Naylon Ayakkabı
Hani hep özenir ya çocuk büyüklerine, büyümek ister. Belki kendini daha özgür kılmak için belki bir şeylerin sahibi olabilmek için veya ona hükmedileceğine hükmetmek için. Oysa çocukluğun kıymetini bilmez, büyüdükçe farkına varacaktır. Hüseyin içinde olay farklı değildir. Aradan uzun yıllar geçmiş, Hüseyin eğitimini almış, meslek sahibi olup düzenini kurmuş hatta evlenip çoluk çocuk sahibi olmuştu. Bu arada yaşlanan anne ve baba art arda hayatlarını kaybetmişlerdi.
Ne olduğunun farkına dahi varamamıştı, artık çocuk değildi. Tam tersine çocukluğa özenir çocukluğunu arar hale gelmişti. Devran dönüp o baba rolüne geçtiğinde omuzlarına binen yükün ağırlığı altında büyük olmanın ne demek olduğunu anlamıştı.
Anne ve babanın ölümünden sonra sahip oldukları arazi kardeşler arasında miras durumundaydı. Kardeşlerin bu araziyi paylaşma şansı olmadığı için arazinin satışına karar verdiler. Bir müddet sonra çıkan taliplerin biriyle anlaşma sağlanmış, arazi satılmıştı.
Hüseyin, acısıyla tatlısıyla hayatının uzun bir bölümünü yaşadığı, umutlarının filizlendiği her anı anılarıyla dolu günlerini unutabilir miydi.
O günleri yâd etmek, yaşadığı toprakları görmek için ara sıra o bölgeye gidiyordu, fakat artık o toprağa ayak dahi basamıyordu. Araziyi alan kişi etrafını tel örgüyle çevirmişti. Ama en azından oranın havasını teneffüs etmek dahi ona yetiyordu.
Güzel bir bahar günüydü insanlar bir nefes kendilerini dışarıya atıyor, mangalını alan kırlara pikniğe gidiyordu. Hüseyin eşine biz ne yapıyoruz diye sordu
Eşi ?sen ne düşünüyorsun?
Hüseyin ?isterseniz pikniğe gidebiliriz...
Yani bu güzel havada, kırların üzerinde pikniğe kimse hayır demezdi.
Hemen mangal hazırlandı yiyecekler alındı
Arabanın bagajına konulan malzemelerle yola çıkıldı.
Henüz nereye gidileceği kararlaştırılmamışdı
Hüseyin kendi kendine acaba nereye gitsek diye mırıldanırken eşi ?fark etmez neresi olursa oturup vakit geçiririz dedi.
Hüseyin -bizim eski arazinin oraları güzel olur deyip arabanın yönünü oraya çevirdi.
Arazinin yanına geldiler arabasını park edip mangalını çıkardı.
Etraftan topladığı çalı çırpıyla mangalı tutuşturdu.
-hele bir kömürler yansın ben biraz dolaşayım diye arazinin yan yoluna sarkıldı.
Gezinirken terk edilmiş vaziyette olan arazinin tel örgüsünün bir yerden yırtılmış olduğunu gördü.
Her ne kadar o arazi bir zamanlar onların olsa da artık sahibi değildi.
Ama teli o şekilde açık görünce bir an kendine hâkim olamadı adımlarını o yöne doğru atmaya başladı. Tel örgüden içeriye girdiğinde kalbi çarpıyordu, sanki çok özlediği birine kavuşmuştu. Araziyi hasret giderircesine her tarafını dolaştı.
Bir zamanlar her bir dalına tırmandığı, dallarına salıncaklar kurduğu ağaçları tek tek dolaştı.
Eşinin ve çocuklarının yanına döndüğünde onlara telin yırtılmış olduğundan ve içeriye girdiğinden söz etti. Ama oldukça buruktu araziyi alan kişi sadece etrafını çevirmiş başka hiçbir şey yapmamıştı. Öyle ki babasının kullandığı atıl bir tarım aleti orada kalmış, annesinin yer ekmeği pişirdiği tuğla ve çamurdan yapılmış fırın yıkılmış vaziyette duruyordu. Bu Hüseyin'i oldukça duygulandırmıştı.
Çocukları-baba bizde girebilir miyiz deyince tekrar geriye dönüp telin açık olan kısmından araziye girdiler. Onları orada yaşarken oturdukları kulübenin yanına götürdü.
-bakın çocuklar biz burada kalıyorduk bu kuyudan su çekip içiyorduk, hayvanlarımızı bu kuyudan suluyorduk...
O çocuğunun yaşındayken bir aşağı bir yukarı buralarda koşuşturuyor, o kuyudan su çekip içiyor, tarlada çalışıyordu.
Kalabalık bir aileydiler babası fakirdi.
O çocukluğunda oyuncak dahi görmemiş kendi yaptığı telden arabalarla oynamış, kendi yaptığı sapanlarla kuş avlamıştı.
Güneş bir başka doğup batardı karşı tepede kızıllaşan güneşi seyrederken ağacın birini adama benzetir bulutlarda çeşitli resimler çizerdi.
Geceleri mehtap ayrı bir güzel olurdu ki mehtap olmadığı zaman saman yolunun masalı dinlenirdi.
Efsaneye göre güzel bir kıza âşık olan çoban yolunu kaybetmemek için sırtına aldığı saman çuvalını serperek gitmiş, saman yolu öylece oluşmuş.
Hatta karanlık gecelerde içi boşaltılan karpuz ve kabaklara çeşitli delikler açıldıktan sonra içine yerleştirilen mumla fener yapılırdı.
Çocuklar babasını pür dikkat dinlerken küçük çocuğu merak içinde kulübe etrafını dönmeye başladı. Çocuk arazide toprağa bulanmış şekilde tuhaf bir şey bulmuştu. Eline aldığı bu nesneyi basına götürüp baba bu nedir diye sordu.
Çocuğunun elindeki yıllar öncesinden toprağa karışmış bir naylon ayakkabı parçasıydı. Hüseyin çocuğuna dönüp baktığında bir anda kendini yıllar öncesinde buldu. O yıllarda yoklukla giyebildikleri ayakkabılar öyleydi, naylondan yapılmış üzerindeki kemeri yanında bir mandalla tutturulurdu. Hatta kimi zaman kopan kemeri demir kızdırıp yapıştırılır tekrar kullanılırdı. Çocuğuna gözlerine baktı.! Cevap dahi vermeden gözleri doldu. Kim bilir beklide bu ayakkabı onun yıllar önce giydiği ayakkabıydı.
Belki o yıllarda naylon ayakkabılar giydi büyüklerimiz ama yürekleri kocamandı ve içinde sevgi, vatan aşkı, duygusallık fazlası ile vardı. Bu günler güzel yaşanıyorsa, o günlerin hatırına güzel geçiyor ve yaşanıyor. Güzel bir öykü kutlarım içtenlikle...👍
Ev sahibi, ev sahibi Hani bunun ilk sahibi O da yalan bu da yalan Hadi şimdi biraz sen oyalan
Oyalan dünyası işte güzel bir öykü örnekliyor. Tebrikler emeğe, nostaljik bir yazı çımış herhalde anılardan.. Selamlarımı bıraktım sayfanıza...