Muhannet - 3
Kadir zor rüyalara uyanır olmuştu artık. Mahpus damında bu günlere kavuşmanın hasretiyle yanıp kavrulurken, içinde bulunduğu duruma anlam veremez olmuştu. Bedeninde ki işkencelerin izinden haber yoktu. Lakin ruhunda ki fırtınaları dindiremiyor, zor sabahlara kan ter içinde uyanıyordu. Her uyku ölümle dans gibiydi sanki. Koğuşun soğuk ranzalarına az tekme savurmamıştı. Baldır çürükleri geçti, bağrının çürüklerineydi zoru. Zorlar,zorluklar yaşayamadığı günlerineydi.Yüzünü görmeye doyamadığı oğlunaydı için için ağladığı hasret türküleri...Ilgıt ılgıt esen saba rüzgarlarında göz pınarlarına hakim olamadığı günlerdi zoruna giden...
Prangalara vurulan elleri ve ayakları değildi. İftiradan iftiraya uğrayan bin bir çaputa sarılı hayalleriydi. Nice tespihler eritti kendinden habersiz çürüyen betonlarda...Soğuk koğuşların paslı ranzalarında ölümle burun buruna dokuz yıl geçirmişti.Bir yudum babalık yapamadığı oğluna ne anlatacaktı.İftirayı ne bilirdi bacak kadar çocuk...Sıcaklığını veremediği,sevgisini damla damla akıtamadığı çocuk yüreğine her geçen gün köz gibi büyüyen ateşi nasıl söndürecekti?
İçin için yanıyor kavruluyordu. Hülya ne eder, ne yer ne içerdi? Bilmeden işlediği cinayet sonrası, kanlısı olduğu aile rahat bırakmazdı onları... O gün yaşanmasaydı keşke... Mümkün olsa da silebilse o günü... Kanlar içinde yatan Selim'i unutamıyordu. Hak etmişti aslında, lakin o kurşun nereden gelmişti. Sonrasında yattığı yerde elinde ki tabancayı kimler ayarlamıştı. Komşusunun kızıyla aynı yatağa nasıl konulmuştu? Yapılan, otopside ona ait spermler nasıl ayarlanmıştı?
"Kadir,Kadir!!!"
"Hıı!"
"Kalk, artık yeter kan ter içinde kaldın!"
"Off başım çatlıyor Hülya!"
"Bak kadir! Yeter kendine ettiğin zulüm..."
"Elimde değil Hülya, yatağa kafamı koyar koymaz hafakanlar basıyor, karabasanlar peş peşe geliyor."
"Cezanı çektin, boyunca oğlun var. Kızımız artık büyüyor... İşinde var, tarlamız tapanımızı ekiyoruz"
"Evet, haklısın... Bugün şehre ineceğim var mı bir isteğin?"
Kasıkları, kesik kesikti. Bacakları acayip derecede ağrıyordu. Zar zor kalktı yataktan, Tuvalete, oradan lavaboya geçti. Midesi de bulanıyordu,aynanın karşısında başı döndü döndü...Küttt!
"Kadir, Kadir!" Koşarak bağırıyordu Hülya...
*
"Sen Kadir'in oğlu İbrahim misin?"
Yüzünde ki suları silerken, rehvana kalkmış ata doğru bakan İbrahim, sözün sahibine doğru yöneldi. Daha önce hiç görmediği bu adama baktı baktı...
"Evet, benim!"
"Hımm!"
"Benziyorsun..."
"Siz kimsiniz?" dedi İbrahim...
"Öğrenirsin yavrum öğrenirsin" dedi ve atını mahmuzladığı gibi
" Dehhh" deyip rüzgâr gibi gitti. Yücel Kemal, Ömer ve İbrahim kalakalmışlardı. Şaşkınlığını üzerinden atamayan İbrahim,
"Tanıyor musunuz?" dedi şaşkınlık içinde ki arkadaşlarına... İkisi birden aynı anda cevap verdiler;
"Hayır!"
İbrahim'in içini garip bir korku sardı. İçtiği suyun soğukluğu birden gidivermişti. Güneşin sıcaklığına, yüreğinin sıcaklığı da eklenmişti... Babasını ve kendisini tanıyan bu adam kim olabilirdi? Babasının ceza evi arkadaşı mı? Yoksa...