O Kadın V
Yıkılır gider..
Aralığından soğuk rüzgârlar eserken,
bilmediğim bilmem kaçıncı acıya eğiliyor bedenim.
Dudak uçlarımda hevesini yitirmiş o–“Merhabâ”
adetten duruyor aslında öylece.
Sözlerinin çehresine sığınmış, son nefesini tüketmeye âmade bir
yalnızlık.
Daha yeni yazmaya başlamıştım ki telefon acı acı bağırmaya başladı. Alelacele toparlanıp o son nefese yetiştim.
-“Alô!”
Bu hiç beklemediğim anda karşımda duran ses belki bin yıldır çalınmıyordu kulaklarımda..
-“Ferhat! Benim, Müzeyyen..”
İnme tüm bedenimi sarsmadan evvel her bir zerremi dolaşıp yerli yerini bulmasını dahî hissettim bu kısacık zaman zarfında. Öyle batıyordu ki acısı, öyle bir hissettiriyordu ki kendini, bir anda ondan sonra hâlâ vâr olup olmadığına bile şüphe ettiğim göz yaşlarım boşalıverdi. Sarsıla sarsıla ağlamak neydi? Neyi kendini koyvermek..?
Toparlanmama fırsat vermeden devâm etti:
-“Ne diyeceğimi bilmiyorum. Yıllar sonra karşına değilse bile, telefonun ucuna geçip bilmediğin hangi cesâret yaptırdı bunu bana inan ben de bilmiyorum. Ne affet, ne terk et nefretini diyemem. Sana benim gibi bir acı daha yakıştırıldı mı diye soruyorum ama mutlak cevâbı o gün bu gündür taşıyorum aklımda. Bu bir son arzu ya da bir temenni araması değil bunu öncelikle bilmeni isterim.
Ben, senden gittikten sonra en çok sesini özledim, en çok nefesini. Sonra, yapayalnız ölmek fikrini..
Duyduğum ağır gürültüden sonra sesi bir anda kesildi. Tek işitebildğim kulak zarımı parçalayan o -tık tık tık..- sesiydi.
O gün havaalanına vardığımızda durup
-“Bir gün seni o en çok istediğin şekliyle öyle bir mutlu edeceğim ki; beni öyle bildiğinden, bir an evvel yanıma gelmek için sen de benim yaptığımı yapacaksın. Meraklanma, hiç üzülme, ama bekle..”
demişti. Hemen hemen geçen 10 – 12 paramparça yılın ardından bizim için en iyisinin uzaklar olduğunu anlayıp gitme karârı aldığımızda 35 bense 38 imdeydim. Bunu söyledikten sonra arkasını dönüp koşa koşa kaçmaya başladı yanımdan. 22.11.1953