Muhannet - 5
Bahçeye diktiği meyve ağaçlarından bazılarının kurumuş olması canını sıktı. Bin bir emek vermiş, toprağı karmış, gübre ve suyunu zamanında dökmüştü. Kendince hatası yoktu. İki haftadır yağmur yağmıyordu ondan olabilir miydi? "Hayır hayır! Su sudur" dedi kendi kendine... Peki, niye tutmamıştı öyleyse. Özellikle kiraz ağaçlarının tamamına yakını kurumuş, sapsarı kesilmişlerdi.Toprağı sevmemiş olabilirlerdi.Ormancı Bekir'den bir kaç fidan daha almalı,bahar geçmeden tekrar dikim yapmalıydı.Toprakla uğraştığında hafifliyordu hezeyanları.Beyninin uyuşması geçiyordu.Eve ait giriş kapısının sağlı sollu kısımlarına da güller ekmeliydi.Güller içini açıyordu.Gül kokusu,ana kokusuna benziyordu.Bir defasında duymuştu köyün imamından "Gül kokusu Peygamber Efendimizin kokusudur" diye.O gün den beri ilgisi artmıştı güllere.Hem de bir kaç çeşit gül
dikmeliydi.Beyaz,kırmızı,pembe...
Sabah namazından beri uğraşıyordu bahçeyle, epeyce yorulmuştu. Babadan kalma selvi ağacına yaslanmış dinleniyor,düşünce dünyasında gel gitleriyle cebelleşiyordu.Yaşadığı sıkıntıların sebebi ne olabilirdi?Cezasını çekmiş olmasına rağmen insanların bakışları,imalı konuşmaları zoruna gidiyordu.Her şeyi sineye çekiyordu da,oğlunun ara sıra sorduklarına cevap veremeyişi kahrediyordu.Geçenlerde yine atıştığı arkadaşlarından zılgıt yemiş koşturarak eve gelmişti.Yüzünü diktiği kilime bakarak;
"Baba, sen Selim amcayı neden öldürdün? Kız kardeşi Şadiye'ye" demişti de olanca gücüyle;
"Sussss" diyebilmişti. Gerisin geri ağlayarak koşan İbrahim'in ardından hıçkırıklarına saatlerce hâkim olamamıştı. İçinde taşıdığı yükün altından kalkması imkânsızdı. Çare neydi? Buralardan gitmeli miydi? Gitti diyelim, gittiği yerde karısına, oğluna, kızına ne diyecekti? Bilmediği, hatırlamadığı bir suçun kirine bulanmıştı da bir türlü kurtulamıyordu.
"Kadirrr Kadirrr!"
Hülya'nın sesiydi bu. Tonlarca kilonun yüklü olduğunu sandığı başını o yöne çevirdi. Allı pullu yemenisiyle ne de güzel görünüyordu. Hiç hak etmiyordu bu olanları, belli etmiyordu. Lakin için için kendini yiyordu. O'na bu zulüm reva değildi. Çocuklarıma hem analık, hem de babalık yaptı. Şimdi de bana en büyük destek o'ndan geliyordu. Kimselerin lafına bakmadan, her türlü çileye göğüs germek...
"Buyur, Hülyamm!" diyebildi içinden... Birisi bağırmasını engelliyordu sanki ona söyleyeceği güzel sözlerin arkasına sığınmamalıydı. Sırtını yasladığı selviden hafifçe doğruldu, hamlamış beline elini koyarak ayağa kalktı.
"Geldim, geldim!" dedi bağırarak...
*
Duvardan asılı olan halıya sırtını yaslamış, pos bıyıklarını buruyordu. Biraz önce yediği ağır yemeğin ardından içtiği köpüklü kahvenin tadını çıkarıyordu. Yıllardır, bu anı bekliyordu. Bu gün çok önemli bir gündü. Her şeyin tadını çıkarmalıydı. En ufak aksilik istemiyordu. Aksilik yapacak kişiyi affedemezdi. Hele son olayda işi eline yüzüne bulaştıran adamlarını hiç affedemiyordu. Kafalarına birer kurşun sıkardı amma onların yerine daha iyisini bulamazdı. Dağ evine her bahar gelir keyif çatardı. Yıllar öncesinde zorla almıştı, Köc Osman'dan burayı... Zorbalıkta üstüne yoktu. Köc Osman'ın kızına da...
"Lan Hurşit! İhtiyarlıyorsun, aklına nedamet duyguları mı geliyor?" diyerek kendi kendine hayıflandı. Şöyle etrafına bir baktı. Kimselerin olmadığını görünce, bıyıklarını keyifle burdu ve kahve fincanını tepsiye hışımla koyarak bağırdı;
"Şadiyeeee! Gııız neredesin?"
*
Canına çoktan kıyardı da, Şadi Hoca'nın tembihleri ve dini bilgileri vazgeçirmişti her defasında, ölüm çare değildi. Hele hele de intihar..."Aman Allah'ım! Neler düşünüyorum böyle?"