hüzün, yerini umuda bıraktı...

Umut kollarını açmış beni bekliyordu, tam karşımda. En gerçek haliyle, yüzünde ne yapacağını bilmeyen bir ifade, yüreğinde susturamadıkları, elinde dünden kalma ne varsa, tam karşımdaydı...

Affetmeyi başarmak istiyordu. O, kadın olmak, eş olmak, arkadaş olmak istiyordu...

O verdiği kadar olmasa da, bir kısmını almayı istiyordu. Bilmiyordu ki, verdiklerinin zaten karşılığı  yoktu, paha biçilmezdi... O sırtını dayadığında sevdiğine, korktuğunda gün ortası, sarılmak istediğinde hiç sebepsiz, ait olmak, değerli olmak istiyordu.

Gelen Sudey'di!


Ellerinden tutup içeri aldığımda, çok ağladı... Uzun zaman konuşamadık. Ona gelmek için yola çıkmak üzere olduğumu, onu çok sevdiğimi, bu dünyaya yeniden gelsem, yalnız onunla olmak istediğimi, onu anlayamadığım için çok üzgün olduğumu söyledim. Bıraksa saatlerce af dileyebilecek haldeyken, elini dudaklarıma değdirdi, artık sus demek istiyordu.

Avucuma bir şey bıraktı. İşte o zaman neden geri döndüğünü ve mucize denen şeyin var olduğunu anladım.

Elindeki, tanrıdandı; bir çift bebek patiği!

26 Nisan 2010 17-18 dakika 3 öyküsü var.
Yorumlar