Öğrenen Reklamım Öğrenmeyen Velinimetimdir

Erdinç Bey, Karadeniz'in zor yaşam şartlarında dünyaya gelmiş. Bütün zorluklara göğüs gererek okuyup öğretmen olmuştu. Öğrenmeyi ve bildiğini öğretmeyi çok seviyordu. Uzun yıllar Milli Eğimde görev yaptıktan sonra emekli olmuştu. Emekli olmasına rağmen, başta öğretme arzusu, bir de hayatın getirdiği ekonomik sıkıntıları aşmak için, özel bir dershanede matematik öğretmeni olarak görev yapıyordu.

Çevresinde sayılıp sevilen ve disiplinli bir öğretmen olarak tanınırdı. Bir gün çalıştığı dershanede ders anlatırken, arka sıradaki kıpırtılar dikkatini çekmişti. Elindeki tebeşiri bırakıp, dikkatini arka sıraya verdiğinde, sınıfın haylaz çocuğu Hüseyin, masanın altına eğilmiş, elindeki cep telefonunun kamarasıyla bir şeyler çekiyordu. Erdinç Bey, Hüseyin'in yanındaki kızların bacaklarını çekiyor sanıp, kan beynine çıkmıştı. Hüseyin'in yanına gelip:

-O telefonu bana verir misin?

Hüseyin elindeki telefonu cebine koyup, alaycı bir şekilde sırıtarak:

-O benim özelim, size gösteremem!

Erdinç Bey, sıkmaktan küçülen dişlerini daha bir sıktı. Çocuğa vurmak istemiyor, olayı insancıl yönüyle çözmeye çalışıyordu. Hüseyin'in cebinde telefonu alıp, içeriğine baktığında, kendi fotoğrafının çekilmiş olduğunu görmüştü. Kızların bacaklarını çekilmediği için sevinmiş, dersin haybeye gittiğine üzülmüştü. Çocuğun koluna yapışıp:

-Oğlum, böyle şeylerle uğraşacağına dersini dinlesene! Senin annen baban enayimi ki, boşuna para veriyorlar?

Hüseyin öğretmenden daha fazla sinirlenmişti. Saçlarını kirpi gibi dikletip, gözlerini patlak mısır gibi patlatmış, bağırıyordu:

-Sen benim anneme babama enayi diyemezsin!

Erdinç Beyin sabrı tükenmek üzereydi. Çocuğun kolundan tutup müdürün odasına götürdü.

-Müdür Bey, bu çocuk sık sık olay çıkarıp dersi bölüyor. Velisini haberdar edelim. Ya dershaneden alsınlar, ya da toplum içinde nasıl davranılacağını öğretsinler. Hüseyin okumak istemiyor diye, onlarca okumak isteyen çocuğun hakkına tecavüz ettirmem! Erdinç Bey, çocuğu müdürün odasında bırakıp, yarım kalan dersine dönmüştü.

Hüseyin de evine gidip, ailesini doldurabildiği kadar doldurmuştu. Öfkelenen ailesi, soluğu dershanede almışlar, müdüre söylenmeye başlamışlardı. Müdür Erdinç Beyi odasına çağırıp, velilerle yüzleştirdi.
Veli:
-Sen ne biçim öğretmensin? Onca parayı bana enayi demen için mi veriyorum ben!

Sakin olmaya çalışan Erdinç Bey:
-Ben kimseye enayi falan demedim. Sadece, sokağa para atacak kadar enayiler mi dedim.

Öğretmen ne dediyse dinletememiş, ne öğrenci ne de velisi anlamak istemiyor, ağzından çıkanları kulakları duymuyordu. Müdürün odası terk eden öfkeli veliden sonra, bağırma sırası müdüre gelmişti:

-Bakın Erdinç Bey, sizin taktiğiniz geçmişte kaldı. Öğrenmeyen çocuğa bir şey öğretmek için çırpınmayacaksın! Çocukları incitmeyeceksin, kırmayacaksın! İsteyen telefonla konuşsun, isteyen fotoğraf çeksin! Gerekirse sen de onlara katılacaksın! Senin paranı ben veriyorum ve bu paraları öğrencilerden kazanıyorum! Benim felsefem şu; ÖĞRENEN ÖĞRENCİ REKLAMIM, ÖĞRENMEYEN ÖĞRENCİ VELİNİMETİM. Sen de bu felsefeyi benimsersen iyi edersin!

Müdürü şaşkınlıkla dinleyen Erdinç Bey:

-Müdür bey, ben bu mesleğe yıllarımı verdim. Hep doğru bildiklerimi öğrettim. Asla senin felsefeni kabul etmiyorum! Böyle bir felsefeyi benimseyen dershaneyle çalışamam!

Ardına bile bakmadan, kapıdan çıkıp gitti.

Şimdi ben de merak etmekteyim; böyle bir felsefeyle yetişen çocuk, ne öğreniyor ki, ne öğretecek?



NOT: Öykü yaşanmıştır. Bu olayı yaşayan Öğretmen şuanda evimde misafir olarak bulunmaktadır. Olayın dahası da var; fakat burada anlatıp sizleri tamamen dershanelerden soğutmak istemedim. Zaten başlığıyla her şeyi anlatıyorum. ÖĞRENEN REKLÂMIM, ÖĞRENMEYEN VELİNİMETİM diyen bir dershane anlayışından başka ne beklenebilir ki?
Sevgi ve Saygılarımla...

21 Haziran 2010 3-4 dakika 13 öyküsü var.
Yorumlar